KÜLTÜR VE PARA

Ümit G. CEYLAN 17 Eyl 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Türk film repliklerindeki gibi yalan demeyin. Parayla eğitim veren, diploma satan kurumlar yok mu?

Günümüz insanı kapitalist anlayış içinde maddiyatı yüceltirken her türlü değeri de metalaştırmış durumdadır. Zira paramla kültürü de satın alırım diyen bir zihniyeti de gördük ve artık bunu da geçtik çünkü kültür paraya tahvil edildi. Yalan yalan! Türk film repliklerindeki gibi yalan demeyin. Parayla eğitim veren, diploma satan kurumlar yok mu? Bugün dünyanın en ünlü okulları da parayla ama öğrenciden istedikleri kriterler parayla atlatılacak gibi değil. Esas olan para ve kültür ilişkisinin mevcudiyetinin toplumu nereye götürdüğüdür. Pazarlama derslerinde eskiden öğretilen demografik yapıların bugün artık anlamı kalmadı. Çünkü jaguarı olan zengindir ama kültürlü değildir. Ya da bisiklet ile işe gidip gelen fakir değildir. Dolayısıyla paranın kimde olduğu belli olsa da kültürün kimde olduğu belli olmayan bir devirdeyiz.

Entelektüel misiniz?

Ya da aydın veya münevver dememi mi isterdiniz? Artık kelimelerin sözlükteki yerinden çok gönüllerdeki yeri önemlidir. Bugün entelektüeli yeniden tanımlamak zorundayız. Bugün insanın ihtiyaç duyduğu şey yeni bir şey bulmuş gibi falan filozofun laflarını yalan yanlış sosyal medya meydanında yazmak değildir. Bugün yeni bir dil ile yeni bir şeyler söylemek gerekiyor. Günümüz insanın çoraklaşmış kalbine tohum ekip, filizlendirecek ve oradan da fert fert neşet edecek amellere ihtiyaç vardır. Omuza dokunacak, göze cesaretle bakacak yürekli insanlar, entelektüeller lazım. Kitapları devirmiş ama yanı başındaki buruk yüreği fark edemeyen münevver değildir. Aydın da olamaz.

Vitrindeki taş

Manevi zenginliğimizi ifade eden kültür, para ile satın alındıysa geçmişler olsun. Duvarına çok ünlü bir tabloyu, bir hattatın eserine dünya parayı verip satın almak ile kültürlü olunmuyor. Ama ne yazık ki günümüzde kültür insanı, kendini pazarlamak yaptığını ilan etmek zorunda kalıyor. Sistem gereği buna mecbur bırakılıyor. Bu da kültürü bireyci bir yaklaşıma indirgiyor. Oysa kültür toplumların refahı, bilinçlenmesi için vardır. Kültürün bir parçası olan sanat için de aynı şey geçerlidir. Kalabalıklara, sıradanlığa teslim olmuşsa sanat onun kültürel değerinden bahsedemeyiz. Sıradan bir taşı kuyumcu vitrinine koyduğunuzda insanlar viranedeki altını görmüyorlar bile. Sahtesini allayıp pullanmış görenler bu altın mı diye düşünmüyorlar. Vitrindeki ışıklar öyle gözlerini öyle kamaştırıyor ki ellerindekini altın zannedecek kadar aptallaşıyorlar. Çünkü para artık bir alışveriş, tüketim aracıdır. Oysa emeğin değerini bilenler kültürü ortaya çıkarıp onu yüceltenlerdir. Kültür nadir olandır. Değerlidir. Sayıların niceliği ile ilgilenmez, keyfiyetine taliptir. Onurlu bir yaşam için para gereklidir ama gerisi paylaşmak içindir. İşte buradan bir entelektüel, münevver, aydın tanımı daha çıkarıyoruz.

AVM kültürü

Kendi yaşadığı toplumunun içindeki değerleri anlamak için çaba sarf etmeden yaşayanlar en çok para ne getiriyorsa dükkanı oraya kurarlar. Müşteri, övgü, beğeni sayıları ve kasaya giren para miktarı onu AVM müşterisi yapar. Şubeleri çoğaltma derdine düşer. Bir ev daha. Bir araba daha diye diye para ile aklını oynatırlar. Bunlar popüler kültürün bayağılığına bayıla bayıla düşüp sonsuza dek mutlu mesut yaşarlar. Onlar için kültür markadır, statüdür. Parası olduğu için doğruyu da o bilir. Arama motorunda en üstte gözükmek için Türkçeyi yanlış kullanır. Çünkü onun için doğruyu arayıp bulmak değildir önemli olan. Onun için önemli olan en çok tıklanan olmaktır.

