NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR

Ümit G. CEYLAN 13 May 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Bu başlık, bu cümle bu kez tam da yerini buldu.

Bu başlık, bu cümle bu kez tam da yerini buldu. Özellikle her Ramazan Bayramı’nda medyada en çok da büyüklerin dilinde ‘ahhh nerede o eski bayramlar’ sloganları atanlar şimdi geriye dönüp bir baksınlar bakalım hangi bayramlarmış o eski bayramlar? Geçtiğimiz yılın mart ayından beri içinde bulunduğumuz şu zaman içerisinde iki ramazan ayı iki bayram yaşadık, üçüncüsünü de yaşıyoruz. Bunların hiç biri de 2020’den öncekilere benzemiyordu. Nasıl benzesin ki? Biz şimdi balık misali suyun içinde olduğumuzdan çok farkında değiliz belki ancak kısıtlamalar kalkıp da yavaş yavaş yeni normale adapte olmaya çalışırken çok bocalayacağız. Çünkü çok şey anlamını yitirdi ve yeni anlamları birden hazmedemeyeceğiz. Çalışma hayatı, eğitim, tatil, eğlenmek gibi birçok sosyal aktivitenin tarzı değişti ve bundan sonra da bu şekilde devam edecek gibi görünüyor.

Çevrim içi sosyalleşme

Medya yani ortamın bize sundukları teknoloji nedeniyle bambaşka bir yöne evriliyor. Yaklaşık on yıl sonra iş hayatında aktif yer alacak nesiller bugün gençliklerinin ilk dönemindeler ve ekran ile bütünleşik bir hayat yaşıyorlar. Eskiden eğitimciler, pedagoglar çocukların TV önünde günlük geçirecekleri süreyi belirlerken bugün artık bunun öneminin kalmadığının farkındayız. Çünkü artık kimse TV izlemiyor, ekranı izliyor. Ekran herkesin elinde. Annenin yemek kitabı bu ekran, çocukların okulu, eğlencesi hepsi bu ekran, babanın hobi atölyesi bu ekran. Ne ararsanız bu ekranda. Hatta son bir buçuk yıldır tüm kutlamalar şaka değil kız istemeler bile bu ekranda. Eh durum böyle olunca nasıl bir sosyalleşmeden bahsediyoruz siz anlayın. Hayatımızın yüzde ellisinden fazlasını tamamen bu ekranda yaşayacağımız yeni bir dönem geliyor.

Bayramların anlamı

Büyüklerimiz için ve bizler için bayramlar hâlâ birlikte olmak, bir araya gelip upuzun akraba sofralarında toplanıp yemek yemektir. Çocuklar için eskisi kadar bile olmasa da en azından kasaba ve köylerde bayram hâlâ çocuklar için yeni kıyafet demektir. Hediyeleşme ve harçlık demektir. Ancak metropollerde bayramın anlamını bu kadar derin yaşayamasak bile başta çocuklarda ve yaşlılarda o heyecanı görmek ve yaşamak demektir. Peki bu kapanma günlerinde ailecek baş başa kaldığımız kısıtlı bayramlar mı güzel yoksa bir buçuk yıl önceki bayramlar mı daha güzeldi? Bayram gelecek diye evler temizlenir. Eve bayram ziyaretine gelenlere ikram edilmek üzere çikolata, şekerlemeler alınır. Hatta daha da eskiden işlemeli mendillere koyulan harçlıklar hazırlanırdı bayram çocuklarına verilmek üzere. Hanımlar bayramdan önce kuaföre giderler boya, saç ve kişisel bakımlar yaptırılırdı. Çok değil bir buçuk sene öncesinden bahsediyorum. Şimdi ah o bayramlar diyebiliriz ağız tadıyla. Çat kapı bayramlaşmaya gelen yakınlarımız yok. Kapıları çalıp bayram harçlığı toplayan mahalle çocukları da kalmadı artık. Cep telefonundan görüntülü olarak eş, dost, akraba arayıp bayramlaşıyoruz. İşte bu kadar. Ne hoş geldiniz deyip elimize kolonya tutan evin küçük kızı var ne cebine harçlık sokuşturduğumuz evin küçük oğlu var. Ne de mis gibi bayram kahvesi yanında bir de çikolata koyup tepsiyle getiren evin genç kızı var. Bayram bayram gibi değil. Ama kutluyoruz işte. Ahh nerede o eski bayramlar diyebilmek de varmış. Ama inşallah önümüzdeki ilk Kovid’siz bayramda ben yapacaklarımı biliyorum. En gelenekselinden en çağ dışı bayramlarımızdan birini yaşayıp, yaşatacağım vesselam.

