Vakıf Katılım web

​MİLLİ TASARRUFLAR VE SICAK PARA: ERTEM YELDAN'A KARŞI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugün Milliyet Gazetesi yazarı Cemil Ertem ile Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erinç Yeldan tarafından dile getirilen ve birbiri ile çelişen iki görüşe ithafen istikrarlı büyümenin nasıl finanse edileceği hakkında yazacağım.

Bugün Milliyet Gazetesi yazarı Cemil Ertem ile Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erinç Yeldan tarafından dile getirilen ve birbiri ile çelişen iki görüşe ithafen istikrarlı büyümenin nasıl finanse edileceği hakkında yazacağım. Her iki yazarın da, haklı oldukları ve bilerek (veya bilmeyerek) ihmal ettikleri noktalar var. Öncelikle Cemil Ertem’i okuyalım:

“…Türkiye gibi ülkeler için dillere pelesenk olan bir tasarruf yetersizliği söylemi vardır. “Türkiye’de tasarruflar yetersiz, o zaman daha fazla kemer sıkmalıyız” cümlesi, hiç şüphesiz ki hem yanlıştır hem de elimizin tersiyle masadan aşağıya atmamız gereken bir anlayışın ilk cümlesi, temel argümanıdır. Bunun karşısında şunu söyleyeceğim: “Hayır, Türkiye’de tasarruflar yetersiz değildir; çünkü dışa tam açık -hele dalgalı kur rejimi uygulayan- bir ülkede iç tasarruf üzerinden bir genel denge modeli kurumazsınız.” Dışarıya tam açık, sermaye giriş çıkışlarının tam serbest olduğu, dalgalı kur rejimi uygulayan bir ekonomide tasarruf yetersizliği yerine, dış tasarrufları değerlendiremeyen, yetersiz, derinlikli olmayan bir finansal yapıdan bahsetmek işin doğrusudur. Biz yıllardır şu petro-dolarların (Körfez sermayesinin) neden Doğrudan Yabancı Sermeye (FDI) olarak gelmediğini, ancak Boğaz’da arsa, yalı almak üzere geldiğini konuşur dururuz. Bırakın Körfez sermayesini, eğer esaslı bir banka sisteminiz, derinlikli para ve sermaye piyasalarınız yoksa içerideki birikimler -tasarruflar- da dışarıya gider. Burada önemli olan, doğru finansal mimariyi geliştirmektir; yoksa tasarruf açığı var diye, orta gelirlinin-yoksulun avucunun içindekini de çarpık banka sistemine aktarmak için ponzi zincirleri kurmak, ha bire faizleri yükseltmek, ücretleri düşürmek, çağ dışı kemer sıkma politikaları uygulamak “iş’ değildir.”  (Kemer Sıkmayacağız Büyüyeceğiz!, Cemil ERTEM, 01.08.2017, Milliyet)

Sayın Ertem, özetle “büyümek için tasarruflar gerekir, bunun için, faizleri yükseltelim ve vergileri arttıralım” diyen anlayış yanlıştır, diyor. Büyüme için gerekli yatırımları, dış dünya tasarruflarından (yani sıcak para kanalıyla) karşılayalım, dünyada Türkiye’nin ihtiyacından daha fazla fon arzı var; maharet bunu iyi ve etkin bir şekilde yönetebilmekte, diyor.  

Şimdi de Erinç Yeldan ne diyor ona bakalım:

“Asya Krizi bundan yirmi yıl önce, uluslararası finans spekülatörlerinin Tayland ulusal parası Baht üzerine yoğunlaştırdıkları amansız spekülatif saldırı üzerine Temmuz 1997’de patlak verdi. O günlere değin “ihracata yönelik sanayileşmenin” ve dinamik büyümenin öznesi olarak görülen Asya’nın Kaplanları birer birer döviz ve ardından reel ekonomik krize sürüklendi. Krizin etkileri akbaba kapitalizminin sürü içgüdüsü sayesinde de kısa sürede tüm küresel ekonomiye yayıldı. 

Kriz öncesi Asya ülkelerinin makro ekonomik temelleri son derece sağlıklı görünümdeydi. Kamunun bütçe açıkları düşük, ticaret dengeleri pozitif, enflasyon oranları düşük ve yatırım temposu da son derece yüksekti. Ancak bütün bu olumlu temel göstergelerin (piyasa yorumcularının sevdiği deyimle, makro fundamentallerin) ardında ciddi bir kırılganlık unsuru yatmaktaydı: sermaye akımlarının aşırı serbestleştirilmesi ve finansal kuralsızlaştırma (deregulation). Finansdışı reel şirketler kesimi, IMF ve Dünya Bankası ikizlerinin dogmatik inanç, telkin ve açık baskıları ardından uygulamaya konulan finansal kuralsızlaştırmayı fırsat bilerek, bankacılık kesimini bertaraf etmiş ve doğrudan dış borçlanma olanaklarını sonuna dek kullanmaya başlamışlardı. Özellikle kısa vadeli, spekülatif nitelikli dış borçlanma hızla artmış ve merkez bankaları rezervlerinin üstüne çıkmıştı. Ancak yüksek yatırım ve büyüme temposu söz konusu kırılganlıkların ve dış dengesizliklerin yarattığı tehditleri gizlemekteydi. 