Müslümanın kültür ve para ile ilişkisi

Müslümanlık bir kimlik olarak günümüzde kendi esas kaynağına ne kadar yakın bu çok su götürür bir meseledir. Modern zamanların Müslümanları veya günümüzde Müslüman kimliklerin toplum içinde statülerini yeniden oluşturma biçimleri paranın değerine göre şekillendi. Buna kimsenin itirazı olamaz. Bu şekillenmenin dışında kalmak isteyenler ise kendi özlerini korumaya çalışan ve acı çeken entelektüellerdir. Çünkü sorgulama, akıl yürütme, anlama ve düşünme çabası kendi içimizde çözülecek bir sorunsal oldu. Meydanlarda sesimizin yankılanmadığı; kültürümüzün değil onun kültürünün sizin paranızın değil onun parasının tahakküm kurduğu bir evrende elbet kültürün fikir emekçileri yalnız kalacaklardır. Aslında bakmayın siz bu kalabalıkların egemenliğine; onlar içten içe yüreklerini kemiren bir kurt ile baş başa yaşayarak bilinmez bir yere doğru gidiyorlar. Müslümanlar zengin oldukları için değil Müslüman oldukları ve insanca bir yaşamın hakkını verebildikleri zaman huzura kavuşurlar. İşte kültürün özü de budur.

KİTABIMI SORANLAR

Etrafımdan da bu konuda çok soru alıyorum zaman zaman gazeteyi de arayıp soranlar oluyor. Kitabımın olup olmadığını soruyorlar. Herkese teşekkür ediyorum. Ancak bu iş ciddiyet gerektiriyor. Çünkü kitap yazmak günümüzde bir çırpıda oluveren bir şey gibi gözüküyor. İnsanlar haklılar, bir bakıyorsunuz bir yazar üç adet seri kitap çıkarmış. Nasıl oluyorsa! Hedef kitle analizi iyi yapılmalı buna göre dil yeniden oluşturulmalı. Kitabın boyutu kağıdı ve hatta içinde çizim gibi herhangi bir görsel olacaksa bunların hepsi planlama ile yapılacak işlerdir.  Günümüz iletişim çağının hızı içerisinde bir kitabı çıkarıp kenara atmak da bir israftır. Halkla ilişkileri iyi planlanan bir iş olmalı. Bu planlar dahilinde ciddiyetle hazırlanmış kitap veya kitaplarımı sizlerle buluşturmayı arzu ediyorum. Dua edin hayırlı ise nasip olsun. 

İSTANBUL VE BALIK

İstanbul’da sonbahar balık mevsimi. Tezgahlar ışıl ışıl. Bağırıyor satıcı: “palamuuttt”. Izgara, tava istersen havada karada buğlama.” Balık sevilmez mi hele hele İstanbul’un boğazından tutulmuşsa, bir de yanına roka mis gibi acılı şalgam. İstanbul’un balığı baş tacı elbette lüferdir. Ama önce palamut arzı endam eder. Eh! yanında da Karadenizli hamsi eksik olmaz. Çıtır çıtır istavrit ve mezgit yaz, kış müşterisini bilir ama benim gözüm en güzelini en özelini bekler. Lüfer kasımda gelirdi eskiden akın akın sofralarımıza. Ardından kofana, çinekop, sarı kanat derken yaz gelir yine sardalya hanım uzanırdı teklifsizce balık tezgahlarına. Bir de pembe suratlı, düğmeli kalkan balığı vardı damağımda kalan. İş dönüşü en sevdiğim şeydi balık pazarından geçmek. İstanbul’a hayat gelmiş mi bir bakalım demek; kış boyunca eksilmezdi sofralarımızdan bu keyfiyet. Bir şölen bir ziyafettir tabaklardaki balık İstanbulluya. İstanbul’a verilen bir nimet bir hediyedir balık. Bugün de duam budur; balık ile fıstıklı helva eksilmesin soframızdan.