NASIL GÜÇLÜ OLUNUR?

Bir bayram sabahına daha uyanırken Türkiye’de huzurluyuz. Savaş, açlık, sefalet yaşamıyoruz. Az, çok yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Hepimizin kendimize göre konfor alanlarımız var. Şu korona sürecinde dahi o kadar çok vır vır ettik ki dünyanın diğer taraflarına şöyle bir bakmadık. Neler oluyor neler bitiyor öylece izliyoruz sadece. E ne yapabiliriz, soru hemen gelecek biliyorum. İlk önce ne yapacağımızı hemen söyleyeceğim. Çünkü çok basit. Şikâyet etmeyi bırakacağız. Hiç mi farkında değilsiniz? Şikâyet ettikçe enerjinin tükendiğinden, bencil taleplerin arttığından, düşünecek bir muhakemeyi ortadan kaldırdığından. Birey olarak nasıl güçlü olacağız? Ya sonra toplum olarak nasıl güçlü olup da haksızlıklara, acımasızlıklara karşı direnç göstereceğiz. En önemlisi de Müslüman olarak tüm insanlığın karşısına dimdik nasıl çıkacağız. En son Filistin direnişinde dahi ama ile cümlesine başlayan insanlar var. Arkasını şikâyet ile getirecek çünkü. İnternetteki bir sohbet odasında Pakistanlı ve Hintli Müslümanlar konuşuyorlar. Filistin’e koşsa koşsa ancak bu Türkiye olur diyorlar. Biz çok güçlü bir milletiz. İçimizdeki cevheri tekrar keşfetmek zorundayız. Bu Ramazan Bayramı dilerim hepimize düşünmek, anlamak yolunda bir adım olur. Kuru kuru tebrikler yerine birbirimizi şükre sevk edecek cümleler kuralım. Birliğimizi güçlendirelim. Hayırlı bayramlar diliyorum.

ZEYTİNDAĞI

Zeytindağı’na çıkıp haykırsam bunca zulüm yetmedi mi diye bağırsam. İnletsem gökyüzünü, gökkubbe düşse, zalimlerin üstüne. Kalpler taş olup yağıyor, bombaya ne gerek var. Çocuklar annelerinin kucağında iblisle tanışıyor bu topraklarda. Kudüs sen bağrımıza yazılmış bir kader, birlikte kenetlenmek bu düğümü çözer. Yeryüzünde acıya bulanmış ne kadar coğrafya varsa adaletten korkanların ayak izleri, titrek mum ışığında bir görünür bir kaybolur. En çok da bu çocuklardan korkun. Bu masumların ahı takip ediyor sizi her kuytu köşede. Elinizdeki o emanet silahlara sarılmış, çocukların gölgelerinden bile korkuyorsunuz. Onlar Mescid-i Aksa’ya cennetten gönderilmiş çocuklar. İmanları en büyük silahları. Size namlularınızın hedefini şaşırtan, işte bu imandır. Çocukları öldürerek alçalan Sion’un zavallıları, size yakındır cehennemin çukurları. Bize ise kıyam vaktidir. Yediğimiz her lokma haramdır, kurtuluş için kardeşine elini uzat. Başka coğrafyadaki çocuklara anlatın bu zalimleri. Gün gelince tanısınlar ikiyüzlüleri. Zeytindağı’nın tepesinde bir yerlerdeyim. Geçmişe gidiyorum Musa’nın asası elimde, birleştiriyorum Kudüs’ü. Bu güç hepimizde en çok da çocuklarda. Mekke, Medine, Şam, Hicaz, İstanbul’un çocukları toplanın. Elimizde ne varsa Filistinli çocuklarla paylaşalım. Zeytindağı’nda toplanıyoruz unutmayalım.

KÜTÜPHANEDE BAYRAM VAR!

DOÇ. DR.IŞIL İLKNUR SERT

Bugün Ramazan Bayramı’nın ilk günü. Herkesin bayramını en içten dileklerimle tebrik ediyorum. Bayramın coşkusunu, mutluluğunu yaşamaya belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. Çeşitli nedenlerle bayramı buruk karşılıyor olsak da bu manevi karanlığı aydınlatmak için kütüphaneyi umut ışığı olarak gösterecek bir önerim olacak size. Bayram ve kütüphane kavramlarını birlikte düşünmeyi önereceğim. Anlayışsızlığın, bencilliğin, başkalarının yaşamına ve inancına saygısızlığın kol gezdiği bir dünyada; gelen tüm hastalıkları, belaları, sıkıntıları bu bencilliğin bir karşılığı olarak görmeyen insanların dışında gerçek bir bayramı hak edenler de var elbet. Sözüm onlara… Diğerleri zaten okudukları mukaddes kitapları bile olsa onu anlamayan; hatta okudukları hiçbir şeyi anlamayan ezberci aktarıcılar sadece…

