KÜLTÜREL KÜRESELLEŞME VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ (1)

Nurhan TOGUÇ 11 Nis 2016

Nurhan TOGUÇ
Tüm Yazıları
1960″lı yıllar Marksist ve Liberal beklentilerin aksine, modernleşme, devletleşme ve milli devlet oluşturma akımlarına sahne oldu. Ernest Gellner 1969″da "etnik kimlik" ile "kültür" arasındaki farkı şöyle tanımlar

1960″lı yıllar Marksist ve Liberal beklentilerin aksine, modernleşme, devletleşme ve milli devlet oluşturma akımlarına sahne oldu. Ernest Gellner 1969″da “etnik kimlik” ile “kültür” arasındaki farkı şöyle tanımlar: “Milliyetçilik bir ulusun kendi irk bilincine geri dönmesi değil, olmayan bir ulusu yaratabilme kapasitesidir.” Hechter”e göre; etnik kimlik sosyal kimliktir ve ortak kültür, ortak tarih veya ortak ırka dayanabilir. Bu bağlamda etnik kimlik sübjektiftir. ( DeVos 1975, Enloe 1973, Patterson 1975) Etnik kimlik, ırk temeline ilk kez 1985 yılında Horowitz ile dayandırılmıştır. Wolf (1988)”da, ortak biyolojik miras ile kültürel mirası eş tutmuştur. 1990″lı yıllara geldiğimizde, etnik ideolojilerin tamamen ırk kökenine indirgenmeye başlandığını görüyoruz . (Hollinger 1997). Etnik kimlik tanımlamalarında, kavramlar üzerinde bir anlaşma yoktur veya tanımlar zamana ve günün belirlediği sosyo-ekonomik, sosyo-politik anlayışa göre değişebilmektedir. Kültürel miras kavramı, tarihsel ve genetik miras kavramlarından farklı, tamamı ile öznel bir kavramdır ve bu miraslardan hangisinin benimseneceği ulusal bir tercihtir. Türk Milleti bu seçimi Atatürk ile birlikte başlayan süreçte yapmıştır. Bu anlayışa göre, kendisini Türk olarak tanımlayan herkes Türktür. Türkiye de “etnicity” kavramının tamamı ile biyolojik kökene oturtulmaya çalışıldığı son bir kaç yıllık süreçte, farklı ırkların oluşturduğu ortak kültür, tarih ve mirasın kasıtlı olarak reddedildiğini görüyoruz. Bu bağlamda uzlaştırıcı, ortak tarih ve mirasa dayalı bir Türk milliyetçiliğinin karşısında ırk temelini esas alan ayrılıkçı Kürt milliyetçiliği dayatmalarının mantığı nedir? Günümüzün karmaşık toplum yapısında kültür, hem ortak hem de ayrışan yanları olan toplulukların oluşturduğu, bir yandan süreklilik gösterirken diğer yandan değişimi de içeren bir olgu değil midir? Böyle bir yapı içerisinde “etnik” tanımının basitçe genetik kökene indirgenmesi, küreselleşmenin suni dayatması değil de nedir? “Ethnicity” kavramını ırk temeline indirgeyen bu yeni küreselleşme anlayışı, ulus devlet modellerinde, etnik gruplar arasında çıkar çatışmalarına yol açarak düşmanlığı körüklemekte ve böylece politik ve ekonomik istikrarı tehdit etmektedir. Ancak tüm bu olumsuzluklara karşın, “çok etnik yapılı toplum” savı dayatılmaktadır. Bu savın destekçileri, birlikte yaşamanın, çalışmanın, ortak tarihi geçmişe sahip olmanın getirdiği tamamı ile kendiliğinden oluşan doğal asimilasyonu bilinçli olarak göz ardı etmektedirler. Bu kültürel dönüşüm, çoğunluk kültürünün azınlık üzerine dayattığı bir asimilasyon değil, eğitimin, birlikte yaşamanın, kader birliği etmenin getirdiği doğal bir sosyal dönüşümdür.
Kymlicka”nın ünlü “çok kültürlü vatandaşlık” isimli çalışmasında (1995), günümüz ülkelerinin çoğunun, kültürel farklılıklar gösteren 5000 etnik grubun yaşadığı ve 600 dilin konuşulduğu yerler olması nedeni ile en uygun çözümün, çok kültürlülüğü tanımak olduğu iddia edilmektedir. Kymlicka”nın bu popülist çalışması, bugün kültürel emperyalizmin el kitabidir. Kymlicka”nın bu eserine ırk ile kültürü birbirine karıştırdığı ve öznel bir yoruma vardığı eleştirisi getirilmektedir. Böylece, dayatma tanımlar ile ortak kültüre dayalı ve ortak geçmişi olan, ancak farklı genetik yapılara sahip toplulukların yaşadığı birçok ülke, çok kültürlü bir geleceğe zorlanmaktadır. Tarihçi Hollinger 1995″de yaptığı bir çalışmada çok çarpıcı sonuçlar ortaya koyar. Hollinger e göre çok kültürlü Amerikan toplumu, 20. yüzyılın başlarında, bugüne kıyasla daha çok kültürel farklar göstermektedir. Dr. Francis”e göre ise “çok kültürlülük”, üzerinde çalışılması gereken sosyolojik bir olgu değil, politik gücü ele geçirmeye ve mevcut kültürü yok etmeye, gerçeği susturup yalanı korumaya yönelik bir taktiktir, dolayısıyla da teorileştirilemez.