KÜRESELLEŞME İLLETİ VE MİLLİ DEVLETLERİN STRATEJİLERİ: DEVLET FONLARI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
​Küreselleşme görünüş itibariyle devletlerden bağımsız, yeni gelişen dijital teknolojinin sebep olduğu bir dizi değişimin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Küreselleşme görünüş itibariyle devletlerden bağımsız, yeni gelişen dijital teknolojinin sebep olduğu bir dizi değişimin sonucunda ortaya çıkmıştır. Küreselleşmeyi en basit şekilde tanımlayacak olursak; Küreselleşme, özellikle sanayi mamulleri ve hizmetlerin uluslararası sınırsız ticareti ve sermayenin her nev’inin uluslararası sınırsız dolaşımını içeren bir küresel “yarı ortak pazardır”. Yarı ortak pazar dememin sebebi tarım mamullerinin ticareti ile emeğin uluslararası dolaşımının engellenmesidir. Bu durum yüksek teknolojiyi üreten ve sanayi mamulleri üreten ülkelerin arasında (yani gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler) entegrasyonu artırırken, bunlara gücü yetmeyen az gelişmiş ülkelerin oyun dışına çıkmasına yol açmaktadır. Başta ABD, Almanya ve Japonya olmak üzere gelişmiş ülkeler teknoloji liderliğini ele geçirmişlerken, gelişmekte olan ülkeler de düşük ve orta teknolojili sanayi sektörlerinde üretici konumuna geçtiler. Bunun sebebi, bu sektörlerin nispeten emek yoğun sektörler olması ve gelişmekte olan ülkelerdeki düşük emek maliyetleridir. Tabii ki, bütün 2000’li yıllar gelişmekte olan ülkelerde, kendi işçisini küresel kartellere sömürten ve yabancı kartellerin yerli ortağı konumundaki bir avuç küresel sermaye işbirlikçisi kodamanı zenginleştiren ve servetlerini artıran bir süreci doğurdu. Bu süreçte, gelişmiş ülkeler için gelişmekte olan ülkelerdeki halkın refahı, insan hakları ve milli iradeye dayalı demokrasi bir kriter değildi. Eğer gelişmekte olan ülkelerde, baskıcı rejimler kanalıyla işçi sınıfı baskılanırsa ve ucuz emek sömürüsü devam ederse işler tıkırında gitmektedir. Yine, gelişmekte olan ülkelerde, her türlü yabancı yatırımcıya bir çok imtiyazlar (bir nev’i post modern Kapitülasyonlar) verilerek, onlara, yerli sanayi karşısında haksız rekabet imkânı sağlanırsa sizden daha iyisi ve daha demokratiği yoktur. Dikkat edilmesi gereken en önemli faktör ise, bizim çok iyi bildiğimiz çıkarcı Batı‘nın iki yüzlülüğüdür.

Her şey böyle gidecek diye düşünülüyordu ki, dünyanın unutulmuş kısmı olan az gelişmiş ülkelerdeki iç savaş, fakirlik ve sosyal çatışmalar, yarattıkları domino etkisiyle bütün dünyayı bir kaosa soktu: Uluslararası terör ve göç. Bugün Batı dünyasının gelişmiş ülkelerinde birden yükselen bu İslamofobi ve ırkçılık, zenginliklerini fakirlerle paylaşmak istemeyen açgözlü ve kibirli beyaz adamın tepkisidir, biz Türkiye olarak bunu da çok iyi biliriz.

Küreselleşme, özellikle kalkınmak ve teknoloji üretiminde pay sahibi olmak isteyen gelişmekte olan ülkeler için bu noktada engel teşkil etmektedir. Hiç devlet müdahalesi olmazsa, küresel sermaye hareketleri, daha yüksek teknolojili sektörleri gelişmiş ülkelere taşırken, orta ve düşük teknolojili sektörleri de gelişmekte olan ülkelere taşımaktadır. Bu ise gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında uçurumun daha da artmasına yol açmaktadır.  

Bu hikaye, mali sermaye açısından da benzeri bir şekilde cereyan etmektedir. Gelişmiş ülkelerde ki tasarruf fazlalarının bir şekilde gelişmekte olan ülkelere plase edilmesi gerekmektedir ki, bu hem gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerden borç almasına hem de gelişmiş ülkelerdeki tüketim eğiliminin canlanmasına yol açacaktır. 

Herkesin anlayacağı şekilde ifade edersek, Hans Mehmet’e “Bende fazla mal var, sen de bunu benden satın al.”, demekte; Mehmet de “Bende para yok, nasıl satın alırım.”, diye cevap vermektedir. Bu sefer Hans ise “Canım, bende para da var, ben sana faizle borç vereyim ki benim malları benim paramla benden satın al.”, diye karşılık vermektedir. Mehmet sevinerek “Doğru yahu, ben bunu hiç düşünmemiştim, benim cebimden hiç para çıkmadan yaşam standardım yükselecek.“ diye bağırmaktadır. 

Bizim gibi ülkelerde yukarıda temsilen anlatmaya çalıştığım hikâye bu şekilde sürüp gitmiş, kısa vadeli bir geçici refah etkisi yaşanmış ve borç dağları aşmıştır. Küreselleşme, olgusunun bu anlamda, gelişmekte olan ülkelerde kalkınmayı değil, gösteriş tüketimini teşvik edeceği açıktır. Aynı zamanda, gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerin bir üst teknoloji basamağına çıkmasına, yüksek teknolojili malları üretmesine, milli iradeye dayalı yönetimlere sahip olmasına karşıdır. Çünkü kendi çıkarları için, işçi sınıfının ucuz emek sömürüsüyle baskılanması, gelişmekte olan ülkelerin çevre kirleten ve negatif dışsallık yaratan sanayi çöplüğü halinde kalması ve kendi ürettiklerini değil de ithal malları tüketmesini tercih ederler. Bu arada hem kâr hem de faiz kazancı elde ederler. 

Bu ahval ve şerait içinde, gelişmekte olan ülkelerdeki milli devletler, alternatif politikalar geliştirmelidir: Milli devletlerin kendi ekonomilerine hakimiyeti zayıflatan mali ve fiziki sermaye hareketlerini kontrol altına almalı, gerekirse kamulaştırma ve millileştirmeye giderek kalkınmayı sağlayacak yüksek teknolojili sektörlere yatırımı sanayi politikasının temeli haline getirmelidir. Bundan daha önemlisi, gelişmekte olan ülkelerin birlikte hareket etmesidir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile olan görüşmesi vesilesi ile öğrendik ki, TVF ile Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) ortak bir fon oluşturmuşlar. Bu çok hayırlı bir haberdir. Rusya da, Türkiye de küreselleşme altında aynı tehditlere ve aynı tehlikelere maruz kalmaktadır ve benzeri kalkınma hedeflerine sahiptir. Daha da ötesi, Türkiye ve Rusya’nın sanayi yapıları birbirine rakip değil birbirini tamamlayan niteliktedir. Milli paralarla ticaret dahil olmak üzere, devlet fonları kanalıyla spekülasyonları bertaraf etme ve stratejik sanayi yatırımlarını finanse etmek mümkün olabilecektir. Kendi halkının iradesine dayanan yönetimler de, Batı’nın ikiyüzlü Ali Cengiz Oyunları’na itibar etmeyip kendi halklarının çıkarını savunacaklardır.  Bu konuları bir müddet daha yazacağım.