MAFTİRİM

Sevgi Canan AŞİROĞLU
Tüm Yazıları
Zayıf, cılız bedenimin açlığa tahammül edebildiğini anımsadığım çocukluk yıllarımda, iftar saatinde televizyondan yayılan ney sesi bekleme ile eşleşirdi.

Ezan sesine bağlanan duayı bitirmeden suyumu içemez, başlayanlara da hayretle bakardım. Uzun süre açlığa dayanan beden, bir iki dakika daha bekleyebilirdi. Sabırsızlığın nedeni başka bir şey olmalıydı. Bütün ailenin, mahallenin, şehrin, ülkenin, aynı saatlerde yemek yediğini bilmek, tuhaf bir şeydi. O günlerimde, iftar saati ile bir ibadetin, o gün için sonlandırıldığını fark etmemiş olmama gülümsedim.

Her gün tekrarlanan alışkanlıklardan vazgeçmek, sadece açlık ile sınırlandırılamaz: Bir gün içinde, yemek öğünlerinin ortadan kalkması ile kazanılan zamanın, duygu ve düşüncelerimizin değerlendirilmesi, sorgulanması ve farklı bakış açılarında buluşması için yapılan eylemlerle, ruhumuza yolculuk!

Müziğin kalp ritmimiz ile başladığından hareketle, ibadetimizin dışsal donanımını müziğe teslim etmek olağan bir seçim. Makamsal özellikler ile bezenen ezanımız,  müziğimizdeki inceliklerin en yücesi: Çağrı!

“Aftara, Maftara, Maftir, Maftirim”

“Arapça’daki iftar-oruç açmak, bir ibadeti sonlandırmak sözünden türeyen Maftirim, Kutsal İbrani şiirinin, dini toplantılarda geleneksel Osmanlı Müziği’nin “Klasik İcra Üslubu”na, “Makamları”na uygun olarak seslendirilmesi sonucu gelişen bir olgu.”

Elime bir aramağan olarak verilen bir araştıma yazısının bütününde gezinirken, karışık duygular ile sarsılan zihnimde, özellikle “iftar” kelimesinin anlamının ne denli derin olduğunda takılı kaldım. Her ibadetin sonlandığı anlar, esasında iftar kadar değerli. Mevlevihanelerden yayılan müziğin, kültürel birlikteliğindeki yolculuğunda hoşgürünün rolü yadsınamaz. Ramazan ayı içinde yapılan her bir eylemin, tüm varlıklara dair hoşgörü ile eşleşmesi tesadüfi olmaktan ziyade insani bir görev. 1942 yılında İspanya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden sürgün edilerek Edirne’ye gelen Yahudi Cemaati, hoşgörü ve anlayış ile Osmanlıyı vatan olarak benimsemişler. Görünen o ki, örneklik, her iki toplumun karşılıklı olarak insanlığında gizli!

“Maftirim geleneği başlatan Haham İsrael Najara-(1555-1625) öncülüğünde, Edirne’de ilk Yahudi Müzik Okulu açılmıştır. Bu okulda Osmanlı Saray Musıkisi’nin temelleri üzerine eğitim verilmekte, hem Osmanlı müziği öğretilmekte, hem de maftirimin oluşumu ön plana çıkarılmıştır. Maftirimde şarkı formu dışında, mevlevi ayinlerinde olduğu gibi tek makam çerçevesinde taksim, peşrev, semai, nakış, yürük semai gibi formlar işlenmiştir. Burada yetişen müzisyenler aynı zamanda saray ve saray çevresinde de çeşitli görevler alarak Osmanlı Saray Müziği’nin gelişiminde önemli roller üstlenmişlerdi.”

Yan yana oturan, birbirine yabancı insanların, paylaştıkları müzik ile birbirlerine yakınlığını hayale daldım. Tanrı sevgisi, yakarışlar, sürgünler ve çekilen acılar üzerine yazılmış kutsal temalı şiirlere eşlik eden Türk Müziği!

Yaşadıklarımı anlamlandırmama sebep olan elimdeki yazıyı göğsüme yasladım. Paylaşımın üretkenliğini duyumsadım.

Bilgisini, emeğini cömertçe paylaşan Müzik Eğitmeni sayın Murat Özden’e huzurunuzda, sevgimle, saygımla teşekkür ediyorum.

Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun!