KİBİR VE SOSİS

Ümit G. CEYLAN 26 Eki 2017

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İnsan hiçbir şeyin sahibi olmadığını, Allah isterse bir anda sesinden sanatını, elinden hünerini alacağını bilmezse sürprizlere hazır olmalı.

SANAT KİM İÇİN VE NE İÇİN YAPILIR

Bu tartışma bir süre daha gider ancak malum sergiye saldırıp oradaki tuhaf balmumundan yapılmış acaip şeyin bulunduğu yeri, şömine olduğunu anlamayacak kadar da kültürden yoksun, sözüm ona  güya kendi kültürüne vandallıkla  sahip çıkanlara ne demeli varın siz söyleyin!.. Kaba, şiddet ve infial yaratarak, serginin halkla ilişkiler çalışmalarına katkıda bulunmak da başka bir zokaya gelmek demektir maalesef.

Sanat kim için ve ne için yapılır. Sanat estetiktir. Estetik nedir diye zincirleme sorular sorabiliriz muhatabımıza. Estetik etike dayalı sanat demektir.  Yani ahlaka mugayir olmayan, bilakis ahlaki temeli olan sanattır. Ruhu güzelleştirir, insanı olgunlaştırır. Ruhu güzel olan, olgunlaşan insanın bir tek gayesi vardır o da Allah rızasını kazanmaktır. Mükevvenatın sahibi Allah en büyük güçtür; bu gücün tezahürü bütün doğruluklar,iyilikler ve güzelliklerdir.

Aman taassuba bulaşmayalım ve cehalet içinde boğulmayalım. Taassup ve cehalet gediğinden kurtulamadığımız sürece sanat üretiyor olmanın ötesinde, sanat üretimi adı altında kendi iç dünyalarını dışa vuranların elinden kurtulamayız vesselam.

KİBİR VE SOSİS

kibirfoto1

İnsan hiçbir şeyin sahibi olmadığını, Allah isterse bir anda sesinden sanatını, elinden hünerini alacağını bilmezse sürprizlere hazır olmalı. Her an her şey olabilir. Kibir şeytanın bir diğer işidir. İblis Hazreti Adem’e secde etmemesi ile Yüce Allah tarafından lanetlenmiş o da insanı kibir ve daha başka günahlarla kandıracağına dair ah etmişti. Bir anda meleklerin başı iken zelil olmuştu. O yüzden başkasını kendinden küçük görmek, horlamak ve alçaltıcı bakışlarla bakmak veya sözlerle tahkir etmek lanetlenmeyi göze almak demektir. 90’larda pop müziği ile ünlenip o zamanın kısıtlı TV sayısında ekranlara çıkıp şarkı söyleyen bir şarkıcı vardı. Bu hafta bir gazeteye verdiği röportaj ile sosyal medyada konu oldu. Onun için hayat ne zor olmalı diye düşündüm. Ekmeğin arasına sosis koyan adamla aynı seviyede olmamak nasıl bir duygudur acaba diye düşündüm. Sosis yemeyi seviyorsanız ve kendinizi o adamla aynı seviyede görmüyor ve aşağılıyorsanız, bir gün o sosisin boğazda kalma ihtimali çok büyüktür!..

Gergin insanlar

Kasım kasım kasılıp sürekli gergin olmak zor olsa gerek. Her yerde ve her an kendisini ispat etmeye mecbur hissetmek de başka bir gerginlik nedeni. Kalabalıklarda bana bakılıyor mu, ben ne kadar üstünüm farkında mısınız bakışları ne acıdır bu tür insanlar için. Kim bilir belki de kendi yarattıkları dünyada yapayalnız olduklarını bildikleri halde başkalarının üzerine basarak var olma çabası çaresizliklerindendir. Yüzdeki kibir çizgileri de kaşları sürekli çatık gezip, yüzünü ekşitmekten oluşuyor ne yazık ki!..

İnsan olamama hali

Üstünlük takvadadır. Sevgili Peygamberimiz bir gün takva üzerine yapılan bir sohbet üzerine göğsüne işaret ederek “Takva buradadır” buyurmuştur. İnsanı insan yapan güzelleştiren kalbini başkalarına da açmasıdır. Her ne ilim tahsil edilecekse bir insanda önceden Allah korkusu yerleşmelidir. Bu korku günahlardan dolayı Allah’tan uzaklaştırılma korkusudur. Allah’u Teala ululukta ve büyüklükte eşsiz olmasına rağmen bizi her hatamızda affeden ve türlü türlü nimetler bahşeden değil midir? O zaman biz neyimizle övünüp kibre kapılabiliriz ki? İnsan hiç mi düşünmez övünç kaynağı olarak gördüğü her şey emanettir. İnsana lazım olan tek şey gönülleri fethedebilmektir. İnsan olanda kibir olmaz.