Ta ki Temmuz 1997’de finansal derecelendirme kuruluşları “kralın çıplak olduğunu” fark edene dek...”( Asya Krizinden Rekabetçi Otoriterliğe, Erinç YELDAN, 02.08.2017, Cumhuriyet)

Erinç Yeldan’ın bahsettiği de aslında gayet düzgün iktisadi verilere sahip olan Asya ülkelerinin hesapsız ve sınırsız dış borçlanmayla Asya Krizi felaketine gittikleridir. Bu süreçte, Asya ülkelerinde milli bankacılık sistemleri “by-pass” edilerek uluslararası finans kurumları vasıtasıyla yerli firmalar aşırı borçlandırılmıştır. Sayın Yeldan, sıcak parayla belki kısa dönemde saadet olabileceği, ama uzun dönemde nihai sonucun kaçınılmaz çöküş olacağı görüşündedir.

Büyümenin temel motoru yatırımlardır. Yatırımlar ise, bir çok firmanın tek başına öz kaynakları ile karşılayamayacağı meblağlar içerdiği için, milli ekonomide birikmiş fon arzı, yani tasarruflar ile finanse edilir. Bu aşamada, bankacılık sistemi ve menkul kıymet piyasaları tasarrufları yatırıma sevk etme görevini üslenir. Egemen bakış açısı, tasarruf yetersizliği durumunda yeterli miktarda yatırımın finanse edilemeyeceği, bunun için de büyümenin sekteye uğrayacağı görüşündedir. İngiliz İktisatçı Nurkse, “fakirlik kısırdöngüsünün” bir parçası olarak tanımladığı “düşük gelir–düşük tasarruf–düşük yatırım–düşük gelir” döngüsünü kırmanın yolu olarak iki farklı strateji önerir:

Ya emperyalist ve zengin ülkelerin tefeci kurumlarından borç alarak milli serveti haramilere ipotek etmek, ya da kamu yatırımları ve merkezi planlama ile (dolayısıyla ensesi kalın zenginlerin çokça vergilendirilmesi ile) kalkınma yoluna gitmek. 

Cemil Ertem, tasarrufları arttırmak için faizin yükseltilmesi gerektiğini ön kabul aldığı için hata etmektedir. Bu yüzden tek yol olarak dış borçlanmayı göstermekte ve bunun iyi ve etkin bir şekilde yönetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Anti parantez belirtmekte fayda var, dış fonları ülkeye çekebilmenin en doğrudan yolu yüksek faizdir ki, bu da Ertem’in nihai hedefi ile örtüşmemektedir.  Halbuki, tasarrufları arttırmanın en temel yolu kişi başına geliri arttırmaktır; bizim meselemizde, bu, Türkiye’nin kişi başına gelirini 20 bin doların üzerine çıkarmaktır. Bunun için birkaç ay önce bir dizi yazıda bahsettiğim merkezi planlama ile yüksek teknolojili sektörlerde kamu yatırımları ağırlıklı bir Milli Büyüme Politikası geliştirilmesi gerekir. Yoksa, emperyalistlerin ianesi ve sadakasına dayalı bir büyüme modeli Yeni Türkiye’yi değil, olsa olsa 1990’ların Çiller - Yılmaz ekonomisini, yani Eski Türkiye’yi doğurur.  Sayın Ertem’in haklı olduğu nokta ise, sağlıklı bir ekonomi politikasının yolunun yüksek faiz ve yüksek vergiden geçmeyeceğidir. Türkiye’nin küçülmesi değil büyümesi gerekir. 

Sayın Yeldan, emperyalist güçlerin tasarruflarını pazarlayan dev küresel fonların alacakları kararların gelişmekte olan ülkelerde ciddi dalgalanmalara yol açabileceğinden bahsetmektedir. Yabancıların etkinliğini arttıran şey ise denetimsiz ve kuralsız borçlanmadır. Ne kadar derin finansal yapılar olursa olsun, küresel spekülatörler bu yapıları da “by-pass” edebilmektedirler. Ancak, Asya krizinin ana sebebinin kendi milli paralarını dolara endekslemeleri olduğundan hiç bahsetmemektedir. ABD kadar verimli olmayan ekonomiler, teknolojik gelişimle doların yükseldiği konjonktürde hızla cari fazladan cari açığa dönmüşler ve bunların sonucunda para kaçışları yaşanmıştır. Yani, krizin ana sebebi yoğun dış borç değil yanlış para politikasıdır, bu durumda hiç yabancı yatırıma dayanmamak ilkesi de biraz şüpheyle bakılması gereken bir yaklaşımdır. 1970’lerin Japonya’sı, 1990’ların G. Kore’si ve 1990-2000’lerin Çin’i merkezi milli devlet otoritesinin denetim ve yönetiminde üretken sektörlere yatırıma sevk edilen yabancı sermayenin yarattığı büyümeyi bize göstermektedir. Bu açıdan da, Cemil Ertem’in söylediği gibi, gelen yabancı fonların iyi ve etkin yönetilmesi gerekir.

Bu tartışmadan sonuç olarak çıkarılabilecek iki nokta vardır: İlki, gerek yerli gerekse yabancı fon kaynaklarını “gösteriş tüketimin” aktararak kısa dönemli refah yaratmaktansa, üretken sektörlere ve ileri teknoloji ile eğitime kanalize ederek uzun dönemli yüksek büyümeyi sağlayacak bir merkezi kalkınma planı olmazsa olmazdır. İkincisiyse, her ülkenin kendi para birimi üzerinde mutlak denetim gücüne sahip olması gerekir. Gerisi teferruattır.