​MARX, KEYNES VE SCHUMPETER: 21. YÜZYILIN İKTİSAT ANLAYIŞI NE OLMALI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
1970'lerde başlayan ve kendisinin 1980'lerin ikinci yarısında hissettirmeye başlayan ve bugünse artık hayatımızın vaz geçilmezi haline gelen dijital teknoloji elbette kapitalizmin yapısını da etkilemiştir.

1970’lerde başlayan ve kendisinin 1980’lerin ikinci yarısında hissettirmeye başlayan ve bugünse artık hayatımızın vaz geçilmezi haline gelen dijital teknoloji elbette kapitalizmin yapısını da etkilemiştir. Yine insanlık tarihinin başlangıcından bu yana süregelen toplumlar arası entegrasyon sürecinin yol açtığı Küreselleşmenin de iktisadi olaylar üzerinde belirleyici ve kalıcı değişimler yaratan etkilere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki olgunun karşımıza çıkardığı en açık gerçek ise iktisat biliminin mevcut araç ve yöntemleri ile algılamada, açıklama ve tahlil etmede zorlandığı karmaşık ve tahmini zor bir iktisadi yapıdır.

Birkaç istisnai iktisatçıyı bir tarafta bırakırsak, genel olarak iktisatçılar basit ve mekanik bir işleyişe sahip bir dünya tahayyülü üzerinden analiz yaparlar. Böyle bir model üzerinden insan toplumlarına ve onların iktisadi ilişkilerine bakış, gerçek hayattaki karmaşık ilişkileri gözden kaçırma sonucunu doğurmaktadır. Bu yüzden, her geçen gün, patlayan iktisadi ve sosyal krizleri tahmin etmede ve bu krizlere çözüm önerisinde bulunmada iktisatçılar yetersiz kalmaktadır. Sonuçta değişen toplumsal örgütlenme ve iktisadi ilişkiler karşısında iktisat biliminin de analiz yöntemi ve araçlarını değiştirmesi gerekir.

İktisat eğitimi alan talebelerin birinci sınıftan itibaren karşısına çıkan en temel kavram “dengedir.” En genel tabirle, denge, birbirinde zıt yönlerde işleyen iktisadi etkenlerin bir uzlaşması ile oluşan ve bütün iktisadi değişkenlerin burada istikrar kazandığı durumu gösterir. Yani, dengede hareket ve değişim durur.  Sürekli değişimin, her türlü fiyatta durmak bilmeyen dalgalanmaların, milli gelir, üretim ve istihdamda bazı dönemler çılgınca büyümenin bazı dönemlerde de öldürücü çöküşlerin yaşandığı bugünkü kapitalist sistemi sadece denge kavramı ile anlatmak imkânsızdır. Bugün en azından iki denge noktası arasında bir dengeden başka dengeye hareket halindeki iktisadi değişkenlerin hareket kanununu incelemek de gerekmektedir: Örneğin döviz kurunun ne kadar zamanda ve ne düzeye gideceğini belirleyen veya milli gelirin büyüme ve dalgalanmasını düzenleyen hareket kuralları gibi. İşte iki denge arasındaki değişim durumu “dengesizlik” olarak adlandırılır ve bugün her şeyden önce dengesizlik kavramı merkezinde bir iktisadi bakış açısına ihtiyacımız vardır.

Yukarıda ismi geçen üç iktisatçı da, her ne kadar birbirlerinden farklı ve birbirleriyle çelişen dünya görüşlerine, analiz yöntemi ve araçlarına sahip olsalar da, bir noktada uzlaşmaktadır: dinamik dengesizlik modellemesi. 

Karl Marx kendi çağdaşlarına göre çok ileri ve karmaşık bir analiz yöntemi geliştirmişti. Amacı kapitalist toplumun ve iktisadi ilişkilerin tarihsel hareket kanunlarını belirlemekti. Burada en az iki sektörlü ve en az iki sınıflı bir kapitalist ekonominin dinamik – zaman içinde değişen – hareketinin temel prensiplerinin araştıran bir dengesizlik modeli kurdu. Halen daha kapitalist ekonomiyi Karl Marx kadar geniş ölçüde ve ekonomi içi ve sınıflar arası çatışmaları ile birlikte analiz eden bir iktisatçı çıkmamıştır. Karl Marx’ın dinamik dengesizlik kuramı sınıflar arası çatışmaya ve bunun dayanağı da Emek Değer Teorisi’ne kadar gider. Karl Marx’ın iktisadi aktörü – yani davranışlarını incelediği iktisadi özne- genelde iktisadi sınıf, özelde ise işçi sınıfıdır. Marx, her bir sınıfın iktisadi davranışlarının hareket kanunlarını zorunlu tarihsel şartlara dayandırır. 

Schumpeter, kapitalist sistemin basit bir gelişim trendini değil ama döngüsel, dalgalı bir gelişimi trendini izlediğini vurgular. Kısa, orta ve uzun vadede farklı frekanslarda iktisadi dalgaların iç içe geçtiğini ve bu dalgaların temelde envanter yatırımı, makine teçhizat yatırımı, altyapı yatırımı ve teknoloji yatırımlarına bağlı olarak gerçekleştiğini vurgular. Teknolojik değişime burada ayrı bir yer veren Schumpeter, kapitalist sistemin hayatta kalması için sürekli bir dengesizlik halinde olması gerektiğini söyler ve bu dengesizlik halini de “yaratıcı yıkım” olarak adlandırır. Schumpeter’in önem verdiği iktisadi aktör ise gerek üretimi organize ederek yatırımları gerçekleştirmesi gerekse teknolojik gelişmenin öncü aktörü olması gerekçesiyle bireysel girişimcidir. Bir dinamik dengesizlik modeli kurmasına rağmen Schumpeter’in Marx’tan yöntemsel olarak farklılaştığı nokta, analizinin iktisadi öznesinin sınıf değil bireysel müteşebbis olmasıdır. 

Keynes gerek para teorisinde, gerek yatırım teorisinde gerekse işgücü piyasası modellemesinde kitle psikolojisine atıfta bulunmuş ve kitlelerin sürü psikolojisiyle içine girdikleri iktisadi hareketin bireylerin rasyonel karar alma mekanizmalarından farklı olduğunu göstermiştir. Keynes, bizde ders kitaplarında Amerikalı iktisatçı Alvin Hansen tarafından talebeler için basitleştirilmiş modeli ile tanınır. Halbuki gerçek Keynes Genel Teori’deki (yani kendi ana eserindeki) fikirleri ile anlaşılabilir. Buradan bakınca Keynes’in ana hareketi kitle psikolojisi kanunları ile tanımlanan bir dinamik dengesizlik modeli kurduğunu görürüz. Keynes, analizinde ana özne olarak ne sınıfı ne de bireyi almıştır; ancak o, bütün bir milletin toplu hareketini incelemiştir. 

21’inci yüzyılda içinde bulunduğumuz tahmini güç, karmaşık ve iç içe geçmiş ilişkiler yumağından oluşmuş Küresel Ekonomi’yi anlayabilmek ve problemlere çözüm önerileri getirebilmek için bu üç iktisatçının bakış açıları ve yöntemlerine yeniden dönmek gerektiğini düşünüyorum. Bu da, daha geniş anlamda diğer sosyal bilim disiplinlerinden de yardım almayı gerektirmektir. Yoksa 19’uncu ve 20’inci yüzyılların egemen iktisat modelleriyle bu hastayı sağlığına kavuşturamayız.