Bir çoban bir âlime bedeldir

Çoban deyip geçemeyiz. Onda da alınacak ne nasihatler vardır. Çobanın ilmi, sanatı hikmet doludur. Sözü özü öyle yürek açıcıdır ki nice kitapları, âlimleri getirseniz gönüllere hitap edemez. Çobanın ilmindeki ümmi bilgi onu peygamberane bir hayata taşıyabilir. Alim ilmiyle büyüklük tasladığı sürece bir uçurumun kenarına doğru sürüklenir. Çoban’ın ilmini anlamak için de âlim çaba göstermeli ki ilmiyle âmil olsun. Bir insanın ilmiyle amil olması demek, marifete ulaşması demektir. Marifete ulaşanlar ariflerdir. Çoban da olsak, profösör de olsak  irfani bir inanca, bir fikre, bir duyguya ve bir yaşantıya haiz olmamız gerekir. İrfani değerler bir katrenin bir ummanla buluşması kadar tatmin edici bir değerdir.

İnsan insana muhtaçtır

Ne olacağımız, nasıl ve ne üzere öleceğimiz belli değil. Ümit ve korku arasında gidip gelmeliyiz ki Allah’ın rahmetini hissedelim. O rahmet bize çok yerden tecelli etse de kibirden gözleri kör olmuşları beğenmediği, hor gördüğü o kulun elinden su içtirir ki rahmet deryasına dalabilsin diye. İşte bu da bir nasip işidir. 

MEVSİM SONBAHAR

FotoğrafınDüşündürdükleri2

Mevsim sonbahar; hüzün deriz ya hep!.. Sadece hazan mevsimidir sonbahar!...  Bir çeşit uykuya hazırlıktır sonbahar. Bir cam arkası pencereden izlersin yağmuru ve cama vuran damlaları. Hafiften bir rüzgar, sonra şiddetlisi. Bir şemsiye, bir başlık; uçar başlardan başlıklar, şemsiyeler ve nice badi badi duygular. Sekerek yürürsün kaldırım taşlarında. Kalbin ritmi yavaşlar sonbahar uykusunda. Sonra kara kış bekler seni. Atarsın üzerinden bütün yorgunlukları. Özlersin toprağı ve tabiatı.  Sonrası kış masalları, umutlar, hayaller.  Belki bir keloğlan olursun anasının şaplağı. Padişahın kızına aşık, yalınayak, yoksul ve baldırı çıplak; bir keloğlan ki dizi dirseği yamalı.. Bir sonbahar masalı; her insanın bir sevdiği ve bir de dostları olmalı. En hayırlısı gönül rızası...

POZİTİF (+)

İnsanımızda vicdan var

Dün hastane koridorunda bir olaya şahit oldum. Her klinik meydana açılan çift kanatlı alüminyum kapılarla geçit veriyor. Her iki kanat serbest olarak açılıp kapanması gerekir ki, üzerinde hasta taşıyan tekerlekli koltuklar rahatlıkla girip çıkabilsin. Bunu hastahane idaresi iyi bilmeli. Çünkü tek kanatlı bir kapıdan tekerlekli hasta koltuğu rahat girip çıkamıyor. Diğer kanadın da sabitlenen yerden kurtulması gerekir ki gerçekten sağlam bir işlev görsün. Bir hasta sahibi tekerlekli hasta koltuğuyla bir kliniğin kapısından yardım almadan geçebilmesi nafile!.. Girip çıkamıyor. Hasta yakını da zorluklar çekiyor. Bu tür durumlara her müessesede ne yazık ki şahit olabiliyoruz. İnsanların işini kolaylaştırmak gerekir. Nihayetinde bu durumu gören diğer hastalar ve yakınları gayri ihtiyari yardıma koşuyorlar. Kapının diğer kanadını sabitlenen yerden kurtararak koltuğun rahat geçmesini sağlıyorlar.  Demek ki insanımızda yardımlaşma duygusu var. Vicdan var. İnsani melekelerini yitirmemiş. İşte bu; bizim inancımızda ve kültürümüzde doğal olarak var olan değerlerimiz. Bu pozitif yaklaşımla övünebiliriz.  

NEGATİF (-)

Allah kimseyi düşürmesin!..