SÎRETİ SÛRETTE TEMÂŞÂ EYLEMEK

HZ. PEYGAMBER’İN HİLYESİ

Doç Dr Gülgûn UYAR

Sîret; ahlâk, seciye, karakter, dışa akseden davranıştır diyor lugât. Sûretin zıddıdır diye de ilave ediyor. Dilimizde ne de güzel yer etmiştir Kemterî’nin şu beyti:

“Sîreti sûrette mümkündür temâşâ eylemek

Hâil olmaz ayn-ı irfâna basîret perdesi.”

Anlaşılıyor ki; sîret ile suret arasında sıkı bir bağ kuruludur. Ahlâk güzelliği davranış bütünlüğü ile bir kazanmak sûretiyle dış görünüşe yüz aydınlığı, huzur ve heybet olarak yansır. Mü’minler için bu örnekliği en üst seviyede temsil eden nümûne-i imtisâl ise Resûlümüz Muhammed Mustafâ aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz’dir. O’nun zâhir güzelliklerini ise bize hilye metinleri anlatır.

Hilye metinleri, Resûl-i Zî-şân Efendimiz’in dış görünüşünü, özel hayatını ve ahlâkını konu alan hadîsleri bir araya getiren Şemâil kitaplarının bir kısmını oluşturur. Hilye kelimesinin sözlük karşılığı “Süs, zinet, kolye” ve “yaratılış, suret ve güzel vasıflar” şeklinde anlamlar kazanmıştır. Istılah olarak ise; Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini ve bu özellikleri anlatan ilmî, edebî eserleri ve hüsn-i hat levhalarını ifade eder.

Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin başlıca sebebi; Resûl-i Ekrem Efendimiz’i görememiş olan sonraki nesillerin Hz. Peygamber’i görünüş olarak da tanımak istemeleri ve sahâbîlere bu hususta sorular sormalarıdır. Diğer taraftan; Hz. Peygamber’i rüyada gören Müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağına, zira şeytanın Hz. Peygamber’in görüntüsüne bürünemeyeceğine dair hadîs-i şerîf de Resûlullâh aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı dış görünüşü itibariyle tanıma ve bilme iştiyâkını şevklendirmiştir.

Peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Ümmet-i Muhammed ve hususen Anadolu topraklarında yetişen nice âlim, edîb ve şâir hilye metinlerini manzûm ve mensûr olarak Türkçeye tercüme etmiş ve şerhetmişlerdir. Hüsn-i hat sâhibleri de bu hilye metinlerini san’atkârâne bir şekilde âdetâ canlandırmışlardır. Hafız Osman (1698) ilk olarak hilye metnini hat levhası hâlinde yazmış ve bu geleneği başlatmıştır. İçinde hilye bulunan eve felâketin uğramayacağı ve üzerinde hilye taşıyan kişinin her türlü musibetten korunmuş olacağına dâir anlayış da halk arasında bugünlere dek mevcudiyetini koruyagelmiştir.

Mâlûm olduğu üzere; Resûlullâh Efendimiz’in hilyesini bize anlatan iki ana metin vardır. Bu metinlerden birisi Hz. Ali kerremallâhu vechehû Efendimiz’in anlatımıyla Hz. Peygamber’in tavsîfidir. Diğeri ise; Hz. Hadîce’nin önceki evliliğinden olan oğlu Hind b. Ebî Hâle’den nakledilen hilye metnidir. Peygamberimiz, Resûl-i Ekrem aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz’in bu dünyayı teşrîflerinin yaklaşmakta olduğu Rebîulevvel ayına doğru yol alırken, O’nun mübârek hilyesinde zikredilen husûsiyetlerini bir dahi hatırlamak ve dilimizle zikretmek yerince bir yâd olacaktır düşüncesindeyiz. Kaynaklarda nakledilen hilye metnini şu şekilde aktarmamız mümkündür:

“O, yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi.

O’nu ansızın görenler, heybetine kapılır ve “Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra, bir benzerini görmedim” derlerdi.

İki omuzu arasında nübüvvet mührü vardı.

Ne çok uzun, ne de çok kısa idi. Kavminin orta boylusuydu.

Saçları ne kıvırcık ne de düz uzun idi; dalgalıydı.

Şâyet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı.

Uzattıkları takdirde saçları kulak memelerini geçerdi.

Başı büyükçe idi.

Mübârek yüzü, ne aşırı dolgun ne de yuvarlak idi. Hafif değirmi bir çehresi vardı.

Pembe beyaz tenli idi.

