MEĞER SAÇLARINI DEĞİRMENDE AĞARTMIŞLAR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
"Biz bu saçları değirmende ağartmadık." Bu ifâdeyi kullananlar, kadın ya da erkek olsun, sâhip oldukları hayat tecrübesinin ve birikimin fizikî yansıması olarak ak düşmüş saçlarını işâret ederler.

“Ak saçlı” olmak bizim kültürümüzde bilgili ve görmüş geçirmiş olmayı, yaptığı işte ehil ve mâhir olmayı, sözü dinlenmesi gereken insan olmayı anlatmak için kullanılır. Bunun sebebi, ak saçlı insanların belli bir yaşın üstünde olması ve dolayısıyla uzun bir hayat tecrübesine sâhip olduklarına olan inanç ve kanaattir.

Kimileri meseleyi “ak saçlı” olmakta bırakmaz ve daha ileri götürüp yaşayan efsânevî kişileri işâret etmek için “ak sakallı” gibi ifâdeler kulllanır.

Ancak bu bağlamın en kapsamlı ifâdesi şu cümledir: “Biz bu saçları değirmende ağartmadık.” Bu ifâdeyi kullananlar, kadın ya da erkek olsun, sâhip oldukları hayat tecrübesinin ve birikimin fizikî yansıması olarak ak düşmüş saçlarını işâret ederler. Zira, fırıncı çırağı ya da kalfalarının da yaşı genç olmasına rağmen, dışarıdan bakınca saçları beyazdır, çünkü saçları unla kaplanmıştır. Ama bu kişilerin saçlarının unla kaplı olması, onların gerçekten beyaz saçlı ya da görmüş-geçirmiş olduğu anlamına gelmez. Eskiden un, değirmende üretildiği için dilimize böyle bir deyim girmiş.

Nerede bu değirmen?

Medyanın sunduğu imkânları çoğu zaman suistimâl edip halkın gözünde bilinirlik ve tanınırlık elde etmiş bâzı isimler var. Bu isimlere dışarıdan bakınca fiziksel olarak en bâriz ortak özellikleri beyaz saçlarıdır. Kimisinin saçı uzun, kimisinin kısa; kimisinin seyrek, kimisinin gür; kimisinin dalgalı, kimisinin düzdür. Ama hepsi de ya tamâmen beyaz saçlı ya da kır saçlıdır.

Bu fiziksel olarak ak saçlıları televizyon ekranlarında, sosyal medyada, gazete ve dergilerde, fimlerde, dizilerde, tiyatro sahnelerinde, reklam filmlerinde sık sık görüyoruz. Genelde kendilerine “sanatçı” ya da “gazeteci” der. Nedense bu meslekler sebebiyle de “dokunulmaz” olduklarını zannederler. Hatta kendilerinde “hakâret etme imtiyâzı” olduğunu zannedenler de bir hayli çok sayıda.

Arkasına saklanmaya ve kirletmeye utanmadıkları mesleklerinin “usta ismi” olduğu iddia edilen bu fiziksel ak saçlı zevat hakkında merak ettiğim şeyler var. Acaba bunca teknolojik gelişmeye, fabrikaya ve sanayi kuruluşuna rağmen neden un öğütmekte hâlâ değirmen kullanıyorlar?

Diğer bir soru da, memlekette müzelik bile olsa tek bir un değirmeni kalmamasına rağmen, saçlarını ağartıp bilge rolü oynamalarını sağlayan bu değirmen nerede?

Bu mikropta maske işe yaramıyor

Attıkları iftirâların tamâmına yakınını bizzat yaptıklarıyla ilgili söylentileri sağır sultan bile duymuşken, ekran başına geçince “Bakire Meryem”den bile mâsum olduklarını zannetmemiz için iyi rol kesiyorlar.

Saçlarındaki beyaz rengin aksine, yürekleri ve kalpleri kapkara olduğu için, söyledikleri her söz ve yazdıkları her kelime etrâfa siyah lekeler olarak yayılıyor. Maalesef bu lekeden kurtulmak veya uzak durmak için mevcut hiçbir önlem ve tedbir, geliştirilmiş hiçbir maske ve izolasyon yöntemi işe yaramıyor. Bu kara lekeden uzak durmak için sosyal mesâfeyi değil, psikolojik ve mânevî mesâfeyi mümkün olduğunda uzak tutmak gerekiyor.  

Âidiyetleri yok

Bu çakma ak saçlıların, beyaz saçlarından başka birçok ortak özellikleri var. Bu özelliklerin birinci sırasında içinde yaşadıkları ülkeye ve millete, vatandaşı oldukları devlete, suyunu içtekleri toprağa karşı hiçbir âidiyet hissine sâhip değildir.