Müesseseler ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar modern binalar yapılsa da yapılsın; kurumsal yapı nedense marka değerine ulaşamıyor. “Balık baştan kokarmış” diye bir atasözümüz var. Hele sosyal nitelikli hastane gibi kurumlar, daha kapıdan hasta girişi alırlarken halkla ilişkiler çalışması başlar.  Seksenbeş yaşında bir hasta ninemizin ayakta sekretarya bankosunun önünde elpençe divan durması mümkün mü? Elbette değil!..  Başhekime günde onlarca şikayet gidiyordur elbet ama buna bir türlü çare bulunmaz!.. Taşıyıcı elektrikli aracın aküsü bitmiş; böyle bir bahane olur mu!.. Hastanın durumu belli ve oradaki görevlilerin bön bön bakışı elbette kınanacaktır. Devlet yapıyor fakat uçtaki personeller ise hizmeti kendisine şiar edinmemiş, bu göze çarpıyor. Bir hasta “Allah kimseyi hastanelere düşürmesin derken, devlet dairelerindeki keşmekeşliğe vurgu yapıyor. Ne yazık ki topyekün toplum olarak seviyemiz de düşüyor.  Negatif bir durum bu. Bu negatif durum her yere sirayet ediyor. Üzülerek söylemeliyiz ki; bu tür keşmekeşlik bizi kokuşmuşluğa ve çürümeye götürür.

ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜNDEKİ ŞİİR

Gündem bu ya! Abdülmecid Efendi Köşkünde yer alan olaylı serginin ciddiye alınacak bir tarafı yok. Son Osmanlı dönemin güzel bir mimarisini yansıtan bu köşkün vatandaşa ait olması gerekirdi ya; bu da ayrı bir konudur. Ancak illa sergiyi göreceğim diyorsanız benim gibi çocuğunuzla gitmeyin derim. Amaç nedir? Bu sanat mıdır? Sanatsa bu köşkün üzerindeki tezyinler nedir? Ya o mimari, mihrap zannedilen şömine, o çiniler, tırabzanlar, rengârenk vitraylar her bir köşesi ayrı sanat olan bitimsiz bir duygu serüvenine sürükleyen bu güzelim eserin içindeki ucube şeyler nedir? Doğruyu söylemek gerekirse ben gerçekten sanatı seyrettim Abdülmecit Efendi’nin köşkünde. İkinci kat orta salonda şair Baki’nin Osmanlı Türkçesi ile yazılmış şiirine baktım dakikalarca. 

“Câme sıhhat Hudâ’dan halka bir nimet gibi

Bir libâs-ı fâhir olmaz cüppe ol kisbet gibi."

Sıhhat gömleğinin Allah tarafından insana verilmiş en büyük nimet olduğunu vurguluyor Divan edebiyatı şairi Baki ilk beyitinde. Beden için sıhhat elbisesinden daha değerli bir giysi yoktur diyen şair burada elbette sadece bedenin yani etin kemiğin sıhhatinden bahsetmiyor. Sağlık bir bütündür. Ruh sağlığı da sıhhat kavramına dâhildir. İşte şair en büyük devletin sağlık olduğunu vurgulamış ve Abdülmecid Efendi de köşkün en haşmetli yerine görelim diye de bu levhayı asmış. Ancak bu serginin bir ruh sağlığı bozukluğunu vurguladığını da görmek gerekiyor. Böylesinde ince sanatın içine bu anlamsız çelişkiyi hangi akıl neden sokmak ister? Sanattan anlayanlar mı?

Mimar Sinan aşılabilir mi?

mimar sinan

Yine bu hafta, Cumhurbaşkanı Erdoğan: İstanbul'a Mimar Sinan'ın eserlerinin teknik ve estetik boyutunu aşacak bir abide kazandırdığımız gün medeniyetimizi yeniden ayağa kaldırdığımız gün olacaktır.” Dedi. Aslında bunu itiraf kabilinden kabul edebiliriz. Zira Cumhuriyetin ilk yıllarından beri etik ve estetik boyutta Osmanlı’yı aşan bir sanat ortaya koyabilmiş değiliz. Koyamadığımız gibi var olan tarihi eserlerimizi önce gecekondular bugün de gökdelenler vasıtasıyla işgal etmiş vaziyetteyiz. Sinan’ı aşmak için önce onun yetiştiği medeniyetin içindeki kodları çok iyi özümsemiş olmak ve bunun da ötesinde üzerine koymak için çalışmak lazım. Ne yazık ki bugün taklitçilik ile geldiğimiz son nokta; kültürde ve sanatta iktidar olamayan bir anlayışın hâkimiyetidir. İyi niyetli bir girişim bile olsa sanat adı altında her yıl bir hat koleksiyonu açarak yanına tespihleri dizmekle kültürde var olunmuyor. Yıllar içinde kültürü güncelleyemediğimiz için bırakın Sinan’ı aşmayı, kendi sanatına yabancı hatta küfür eden bir güruh var oldu. Zira Sinan, mabedi, sanat için yapmamış, sırf Allah’a ibadet ve kulluk etmek, yollarını şaşıranlara yol göstermek maksadiyle hareket etmiştir. Bu yüzdendir ki Hükümdar Kanuni Süleymaniye’nin kapısında:” Binâ eylediğin bu beytullahı sıdk u safa ile senin açman evladır” diyerek anahtarı mimarbaşına uzatmıştır.