Dolunay hâlindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Nûrânî beyazdı.

İri siyah gözlü ve uzun kirpikliydi.

Alnı açıktı.

Kaşları hilâl gibi, gür ve birbirine yakındı; ancak çatık kaşlı değildi.

İki kaşının arasında bir damar vardı ki, öfkeli hâllerinde kabarır, normal zamanlarında ise gözükmezdi.

Burnunun üst kısmı ince idi.

Mübârek burnunun orta kısmını yüksekçe gösteren bir nûr vardı; hatta dikkatlice bakmayan kimseler, Peygamberimiz’i kartal burunlu zannederlerdi.

Sakal-ı şerifleri sık ve gür, yanakları ise yumru olmayıp düz idi.

Saâdetli ağızları geniş, ön dişlerinin arası seyrekti.

Boynu, gümüş berraklığında idi.

Vücûdunun bütün âzâları birbiri ile uyumlu olup, yakışıklı bir yapıya sahipti: Ne şişman, ne de çok zayıftı; karnı ile göğsü aynı hizada idi.

Göğsü ile iki omuzunun arası genişçe, kemik mafsalları iri, vücûdunun açık yerleri gâyet nurlu idi.

Vücûdunda tüy olarak göğsüyle beli arasında ince bir hat vardı.

Kolları, omuzları ve göğüslerinin üst tarafları ise son derece kıllı idi.

Bilekleri uzun, el ayaları geniş, el ve ayak parmakları kalın ve uzunca idi.

Ayaklarının altı çukur idi; düz değildi.

Ayaklarının üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki üzerine su dökülse yağ gibi akar giderdi.

Yürürken ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek rahat yürürlerdi.

Ayaklarını, ses çıkartıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar, adımlarını uzun ve serî atmakla beraber, sükûnet ve vakâr üzere yürürlerdi.

Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arz ederdi.

Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücûdları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı.

Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı.

Ashâbı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi.

Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selâm verirdi.”

Son olarak; Resûl-i Zî-şân Efendimiz’in şemâili ve hilyesine dâir daha geniş mâlûmât sâhibi olmak isteyenlere Prof. Dr. Ali Yardım Hocamız’ın Peygamberimizin Şemâili adlı son derece mühim ve en güzel Türkçe ile kaleme alınmış güzîde kitabını tavsiye ederek ve Hz. Peygamber’in sîretini kendimize örnek alırken suretini de idrakimize nakşetmeyi Rabbimizden niyâz ederek sözlerimize son vermiş olalım.

FUNDAMENTALİSM VE MEDYA

Hatırlıyorum 90’lı yılların Time, Newsweek gibi dergileri güya İslami gruplar olduğu ileri sürülen kamplara girip röportajlar yapıyor ve yayımlıyorlardı. Fundamentalism başlığını kocaman ve ürkütücü bir şekilde insanların gözüne gözüne sokuyorlardı. Yani köktendincilik ve radikalizmi İslam dini ile bir tutup büyük tehlike yakında demek istiyorlardı. Yavaş yavaş sinsice ilerledi planlar. Hizbullah, El Kaide, İbda-c falan derken İkiz kulelere olan o meşhum saldırının ardından son yirmi yıldır gerçekleşen intihar saldırıları ile İslam’ın adı terör ile bir tutulacak düzeye getirildi. Yine Charlie Hebdo dergisi kasıtlı bir şekilde İslam Peygamberi hazreti Muhammed ile ilgili karaktersiz karikatürler yayımladı ve terör gruplarının hedefi haline geldi. Fransa’da 2015 yılında bu olaydan sonra cihatçı avı başladı. Olaylar tıpkı cadı avını anımsatan ve Müslümanları hedef haline sokan bir duruma geldi. Aynı şekilde de en son Yeni Zelanda’da bir terörist iki ayrı camiye karşı saldırı düzenledi. Ama batı da kimse bu adama Hristiyan terörist demedi. Charlie Hebdo veya diğer tüm medya çalışmaları ortaya bir söylem getirdi; İslam ve terörizm. Yıllar içinde İslam’ın terörizm ile bir tutulması İslamafobia’yı oluşturdu. Yani İslam korkusu. Şimdi geldiğimiz noktada ara sıra kullandıkları elverişli medya araçlarıyla bu durumu diri tutmaya çalışıyorlar. Ancak şunu da göz önünde tutmalıyız ABD’de ve Avrupa’da ateizm, deizm yükselirken, Hristiyanlığa karşı güven azalırken İslamiyet daha çok merak edilen ve böylelikle de Müslümanlığı seçenlerin giderek hızlandığı bir dönem olmaya devam ediyor. BBC’nin son haberine göre Charlie Hebdo, bu karikatürleri mahkemeden önce tekrar yayımlayacaklarını söylediler. Hebdo ve diğerleri araç olmaya maalesef devam ediyorlar.

