​LİNÇ BAĞIMLILIĞI VE EMMA SHAPPLİN KONSERİ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
"Linç" kelimesi, Türkçe'ye İngilizce'deki 'lynch' kelimesinden gelmiştir.

“Linç” kelimesi, Türkçe’ye İngilizce’deki ‘lynch’ kelimesinden gelmiştir. Lynch kelimesinin kökeni 1493’te James Lynch Fitzstephen isimli bir babanın kendi oğlunu, evlerindeki bir misafiri öldürmesi sebebiyle, yargılamadan asması olayına dayanır. Bu yüzden linç etmek, yargılamadan suçlu ilan etmek ve cezâyı infaz etmek demektir. 

En azılı katile bile kendini savunma hakkının verildiği modern hukuk sisteminin yürürlükte olduğu ülkelerde ve ülkemizde linç kültürünün var olması için masum hiçbir açıklaması olamaz.

Münferit suçlarda, kırsal kültürün devam ettiği ortamdaki halkın, adâleti kendi eliyle tezâhür ettirmesini câhillikle açıklayabiliriz. Lâkin koca koca profesörlerin, demokrasi havârisi gibi ahkâm kestiği, insan haklarına olan bağlılıkları(!) sebebiyle teröristin neredeyse yargılanırken masaj yapılması gerektiğini savunacak kadar ileri gittiği bir ortamda şâhit olduğumuz linç vakâları buradan köye yol olur.

“Aksi ispat edilene kadar herkes mâsumdur” ilkesini yanlış yorumlayıp “bizim düşüncemizin aksini düşünen herkes suçludur ve savunma hakkı yoktur” diyen bu insan hakları şövalyeleri (!) nedense yüz kızarma özelliğine sâhip değildirler. Kılıfına uydurup yaptıkları hukuk ihlâlleri onlar için, tanrıların onlara verdiği tartışmaya kapalı ulvî haklardır.

Linç kültürünün temelinde yatan cezânın “yargılamadan” infaz edilmesi, bu tanrısal demokratlarda tam bir bağımlılıktır. Belli aralıklarla bu hazlarını tatmin etmezlerse rahatsız olurlar. Kendilerine zarar vereceklerini bildiklerini için olsa gerek, etrâfa zarar verirler ve her seferinde artan bir dozda linç eyleminde bulunurlar. 

Bunların yaptığı linç girişimi değil, bizzat linçtir. Zira ellerinden kimse kurtulmaz. Girişimleri yarın kalmaz. Linçten aldıkları zevki tam bir tatmine ulaşana kadar ve linç ettikleri kişi veya kişilerin arenada aslanlarca parçalanırcasına hayatları kararana kadar devam ederler. Elbette ortada ne dökülen tek bir damla kan, ne de kopan bir organ yoktur. Ama soyut olarak onların baktığı her yer kan kırmızısıdır.

Linç bağımlılarının hedefleri çoğunlukla zayıflardır. Kendi muhitlerinden olmayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayan, kendileri gibi yiyip içmeyen ve giyinmeyenler ilk hedefleridir. Bulaşmak ve hır çıkarmak için bir sebep mutlaka bulurlar. Kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurdun mâzeret olarak “suyumu bulandırdın” demesi gibi haklı(!) oldukları bir şey hep vardır.

Ama gün gelir ve bir de bakarlar ki, kendi mahallelerinden bâzıları da, karşı şeride geçmiş ve bir şeyler yapmaktadır. Onların düşündüklerinden bir anlık bile olsa aksi şeyler söylemekte, konuşmakta veya yazmaktadırlar.

İşte birkaç örnek:

Hıncal Uluç: Avrasya tünelini öven bir yazı yazdığı için sosyal medya paylaşımlarında "Eski pornocu abimiz" diye geçmişi üzerinden şahsî linçe mâruz kaldı.

Prof. Dr. Nuray Mert: Cumhuriyet'teki yazısında müftü nikânını savunduğu için gazeteden kovuldu. Başta kendi gazetesinin yazarları olmak üzere kendi çevresinin hakaretlerine hedef oldu. 

Cüneyt Cebenoyan: Kız kardeşinin ölümüne sebep olan  PKK'yı Birgün gazetesinde eleştirdiği ve bu terör örgütünün gerçek yüzünü ortaya koyduğu için kendi çevresinin lincine mâruz kaldı.

Birgül Ayman Güler (CHP Milletvekili): FETÖ ile CHP'nin iş birliği yaptığı yönünde ifâdeler kullanınca disipline sevk edildi.

Hülya Koçyiğit: Bir dönem Yeşilçam’ın yıldızlarından ve Türk sinemasının “dört yapraklı yoncası” olarak anılan isimlerden biri olan Hülya Koçyiğit, ülkenin kanayan yarası teröre çâre bulmak için oluşturan “akil insanlar” arasında yer aldı diye, kanser teşhisi konduğunda “Bir AK Partiliden daha kurtuluyoruz” diye aleyhinde sosyal medya paylaşımları yapıldı.

Şafak Sezer: Gezi eylemlerine destek verirken takdir(!) ettikleri Savaş Sezer, daha sonra bu konuda pişman olduğunu söylediğinde “Saray soytarısı” diye linç edildi. Aynı isim, oynadığı Türk Malı adlı dizide “Türk Malı” üzerinde olumsuz bir algı mühendisliği yapılırken hiç eleştirilmezken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile tokalaşınca insanlık dışı bir muameleyle karşılaştı.

Bu linç bağımlılarının bir de duvara toslayıp rezil oldukları durumlar vardır ama bunun farkında değildirler. Uluslararası şöhrete sâhip bir ses sanatçısı olan Emma Shapplin’in geçen günlerde Bodrum’da verdiği konser sırasında ezan okunduğu duyunca konserine ara vermesi, dinleyiciler arasında bulunan bâzı “linç bağımlıları”nın tepkisine yol açtı. “Para verdik; şarkını söyle” terbiyesizliğinin de bir göstergesi olan bu tepki, linç bağımlılarının yüzünü bir daha ortaya koydu.

Bu linç bağımlılarının yaptığı diğer linç eylemlerinden bu ülkenin cumhurbaşkanları, başbakanları bile nasibini(!) almıştır. Demokrat Partililere “kuyruk”, Turgut Özal’a “tokunyalı müşteşar” ve “Çankaya’nın şişmanı”, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a da askerlik arkadaşlarıymış gibi ilk ismiyle edip “Tayyip” diyen bu bağımlılar, kendi ülkelerinin insanlarına “öküz Anadolulu” ve “bidon kafalı” demekten de çekinmemişlerdir.

Keşke diğer bağımlılıklar gibi bu bağımlılığın da tedâvisi olsa. Ama önce bunların tedâvi olmaya karar vermeleri lâzım.