İnsanın insana yaptığı zulme, kötülüğe, hastalıkları bencilce bulaştırmasına, inancın ya da sahte bahanelerin ardına sığınarak savaşmasına, çevreyi kirletmesine, birbirini ve dünyayı yok etmeye çalışmasına henüz çare bulunamadı. Bilim insanları bu kötülüklerin sonuçlarını en aza indirmek için çırpınsalar da kötülük bitmiyor. Bilim insanlarının da ilham aldığı, satırlarında ya da dizelerinde dinlendiği şairlerin, yazarların eserleri, hatta filmler, şarkılar, türküler, belgeseller kütüphanelerdeki raflarından tüm insanlığa adeta haykırıyorlar. Yaşananları, yaşanabilecekleri, ütopik ya da distopik öngörüleri kelime kelime söylüyorlar. Ama geçmişi dinleyen kim?

Bilim insanlarının araştırmaları, şairlerin şiirleri, yazarların hikaye ve romanları, ressamların resimleri, yönetmenlerin filmleri velhasılı insanlığın yüzyıllardan beri topladığı tüm tecrübesi kütüphanelerde size sunuluyor. Size her raftan seslenen, her bilgisayar dosyasından fısıldayan, her el yazmasından yüzyıllar öncesinin halini tarif eden insanlar buluşuyor kütüphanede. Hepsinin aynı amacı var. Tarihin tekerrür etmemesi…

Bu bayram gününde bayramı zehretmek isteyenlere inat, mesela “Kütüphanede bayram var!” dese birileri, koşup gitmez miyiz? Yabancı ülkelerde bayramların kütüphanelerde neşe içinde karşılanması, insanların kılıktan kılığa girerek şenlikler düzenlemesi sıradan bir kutlama şekliyken bu bizde neden olmasın? Resmi bayramlarda biraz da fazla resmi bir şekilde kutlamalar yaptık kütüphanelerde. Bazı kütüphanelerimiz daha renkli kutlamalar yaptılar tabii ama sıradan olanı bozamadık. Yabancı ülkeler, ciddiyetin sesini güzel bir hediye paketi sunar gibi eğlence ve neşe ile duyuruyor. Yüzü asık kutlamalar, kutlamadan sayılmıyor bile. Bunu yaparken de kütüphaneleri kullanıyorlar. İnsanların buluşma merkezi olarak görülen kütüphanede şenlik düzenlemek ne kadar çağdaş ve samimi bir davranış, değil mi? Zaten evinden ve işinden sonra en sevdiği yer olarak gördüğü kütüphanede komşularla bir araya gelmek, kutlama yapmak çok mu hayal olarak görünüyor? Öyle yapsak belki zulüm azalır, belki daha çok kenetleniriz, belki daha çok birbirimizi tanırız, severiz ve “bir” olduğumuzu hatırlarız.

Öyleyse bu bayram gününde bir hayalim var sizler için… Yurdun dört bir yanında gerçek bir bayram kutlaması düzenlerken, kütüphaneleri kullanmayı öneriyorum. Resmi tatil nedeniyle kütüphaneler bayramda kapalı olacaktır, ama öncesinde şenlik düzenlenemez mi? Sadece resmi bayramlarda mı kutlama yapmayı planlayacağız? Dini bayramlarda da şenlikli bir kutlama hoş olmaz mı? Büyük küçük, genç yaşlı, herkesi buluşturan yerler halk kütüphaneleri. Hatta tüm kütüphane türleri, kendi kurallarını biraz olsun esneterek bu kutlamalara katılamazlar mı? Neşeyi, mutluluğu, sevinci, kahkahayı bize hatırlatan; barışı ve umudu bir ışık gibi üzerimize tutan yerler olamazlar mı? Hayal bu ya pandemi geçmiş, sorunlar ortadan kalkmış, herkes pandemiden alması gereken dersi almış ve yeniden bayramlarla başlamışız hayata… Hem de kütüphaneleri merkez olarak kullanarak! Bunu yapabiliriz çünkü artık sadece kitap okunan, araştırma yapılan sessiz mekanlar değil kütüphaneler, gözünüzü açın! Üretim yapabileceğiniz, sesinizi duyurabileceğiniz yerler de var kütüphanelerin içinde. Hatta birkaçını sayalım: Kırşehir Aşık Paşa İl Halk Kütüphanesi, Uşak İskender Pala İl Halk Kütüphanesi, Muş İl Halk Kütüphanesi ve Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi (Kütüphanesi) içine “Makerspace Tasarım Atölyesi” kuruldu. Makerspace “üretimhane” demek, “üretim, tasarım yeri” demek. Kütüphane içinde üç boyutlu yazıcılarla farklı tasarımlar yapılıyor, farklı kurslar ve atölyeler açılıyor, küçük boyutta ahşap nesneler üretilebiliyor. Kütüphane, zaten bambaşka dünyaların kapısı iken daha da farklı boyutlara ulaşan bir üreticiliği bize sunuyor. Bu imkanları kullanarak bir bayram coşkusu içinde, kılıktan kılığa girerek, neşeyle şenlikler yapıyoruz pandemi geçince… Ne güzel bir hayal bu benim için!

Pandeminin geçmesini beklemeden mesela önümüzdeki Kurban Bayramı için böylesi bir şenliği videolarla gerçekleştirmeyi düşünelim derim. Neden olmasın? Tüm kötülüklere inat, Allah’ın verdiği hayatı iyilikle neşeyle şükrederek yaşamak ve bayramları kutlamak için kütüphanelerimiz öncü olsunlar bu sefer. Kütüphanecilerimiz umut ışıkları yaktıklarını bayramlar vesilesiyle duyursun. Belki zulmü ve kötülüğü yenmek için bir damla taşımış oluruz, karınca misali… Ne dersiniz?

HATIRLA BENİ

KADİFE KESE       

Şaşırırdım ağzında bir tek duan olurdu, üç gün yatak sonra toprak derdin...

Hacca gidip geldikten sonra da huy değiştirmiştin. Yeni yetme askerler gibi uzun ipe bağlı o kesen boynundan göbeğine sarkardı, koynunun içinden içinden...

Yaşım küçüktü ama aklım eserdi benim. Bilirdim bu huya neden sahip olduğunu, çünkü sen benim tanıdığım en zengin en eli açık kadındın. Büyük annemdin. Büyük annelerin büyük büyük olması gerekirdi ya; işte öyle her şeyde büyüktün, paranda da, dağıtmanda da...

Ne kadar mahzun bir ramazan paylaştığımızı konuştuk. Son iki senedir gidemediğin teravih namazlarını ne kadar özlediğini söyledin. Ne kadar davetsiz geçmiş bu seneki iftarların da, ne oruç tuttuğunu bilmişsin, ne ramazanı. Koca koca odaların içinde yalnız yalnız iftar etmişsin. Ne büyük bir hüzün attın içime.

Geçecek dedim teselli ettim seni, bu sene böyle seneye düzelir dedim, inanmadın bana geçen sene de öyle söylediğimi söyledin, yakındın. COVİD-19 dedin memleketin üstünü yas örtüsü gibi ince bir örtüyle örttü dedin. Ben seni kandıramazken, sen yine beni bir görünmez mateme inandırdın.

Kadir gecesiydi, senin kadrini ne kadar bildiğimi göstermek için aradım.

“Hacı” dedim “hazırladın mı bayram harçlığımı?”

“Hazırlamam mı? Üç perşembeden hazır” dedin.

            Sordun “gelecen mi almaya?”

            “Yok hacım” dedim “sana hastalık mastalık bulaştırırım” korktum.

Ama benim korkum senin korkunun yanında neymiş ki...  Senin korkun da büyük büyükmüş...

Heyyy be büyük insanların büyük annesi...

Bizim harçlığımızı hazırlayıp da veremeden nereye gittin sen...

Yalınız başına durduğun odalarda o illet hastalık seni nasıl buldu da bütün dualarının amini mi oldu. Üç gün yatağa dördüncü gün toprağa mı düştün sen...

Gittin mi, sahi gittin mi?

Şimdi eşyalarını boşaltıyoruz, ne az bir ağırlık bu, elim hiçbir şeye varmıyor. Kapının önüne konmuş bir çift lastik ayakkabına bakıyorum, biri dürtüyor ardımdan. Keseni getiriyorlar bana, yer yer kadifesi kelleşmiş kesenin. Hakikaten her birimizin bayram harçlığını bir şekerle tüle sarıp doldurmuşsun içini. Onca gözün yolda kalmış, gelmeyeceğimizi bile bile beklemeye hazırlamışsın kendini.