ARTI – EKSİ

ARTI

Sosyal Mesaj

Türkiye’deki sivil toplum çalışmaları ve medyadaki görünürlükleri her zaman bir tartışma konusudur. Çünkü arkasında sermaye olan STK’ların karşısında diğer derneklerin hatta vakıfların ve platformların eşit düzeyde medyada seslerini duyurabilmeleri imkansızdır. Bugün sosyal medya ile bir parça bu eşitsizlik bozulabiliyor. Ama yine de algı ve imaj çalışmalarında önde olanların, TV’de yer alan ve adı duyulan çalışmalar hep aynı isimler etrafında dönüp duruyor. Ancak bir süre önce başlamış olan ve bir aralık açmaya çalışan Sosyal Mesaj programı bu anlamda farklı duruyor. Aynı zamanda da bir sivil toplum kurumu yöneticisi olan Salih Yüzgenç’in TVNET kanalında sunduğu yapım bu alanda çalışan nice gönüllü kurumların adını ve faaliyetlerini duyuran bir stüdyo programı. Bu anlamda iyi bir işe imza atılmış. Daha önce de sahadaki çalışmalara yönelik sivil toplum kurumların çalışmalarını anlatan yapımlar oldu ama ne yazık ki uzun sürmedi. Sivil toplum kurumlarının medya ile ilişkiler ve lobicilik konularının uzmanları ile konuşulduğu bir program beklentimizi de belirtelim.

EKSİ

Sohbetten kitap olur mu?

Bazı yayınevlerinin sohbeti olduğu gibi kitaba koyup tashih yaptıktan sonra yayımladıklarını görüyorum. Kitap türleri arasında sohbet türü yoktur. Olursa da bu en fazla nehir söyleşi olabilir ama bu şekilde bir hocanın sözlerini aynen kitap diye yayımlarsanız ömrünüz kısa olur. En fenası da istenilen etki insanlara bir şey anlatmaksa bunu başaramazsınız. O yüzden sohbetlerden alınan sözler yani konuşma dili kitaba aynen girmez. Ciddi bir editoryal çalışma yapılması gerekir. Cümlelerin metnin içinde anlamlı bağlantılarla ve bir akış içinde ilerlemesi gerekir. Sohbette beden dili de işin içindedir böylelikle anlamak da daha güçlüdür ve sohbet ardından soru sormak da mümkündür. Kitaba gelince; okuyucu kitaptaki sözcüklerle baş başadır. Bu yüzden okuyamadan bir kenara kaldırdığım ve içinden cümle seçerek okuduğum kitaplar var. Ziyan oluyor bu emekler.

PERİSKOP

Enerjide yeni doğal çözümler: Bitkiler büyürken elektrik üretebiliyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü ile Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü ortak çalışması basınla paylaşıldı. Çalışmanın sonucunda, bitki gelişiminden sürdürülebilir elektrik enerjisi üretilebildiği bilgisi paylaşıldı. Bu üretim tarzı için özel alana, tesis veya üretim ünitesi kurulmasına gerek duyulmadığından çevreyi de koruma altına almış oluyorsunuz. Günümüzde dünya enerjisinin yüzde 80’ini kömür, doğalgaz ve petrol gibi fosil yakıtlardan sağlarken sürdürülmesi bir yere kadar mümkün olan bu yakıtlara alternatifler oluşturulması gerektiği uzun süredir gündemde. Zaman içinde enerji üretiminin kişiye özel ve ana kaynaklardan bağımsız elde edilebileceğini gösteren çalışmalardan biri olarak bu çalışmayı gösterebiliriz.

Bu projenin en ilginç yanı gıda üretirken aynı zamanda da elektrik enerjisi üretebiliyor olmanız yani çift yönlü fayda sunan proje, geniş çaplı tarımsal üretim yapılan alanlar ile küçük ev veya çiftlik bahçelerinde uygulanabiliyor.