Türkiye ile ilgili konuşurken, tekil ya da çoğul üçüncü şahıs kullanıyorlar. Türkiye’den “onlar” diye bahsediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkili bir makamında oturan kişiden bahsederken, sanki yabancı bir ülkenin  yetkilisi gibi konuşuyorlar. Türkiye’nin devlet olarak yaptıklarını “yaptılar”, “yapmışlar” şeklinde ifâdeler kullanarak anlatıyorlar. Elbette bunları söylerken taltif edici bir dil kullanmıyorlar.

Diğer ortak özellikleri de, kimlik kartını ve pasaportunu taşıdıkları Türkiye Cumhuriyeti devletinin zor duruma düşmesinden zevk almaları ve sevinmeleridir. Öyle olmasa bile, anlamsız bağlamda yaptıkları kıyaslamalarla, Türkiye’yi küçük göstermek istiyorlar. Mesela koronavirüs testleri pozitif çıkan vatandaşlarımızın sayısının, aynı gün sayısı içinde İtalya’dan daha çok olmasının sebebinin, Türkiye’de yapılan testlerin İtalya’da yapılan testlerden fazla olması olduğunu bilseler bile çarpıtıyorlar. Bunu yaparak kendi kendilerini tatmin ediyorlar ve onları dinleyip okuyanların aynı tatmini hissetmelerini sağlıyorlar. Bu yüzden kendi tâkipçilerine karşı büyük ve azimli bir “sorumluluk” duyuyorlar. Bu sorumluluğu da “yılmaz bir dava adamı” gibi yerine getiriyorlar.

Bunu yapmalarının diğer bir sebebi de, Avrupa’yı her şartta üstün göstererek, hayran oldukları ve toz konduramadıkları Avrupa ile ilgili rüyâ ve fantezilerine devam edecekler şartları sağlamaktır.

Üç-beş ay öncesine kadar, “Türkiye’de yaşanmaz” deyip Avrupa ve Amerika’ya kaçmak için yollar arayanlar, şimdi beğenmedikleri Türkiye’nin bu durumdan en az kayıpla kurtulacak ülkelerin başında olmasını kabul etmek istemiyorlar.

Avrupa yardıma ihtiyaç duyar mı!

Bu çakma ak saçlılar ve onların tâkipçilerinin gözünde, varlık sebeplerinin kaynağı olan Avrupa, âdeta “tanrısal bir medeniyet” olarak hiçbir acziyete düşmez. Onlara göre Avrupa hep üstündür; yardıma ihtiyaç duymaz. Oysa Avrupa’nın kendi heykelini diktiği kâidenin içi ve altı, sömürülen insanların kanları ve terleriyle doludur.

Bu Avrupa’ya şirin gözükmek için her türlü dinî ve millî değere hakaret etmekten, bu değerleri alay konusu yapmaktan ve çarpıtıp tahkir etmekten çekinmeyen bu “değirmenzâler”, şu gerçeği görmek istemez. Son salgının sebep olduğu zor şartlar da göstermiştir ki, hiçbir Avrupa devleti, değil dünyânın başka bir devletine, diğer bir Avrupa devletine bile karşı iyi niyetli değildir. Ortak menfaatler olmadığı sürece, yengeç sepetinden farksız olduğu bilenen Avrupa Birliği’nin dağılma fişeği çoktan ateşlenmiştir.

Aldıkları Schengen vizeleri işe yaramayacak

Şimdi tek bir vize ile bütün Avrupa’ya gidebilen bu çakma ak saçlılar, aldıkları Schengen vizesinin birkaç yıla kalmaz geçersiz olduğunu gördüklerinde acaba kendilerini nasıl teselli edecekler? Dağılmış, kendi derdine düşmüş, birbirini yemeye başlamış bir Avrupa’nın neresini methedecekler?

Daha acısı, burada kandırmayı başardıkları yufka yürekli insanlar Avrupa’da olmadığı için onların yüzlerine kimse bakmayacak ve bugünlerde yaptıkları yalakalığı Avrupa’da kimse aklına getirmeyecek.

Yüzyıllarca birbirini yiyip binbir parça olmuş Avrupa, yine bir kaosun eşiğindeylen, vefa duygusundan nasibini almamış olan bir “medeniyet” iken, kendi ülkesine âidiyet duymayan çakma ak saçlılara neden sâhip çıkıp ekmek versin ki!