KÜRESEL EKONOMİDE YENİ REKABET DÜZENİ VE VAKIFLAR

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
21'inci yüzyıl birçok değişime gebedir.

21’inci yüzyıl birçok değişime gebedir. Başta teknolojik gelişme olmak üzere üretim altyapısındaki değişimler, zamanla sosyal üstyapıda da değişimlere sebep olmaktadır. Bugün ele alacağımız konu, son günlerde yabancı medyada sıklıkla rastlanmaya başlayan bir konu olan ESG’dir, yani Çevre Sosyal Yönetişim kelimelerinin İngilizce karşılıklarının baş harflerinden oluşan bir kavram, (Environment Social Governence). Bu kavram, küresel ölçekte yatırımların teşviki için temel kriter haline gelmeye başlamıştır. Özellikle büyük ölçekli krediler verilirken, firma veya kurumların bu kritere uyması gerekliliği daha ciddi bir şekilde tartışılır hale gelmiştir. “Hocam nedir bu Allah’ını seversen, ‘Çevre Sosyal Yönetişim’ ne alakası var yatırımlarla?” diye sorduğunuzu duyabiliyorum. İsterseniz ilk önce bu kavramları değerlendirelim.

Özellikle, BM, UNESCO ve benzeri küresel kuruluşlarda ve AB içindeki kurumlarda, geleceğin ekonomisini oluştururken firmaların dünyanın ortak geleceğiyle, içinde bulundukları toplumun gelişmesine bulundukları katkıyla ve açık ve şeffaf yönetim tarzlarıyla ilgili daha temel sorumluluklar alması gerektiği üzerine tartışmalar olmaktadır. Buna göre her firma, yatırım yaparken, yatırımın çevreye tahrip eden negatif dışsallıklarını en aza indirmeyi amaçlamalıdır. Çünkü bu dünyanın ortak geleceğini, yani hepimizi ilgilendirir. Bu ESG’nin birinci kavramı olan Çevre’yi açıklamaktadır. İkinci olarak firmalar, egemen iktisat anlayışında tanımlandığı gibi, sadece kâr iştahı ile hareket eden canavarlar haline gelmemeli, aksine, içinde yaşadıkları toplumların problemlerinin çözümüne de katkıda bulunmalıdır.  Bunun için, özellikle, eğitim ve sağlık gibi alanlarda sosyal sorumluluk projelerinin desteklenmesi gerekmektedir. Yani, bir nevi, gücü en aza indirilmeye çalışılan milli devletin sosyal harcamaları özel sektöre ihale edilmektedir. Bu da ESG içindeki Sosyal kavramının açılımıdır. Üçüncü olarak, son yıllarda firmalar için çok popüler olan ve liberal görüşteki arkadaşlar tarafından habire ısıtılıp önümüze konan “yönetişim – governance” kavramı da yatırımların finansmanı için öncelikli bir kriter haline gelmektedir. Yönetişim iş yapma tarzı olarak “çok yanlı yönlendirme ve yönetme” ve kurumların yönetiminde ise “birlikte ve etkileşerek ortaklaşa yönetme” anlamına gelmektedir. Yani, firmaların kendi kendilerine bir denetim getirmesi, karar alma mekanizmalarını daha esnek ve bütün çalışanlara açık hale getirmelerini, uygulamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik kriterlerine bağlı kalmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu da Yönetişimin açılımıdır.

Önümüzdeki dönemde, küresel ekonomide milli devletlerin daha geri plana çekileceği önermesiyle birlikte, milli devletlerin bazı vazifeleri doğrudan firmaların kendi inisiyatifine bırakılmak istenmektedir. Yani Çevre Bakanlığı’na, Sosyal Devlet Kurumları’na ve Maliye Bakanlığı’nın bazı denetimlerine gerek kalmayacak ve firmalar kendi kendilerine bir denetim mekanizması geliştirecekler ya da kitabına uydurup geliştirmiş gibi yapacaklardır. Tabiî, günümüz küreselleşme taraftarı eski solcu yeni liberallerin savunduğu “ulus devletin döneminin bittiği, daha esnek küçük kantonlardan oluşan ve temelde serbest piyasa ekonomisi tarafından –yani firmalar tarafından- idare edilen çağdaş bir düzen” sevdası da yabana atılır bir faktör değildir. Tabii, bardağın boş kısmından bakarsanız böyle şüpheci yaklaşmanız gerekir. Pekiyi, ya bardağın dolu kısmından bakarsak ne olacak? O zaman şunu görmekteyiz: Önümüzdeki yirmi yıl içerisinde, küresel ekonomide rekabet etmek isteyen firmalar, eğer çevreye yeterince duyarlı değil ise, sosyal bazı sorumluluklara katkıda bulunmuyorsa ve açık ve şeffaf bir yönetim tarzına sahip değilse, ne aracı kurumlardan krediyle ne de menkul kıymet piyasalarından hisse satışıyla fon sahibi olabileceklerdir. Dolayısıyla, yirminci yüzyıldaki kârı maksimize etmeyi ve müşteri üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan profesyonel firma profiline yeni bir özellik eklenmektedir: Firmalar çevreye duyarlı, sosyal sorumluluk sahibi ve şeffaf olmalıdır.

Burada en önemli sorun EGS’nin ölçülmesidir. Çevreye duyarlılık, Sosyal sorumluluk ve Şeffaflık kavramlarını her firmayı kapsayacak şekilde tanımlamak ve bunların her firma için geçerli ölçme kriterlerini belirlemek en önemli problem olarak ortaya çıkmaktadır. Şu anda bir çok uluslararası kuruluş ESG’nin bilanço değerlerinden ve firmanın diğer kayıtlarından nasıl ölçüleceğine dair modeller üzerinde çalışmaktadır. Eğer bu konuda bir konsensüs oluşursa ESG değerleri uygun olmayan firmalara kredi kapıları kapanacaktır.  

Pekiyi, ben bunu size niye anlatıyorum? Neden olacak, “gökte aradığımız güneşi cebimizde unuttuğumuzu” söylemek için. Osmanlı tarihinde, iki hafta önce bahsettiğim Vakıf Müessesesi, tam da yukarıda tanımlanan ESG kriterinin karşılığıdır. Hem de, yukarıda anlatıldığı gibi, bir firmanın yerine getirmesi zorunlu olan bir kriter olarak değil, bizatihi kuruluş amacı olarak ESG kriterini yaşatan kurumlardır Vakıflar. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde, Vakıflar merkezli bir ekonomi yeniden tasarlanmalı ve hayata geçirilmelidir. Bu hem bizim kendi değerlerimizi modern zamanlarda yeniden hayata geçirmektir, hem de küresel rekabette belli bir avantajın kapısını açmaktır.