Şimdi bana da bir burukluk yaşattın, benim de mahzun geçti Ramazan’ım. O mahzunlukla tam giderayak seni de kattı önüne...

Oruçluymuşsun, dilerim cennetteki iftar sofralarında orucunu açarsın...

Ben benzedim gittikçe daha çok benzedim senin ağzı büzgülü kadife kesene...

Ne büyük büyük dertlerle doldurdum içimi...

Sen yine de beni bayram harçlığını almaya gelmiş küçücük bir çocuk gibi hatırla. Yaptığı iyiliğin karşılığını en sıkıntılı zamanında almış biri gibi hatırla beni...

Beni bir akşamüstü şehri gibi hatırla mesela üstünü yas rengi bir tül örtmüş

içinden harabelikler geçen antik şehirler gibi hatırla beni

Bir kadife kesen olsun senin...

İçine ben de at bir lokma...  Sadece bir lokma

Bir gün bir beraberliğe sakla kendini, kurulu bir bayram sofrasında

   İyi bayramlar.

..............................

HACİVAT VE KARAGÖZ REPLİKLERİ

..............................

OSMANLI TOKADI

..............................

Hacivat kendi kendine kızgın kızgın homurdanır durur:

- Şu İsrail’in yaptığına bak!.. Tarihte hem zulme uğradılar hem de şimdi kendileri Filistinlilere yapmadık zulüm bırakmıyorlar...

Karagöz Hacivat’a hak verir. Şu yahudiler aslında ödlektir de. Ama nedense korkusuzca Filistinlileri yerinden yurdundan ediyor, der kendi kendine. Vasat bir sesle seslenir Hacivat’a:

- Hacivatım bu melun millet yüce Kitabımızda çokça yerde zikredilir. Böyle millet görülmemiştir. Nasıl oluyor da müslümanlara tecavüz edebilecek cesareti kendinde bulabiliyorlar? 

Hacivat:

- Ah Karagözüm ahhh!.. Bunların siyasileri siyonizmin güdümünde. Amerika da. Siyonist lobilerin güdümünde. 

Karagöz merak eder. Bunlar hep Amerika’da mı yaşarlar yoksa başka ülkelerde de bulunurlar mı diye kafasından istifhamlar dolaşır ve sorar Hacivat’a:

- Hacivatım bunların yeri yurdu hep Sam amcanın yaşadığı Amerika mıdır?

Hacivat ülkeler arasındaki hudutların bile yapay olduğunu hatırlar. Siyonizm için hudut mu vardır! Hacivat devam eder:

- Karagözüm Siyonizim insanlığın efendisi, dünya halklarını da kendine köle etme projesidir.  Bunlar dünyanın ücra köşelerinde aileler olarak yaşarlar. Ayrıca maşaları bulunduğu ülkelerdeki insan topluluklarını kendilerine hizmet edecek elverişli hale getirirler.

Karagöz:

- Maşadan kastın nedir? Mangal maşası mı?

Hacivat, Karagöz’ün konuyu saptırmasına müsaade etmez.

- Karagözüm maşa demek siyonizmin avanesi demek. Avane demek iti, köpeği, piyonu yani adamı demek. Bir parça ekmeğe köpeklik yapmak, sahibine hizmet etmesi demek.

Karagöz bu sefer insanların İsrail ürünlerine boykot etmediklerini farkeder. Sebebi hikmetini idrak edemez. Hacivat’a sorar:

- Hacicavcav bu sefer millet İsraili boykot etmiyor, nedir aceb bunun sebeb-i hikmeti?

Hacivat acı acı güler ve sabrımızın taştığını ifşa edercesine parmağını sallayarak anlatır Karagöz’e.

- Karagözüm Karagözüm. Bu lanetli millet laftan anlamaz bir millet. Kendilerine musallat olan naziler gibi Irkçı bir millet. Başına gelenlerden ders almamışlar. Böylelerine boykot moykot katiyyen kesmez.

Karagöz heyecanla:

- Ne keser peki? Bıçak mıçak. Ustura mustura mı keser?

Hacivat:

- Dalgayı bırak Karagözüm. Onlar ne nasihattan anlar, ne diplomasiden. Ne de boykottan!..  Onlar destekli bir Osmanlı tokadından anlar. Şamarı yedi mi kendilerini yıldıznamede bulmaları lazım gelir.

Karagöz kesmenin tatmin hissiyatı olduğunu idrak eder.

 Karagöz:

- Peki, pekala ne yapılmalıdır mirim?

Hacivat bir beyitle sohbete noktayı koyuverir vesselam:

“Nush ile uslanmayı etmeli tekdir... Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!”