​KAYIP AYDINLAR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bir insan hem aydın hem de kayıp olabilir mi?

Bir insan hem aydın hem de kayıp olabilir mi?

Başka insanları aydınlatacak, aydınlatıp yol gösterecek biri kayıp/kaybolmuş olabilir mi?

Bir aydın kaybolmuşsa ona “aydın” denebilir mi?

Bu soruları çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkündür. Elbette bir insan hem aydın hem de kayıp (yolunu kaybetmiş) olamaz. Kendine hayrı olmayan birinin başkalarına hayrı nasıl dokunsun ki. Yol gösteremez, aydınlatamaz. Gösterdiği yoldan gidilmez. Sonuçta bu kişiye “aydın” denemez.

Bu kişi, kendini aydın olarak tanımlıyor olabilir. Bu tanımlaması kişisel boyutta kalıyorsa hiçbir mahsuru yok. Hatta onu şahsî seviyede mutlu ettiği için onun açısından yararlı olabilir. Sevinsin garip!

Ancak böyle birine “aydın” demek, ironik bir iltifat, yâni bir anlamda hakārettir. Bu kişi, şahsî seviyenin üstüne çıkıp sosyal olarak kendine böyle bir tanımlama yapıyorsa muhataplarına hakāret ediyor, onların zekâlarıyla dalga geçiyor demektir. 

Bu gibi insanların durumu, yansın ve ortalığı aydınlatsın diye avizeye takılmış ama düğmesi açılmamış ampulden kötüdür. Çünkü bu ampulün yanması için düğmeye basılması yeterli olur, yâni oraya takılma amacını yerine getirir. Ancak “kayıp aydınlar” avizedeki patlak ampul gibidir. Onun patlak olduğunu bilmeyenler veya anlamayanlar, ondan etrâfı aydınlatmasını bekler ama nâfile.

Türkiye’de “aydın” olmak

Maalesef metrekareye düşen kayıp aydın sayısı en yüksek ülke Türkiye. Bu, Türkiye’ye yapılan bir hor görme, bir iftira ya da hakāret değildir. Aksine tedâvi edilmesi ve yayılması bir an önce engellenmesi gereken olumsuz bir durum tespiti ve bir çağrıdır.

Türkiye’de aydın olmak, içinden çıktığı kabuğu beğenmeyen civciv olmak demektir.

Türkiye’de aydın olmak, kendi ontolojisini yok etmek isteyen materyalist ontolojiye gizli hayran olmak demektir.

Türkiye’de aydın olmak, gönül ve akıl saatini yerel zamâna göre değil, yabancı meridyenlere göre ayarlamak ve bu ülkenin gönül ve akıl saatini kullananları hor görmek demektir.

Türkiye’de aydın olmak, iki lafı bir araya getiremediği için kendini anlatamamak, ama “bu câhil halk beni anlamıyor” demektir.

Bu kayıp aydınlar, askerîyeden sanat dünyâsına, akademiden medyaya kadar her yerde vardır. Darbe ile demokrasi getirmek, entelektüellik adı altından anlamsız film yapmak veya kitap yazmak, Batı’nın icat ettiği kavramlarla ülkenin yerel sorunlarına çözüm sunduğu sanıp makale yazmak, tartışma programlarında parmak sallayarak konuşmak kayıp aydınların su üstündeki özellikleridir. Suyun altında, derinlerde, ilk bakışta hemen fark edilemeyen özellikleri ise o kadar içselleştirilmiştir ki, zenginliğinin farkında olmayan birinin dilencilik yapması gibi bir hâlleri vardır.

Dürbünü Ters Tutan Aydınlar

İslâm hakkında referansı Vatikan’dan, Anadolu kültürü hakkında referansı Amerika’dan almak kayıp aydınların derinlerdeki özelliğidir. Örneğin, Mevlânâ’ya Amerikan saygı gösteriyor diye saygı gösterirler. Kendi kültürüyle “lütfen” ilgilenip kazandığı halkın teveccühünü yurtdışında o ülkelerden âferin almak için harcayan bu sözde aydınlar, gerçek aydınların ışıklarını kendi karanlıklarıyla gizlemeye çalışır. Bu sözde aydınlar dürbünü ters tutup uzağı yakın, yakını uzak görmektedir. Kendi hazinesini çöp olarak görüp, başkasının atığına hazine muamelesi yapmaktadır. Her şey yolunda gidiyor, yoldaşlık yapılıyor derken, son hamlede karşı şeritteki arabanın ön koltuğuna yerleşen bu aydınların kayıplığı hem kendi karanlıkları hem de onlara verilen emeğin boşa gitmesi sebebiyle vicdânımızda tâmiri zor hasarlar açmaktadır.