KIŞA HAZIRLIK- "YERLİ VE MİLLİ" DÖVİZ KRİZİ KAPIDA MI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Dünyaca ünlü fantastik kurgu dizisi "Game of Thrones – Tahtlar Oyunu" (Taht Oyunları diye yanlış çevriliyor ya, neyse) karakterlerinden Stark Hanedanı'nın meşhur bir aile deyişi var: "Winter is coming!" – "Kış geliyor!". Ben, bir müddettir, bunu önümüzdeki dönemde yaşayabileceğimiz iktisadi sıkıntılar için kullanmaktayım.

“Hocam ne diyorsun sen Allasen, ülkemiz yüzde 7,4 büyüdü, milli uzay üssümüz var, milli uçağımız yolda… Ne krizi ya?”, diyenleriniz vardır muhakkak. Ya da “Hoca, sen sağ gösterip sol vuruyorsun, gizliden bir CeHaPe militanısın sen!”, diyeniniz de olacaktır. Ben hiçbir partiye mensup değilim, bugüne kadar genel seçimlerde de CHP’ye oy atmadım. İdeolojik olarak Türk Milliyetçisi’yim, küreselleşme sürecine temkinli bakan “Şüphecilerdenim”, katı bir milli ve üniter devlet taraftarıyım. Ancak, hangi görüşten olursam olayım, ben bir iktisat profesörüyüm ve katı gerçekleri söylemekle mükellefim. En azından bilgim ve görgüm gereğince maaşımı ödeyen milletime gerçekleri anlatmak da benim yükümlülüğüm. Bu anlamda neden “Kış Geliyor!” ilk önce onu anlatacağım ve sonra da bu kışa karşı “Kırk katır mı kırk satır mı?”, sorusuyla özdeşleşecek iki çözüm yolunu irdeleyeceğim.

YÜZDE 7,4’LÜK BÜYÜME VE ARKASINDAKİ OLGULAR: KURDAKİ ŞİŞKİNLİK YOKSA SPEKÜLATİF DEĞİL Mİ?

Yukarıda yazdığım gibi ülkenin yüzde 7,4 büyümesi kriz olmayacak anlamına gelmez. Krizler, aslında çeşitli periyotlarda oluşan iktisadi dalgaların dip noktalarıdır ve bu dip noktalarından önce hızlı genişleme dönemlerine rastlanılır. Hatırlayacaksınız bundan önce büyüme rakamları üzerinde yazdığımda, büyümenin yüzde 7,4 olmasının olumlu olduğunu ama tek başına bu büyüklüğün yeterli olmadığını, önemli olan büyümenin üretim kapasitesini arttıran makine teçhizat yatırımlarına veya dış ticaret fazlası ve döviz getirisi sağlayacak ithalattan daha hızlı büyüyen ihracat artışlarına dayanması gerektiğinden bahsetmiştim. 2017 üçüncü çeyrek verileri bana bu yönden biraz umut vermişti, ancak 2017 dördüncü çeyrek ve 2018 birinci çeyrek verilerinde umudum biraz söndü. Her ikisinde de yatırım artışının tamamına yakını neredeyse inşaat yatırımlarındaki artıştan ibaret. Öte yandan, özellikle 2018 ilk çeyrek verilerinde ihracat artışının ithalat artışının çok altında kalması da benim hem kur tahminlerimi değiştirdi hem de muhtemel bir krizin gördüğüm emareleri arasındaki yerini aldı.

İktisat Bilimi’nde, Büyüme İktisadı diye bilinen bir alt disiplin vardır. Konusu, bir kapitalist ekonomide maksimum üretim kapasitesinin uzun dönemde kendiliğinden istikrarlı bir büyümeye tabiî olup olmayacağı, eğer böyle bir uzun dönem büyüme trendi varsa bu trende ekonominin hangi yolla intibak ettiğinin araştırılmasıdır. Yani, “Memleketin bütün fabrikaları tam gaz çalışırken, çalışmak isteyen herkese rahatlıkla iş bulunurken bir kapitalist ekonominin kendiliğinden uzun dönem büyüme hızı nedir?”, sorusuna cevap aranır. Bugün gazetelerde gördüğünüz ise bu oran değildir: Yüzde 7,4’lük büyüme toplam harcamalardaki artıştır. Şöyle bir örnekle anlatayım: Bir insan 3.000 TL maaş alırken 10.000  TL’lik kredi kartı da varsa, mesela, her ay 6.000 TL harcayabilir. Yani kendi üretiminin iki misli harcayabilir. Fakat bu ne kadar sürer? Sadece 3 ay! 3 ay sonunda kredi kartı borcunuz 9.000 TL + faiz olmuş ve siz kartın minimum ödemesini (yani 3.000 TL’yi) ödemek için bütün maaşınızı da vermek zorunda kalmışsınız demektir. Üç ay boyunca sizin üretiminiz değil ama harcamanız artmıştır, bununla birlikte, tabiî ki, borcunuz da Arş-ı Âlâ’ya çıkmıştır. İşte, bir ülkenin güncel büyüme oranları dış borç veya para basarak harcamaların arttırılması ile bir müddet yüksek seyredebilir, (bu da üç aşağı beş yukarı 6 çeyreği veya 18 ayı bulur), ancak bu müddetin sonunda borç ödeme vakti  (veya para basma durumunda enflasyon vakti) gelir. Türkiye için bu kritik dönem 2019 ilk çeyreğidir, (Ocak – Şubat –Mart aylarıdır).

