MİLLETİN DİRENİŞİ , DEVLETİN DİRİLİŞİ

Edibe SÖZEN 22 Ağu 2016

Edibe SÖZEN
Tüm Yazıları
Ülkemizin en uzun gecesi 15 Temmuz, bir milletin topyekün emperyalizme ve onun taşeronlarına direnişi; ülkesine, devletine sahip çıkışının tarihidir.

Ülkemizin en uzun gecesi 15 Temmuz, bir milletin topyekün emperyalizme ve onun taşeronlarına direnişi; ülkesine, devletine sahip çıkışının tarihidir. Direniş, Çanakkale ruhunun ve Kurtuluş Savaşı’nın eski adıyla Boğaziçi, yeni adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ndeki, Atatürk Havalimanı’ndaki, Kazan ve Gölbaşı’ndaki aksülameli; Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın öncülüğündeki bir milletin dik duruşu, vatanı uğruna tankların önünde bedenini siper edişidir.

Saatler 21.48’i gösterdiğinde, Boğaziçi ve FSM Köprüsü üzerinde duran tanklar, öncelikle DAİŞ saldırısına yönelik bir savunma hazırlığı görüntüsü veriyor olsa da çok kısa bir süre sonra, hain bir darbe girişimi olduğu anlaşıldı. İstanbul, Ankara merkezli darbe kalkışması görüntülerinin altından, FETÖ terör örgütünün bu ülkeye ve devlete yönelik işgal girişimi çıktı. Şeytanlaşmış kafalarıyla, kehanet dillendiricileri milletin üzerine tanklarını sürdüler, tüfeklerini doğrulttular ve masum insanları öldürdüler. Onlar, artık milletin gözünde bir cinayet şebekesi, örgütlü bir kötülük hareketi ve bir terör örgütü! Yıllarca bu topraklardan nemalandılar, inananları kandırdılar  himmet ve zimmet zihniyetinin sonunda öldürmeyi seçtiler. “Öldürme timi” FETÖ cuntası, ülkemizi kurumlarıyla işgal etmeye kalkıştı. İşgal girişimi, Arendtçi anlamda bu “şiddet”, Türkiye’yi bir şeylerden “caydırma”ya yönelik bir taşeronluk eylemi idi.

Batı’dan da destek bulmuş bu darbe kalkışmasına, uzun yıllardır hazırlanan iki küresel siyasi söylem etrafında, küresel kamuoyu hazırlanmıştı: İlki, onlara göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, sultan ve  “öngörülemez”(unpredictible) bir  liderdi. İkincisi, Gezi Olayları’ndan bu yana sıklığı artırılarak kullanılan “toplumsal kutuplaşma” idi. İki tezin de “yok” hükmünde olduğunu dünya alem gördü: FETÖ’cü cunta yerine, millet, hükümet, devlet duruma el koydu.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın Facetime’dan görüntülenen “Milletimizi meydanlara davet ediyorum. Halkın gücünün üstünde bir güç ben tanımadım bugüne kadar. Darbecilerin başarılı olacağına inanmıyorum… Ben de havalimanına geliyorum!..” dedikten sonra, milyonlar meydanlara inerek milletine, devletine, demokrasisine sahip çıktı. Başbakanımız Binali Yıldırım’ın metanetli, kararlı duruşu, muhalefet parti liderlerinden özellikle MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin ve sonrasında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları, meydanlara toplanan milyonlarca insan, medya, iş dünyası ve diaspora Türkleri arasında adeta bir Türkiye mutabakatı imzalandı: Türkiye’den taviz yok, demokrasiden taviz yok!

Öldürme timi ya da cinayet şebekesi TRT, TÜRKSAT ve CNNTürk’e baskın düzenledi; Yenişafak foto muhabiri Mustafa Cambaz’ı Çengelköy’de öldürdü; başta bayrak reklamları olmak üzere görsel sivil Türkiye’yi inşa etmeye ciddi katkıda bulunan bir reklam ustası ve gönül eri Erol Olçok’u ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok’u haince vurdu; Milat gazetesi muhabiri Enes Babacan’a saldırdı; Digitürk binası ve Turkuvaz Medya’ya baskın düzenledi; NTV’ye yayın politikası değiştirme baskısında bulundu. Darbecilerin en ağır saldırısı, Ankara Gölbaşı’nda yer alan Özel Harekat Daire Başkanlığı ve Polis Havacılık Daire Başkanlığı’na yapılan saldırı idi ve altısı kadın 42 polisimiz şehit oldu. 15 Temmuz’un en büyük sembolü Ömer Halisdemir’in kahramanlık hikayesi, başlı başına bir ülke direnişinin sembolüydü. Yedi çocuklu Niğdeli bir ailenin çocuğu idi; Kuzey Irak, Şırnak ve Silopi de görev yapmıştı.15 Temmuz gecesi, Özel Kuvvet Komutanı’ndan aldığı emri yerine getirmiş ve şehit olmuştu.

Olaylar vuku bulurken, Batı medyası kendi kendini sansürledi; gıkını çıkarmadı. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Türkiye’de yaşanmakta olanlara dair sorulan soruya cevabı tuhaf olmakla kalmadı, 12 Eylül darbesine dair Kissinger’ın sarfettiği “bizim çocuklar başardı!” sözünü hatırlattı, hepimize. New York Times da yayınlanan halkımıza ”sürü” diyen yazı başta olmak üzere, olayların hemen ertesinde, ABD’li eski diplomat J.Jeffrey’nin bir röportajında (C.Çamlıbel,Hürriyet,2016) ”ahmak!” dediği Graham Fuller’in darbe girişiminin ertesi günü Huffington Post’taki Gülen’i ılımlı İslam’ın temsilcisi addettiği yazısı Batı istihbarat/fikir/medya dünyasının oryantalist, ikircikli, darbesever ve işgalsever yüzünü bir kez daha gösterdi. Utanma, adalet ve merhamet duygusunu kaybetmiş Batı dünyası, darbecilerin hukuk ile yargılanıp yargılanmayacağı” sorusunu sormakta beis görmedi. Birkaçı dışında, İslam dünyası medyası da ne yazık ki süreçte ülkemizi yalnız bıraktı.

Evet, Türkiye’nin bedenine bir yumruk sallandı, içimiz kanadı, acı, boğazımızda düğümlendi; birlikte yürüdüğümüz arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi ve evlatlarımızı şehit verdik!..

Her şeye rağmen bir kez daha vatan olduk; milleti oluşturan ana unsurlardan “ortak hafızamız” ve “ortak amaçlarımız” konusunda yeniden şuurlandık, yani dirildik. Ağzımızdan çıkacak kelimelere ipotek koymaya çalışanlara, geniş muhayyel coğrafyamıza rağmen, vatanımız Türkiye’dir dedik ve demeye devam edeceğiz, dört koldan terör saldırıları ile kuşatılmış olsak da.