Yüksek dış borç ve yüksek cari açığın bende uyandırdığı diğer bir izlenim ise, 2018 Nisan ayı sonundan itibaren başlayan kurdaki artışın belirsizliğin güdümünde bir spekülâtif hareket olmaktan çok reel ekonomideki dengesizlikten kaynaklanan ve temel döviz talebindeki hızlı yükselişten kaynaklandığıdır. Biz mart ayında kur tahminlerimizi yaparken Aralık 2017 verileri elimizdeydi. Mart 2017 Cari Açık büyümesini daha yeni öğrendik ve bugün söyleyebiliriz ki, kurdaki artış “Üst Akıl’ın ve Dış Mihrak’ların” bir kumpası değil ve fakat yabancı mal tüketiminde gayet iştahlı milletimizin, enerji ve yatırım malında dışa bağımlı sanayimizin ve keseyi sonuna kadar açan hükümetimizin eylemlerinin sonucudur. Yani kurdaki yükselme gayet de “yerli ve millidir”. Pekiyi, yakın tarihimizde buna benzer yerli ve milli kriz yaşamış mıydık? Buyurun size onu anlatayım  

TÜRKİYE’NİN YAŞADIĞI EN ÖZ HAKİKİ YERLİ VE MİLLİ KRİZ: 1994 KRİZİ

1991 Seçimleri de bugünkü gibi şenlikli geçiyordu. Demirel sokak sokak dolaşıp herkese iki anahtar vaat ediyor, Mesut Yılmaz ne veriyorsa 5 milyon fazla vereceğini iddia ediyor, yanında genç ve dinamik kolejli kız edalarında Tansu Çiller’le kadınlara 38 erkeklere 42 yaşında emeklilik vereceğini söylüyordu. Ülkenin temel problemi yüksek bütçe açığı ve carı açık ile yüksek enflasyondu. İktidara geldiklerinde 100 günde ülkeyi toparlayacaklarını 500 günde de uçuracaklarını söylüyorlardı.  Bunu da bol bol para basarak ve kamu harcamalarını arttırarak yapabilirlerdi. Ülkenin sorunları ise bambaşkaydı. Bütçe ve Cari Hesap açıkları rekor kırmaktaydı, Enflasyon yüzde 40-50 arasına demir atmıştı. Yani uygulamayı vaat ettikleri politikalar problemleri çözeceğine daha da keskinleştirecekti. Demirel fırsatı bulduğunda Cumhurbaşkanlığına kaçtı. Çiller de zorla faizleri düşürme politikasını benimsedi. Sonuç: 500’üncü günde uçması gereken ekonomi 1994 Krizi duvarına tosladı. Bu bizim bugüne kadar gördüğümüz en öz hakiki yerli ve milli krizdi.

Bugünkü durum farklı değildir. Bütçe açığı yoktur ama bu sefer özel kesim tasarruf – yatırım açığı çok büyümüştür. Ciddi ve büyüyen bir cari açık vardır. Hükümet yüzeysel açıklamalarla faizleri baskılamaya çalışmakta ve seçimler öncesi vaatler açık arttırmayla verilmektedir. İktidar ve muhalefet partileri vaatlerde sınır tanımamaktadır. Tartışma Tatar Böreği ve Arnavut Ciğeri etrafında dönmektedir. Görünen odur ki, iktidara kim gelirse gelsin, vaatlerini tutarsa nur topu gibi bir 2019 krizi gelecektir. Yok, iktidara kim gelirse gelsin, vaatlerini bir yana bırakıp önlem alırsa o zaman ne olur? Ne olacak, kredi arzı daralacak, ekonomi yavaşlayacak, buna mukabil ithalat azalırken, ihracat  da biraz artış olacaktır. Vergiler ve faizler yükselecek, birçok firma daralma konjonktürüne girecektir. Evet. bir daralma olmayacak ama yavaşlama olacaktır.

Önümüzdeki dönemde, tabiî ki, bir kriz olacağına ekonomide yavaşlamayı tercih ederiz. Ama maalesef bu konuda kararı iktisatçılar değil, bol keseden atan siyasetçiler verecektir. Hepinize hayırlı  Cumalar.