KALKINMA VE TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Pazartesi günkü yazımda büyüme ve sermaye birikimi ilişkisini incelemiştim. Bugün de kalkınma kavramını inceleyeceğim.

Pazartesi günü ne demiştim? Kısaca hatırlatayım: “İktisatçılar arasında geçen önemli tartışmalardan birisi de kalkınma ve büyüme ilişkisidir. Kalkınma bir ülkenin vatandaşlarının üretim kapasitesinde ve yaşam standartlarında büyüme ile toplumsal örgütlenmesinin daha etkin hale gelmesi anlamına gelir. Büyüme ise bir ülkenin üretim kapasitesindeki artışı gösterir. Yani Kalkınma Büyümeyi içerir.”

Büyümeyi anlatırken farklı sermaye türlerindeki birikim rejimleri ile ilişkisini göstermiştim. Dengeli bir büyüme için hem ekonomiyi oluşturan farklı sektörlerin büyümelerinin hem de üretim de kullanılan farklı sermaye tiplerinin birikim rejimlerinin birbirlerine nispetle orantılı olması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu dengeli bir büyüme için gerekli şartları göstermekteydi. Ancak büyüme tek başına kalkınma anlamına gelmez. O zaman kalkınma nedir?

Kalkınmanın fiilen gerçekleşmesi için, öncelikle üretim kapasitesinde artış olması gerekir. Yani fiziki, mali, beşeri sermaye ile altyapı sermayesinde birikimin gerçekleşmesi gerekir. Ancak tek başına büyüme kalkınma anlamına gelmez. Kalkınmanın gerçekleşmesi için hem vatandaşın yaşam standardında bir artış olması hem de toplumsal örgütlenmenin üretim sistemi ve teknolojideki gelişmeye uyum sağlayacak şekilde etkinleşmesi gerekir. “Hocam, ne dediniz? Hiçbir şey anlamadım!” mı diyorsunuz? Hemen açıklayalım.

Vatandaşların yaşam standardını kabaca kişi başı gelirin reel satın alma gücü ile kişi başına üretilen sosyal hizmetle tanımlayabiliriz. Bunlar iktisadi kriterlerdir. Kişi başına gelirin reel satın alma gücü, ortalama bir vatandaşın aylık geliriyle ne kadar mal ve hizmet satın alabileceğini gösterir. Kişi başına üretilen sosyal hizmet ise bireylerin serbest piyasadan satın aldıklarının dışında toplumsal düzenin sağladığı sosyal hizmetlerden ne kadar istifade ettiğini gösterir. Buna güvenlik, sağlık, eğitim, iletişim ve ulaştırma hizmetlerini örnek verebiliriz. Bunlar iktisadi kavramlardır ve ölçülebilir değerlerdir. Ancak yaşam standardında iyileşme sadece bu iktisadi kriterleri içermez. Düşünce, inanç ve girişim özgürlüğü gibi, temel insan hakları gibi, tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemi gibi sosyal norm, değer ve kurumların yerleşiklik düzeyi de yaşam standardını belirler. Pekiyi gerek iktisadi ve sosyolojik gerekse idari ve hukuki kriterler hangi şartlarda hayata geçecektir? İşte bu da toplumsal örgütlenme ile alakalıdır. İsteseniz ilk önce bu temel kavramların sosyolojik tanımlarını verelim:

“Bir toplumda gruplar, kurumlar, örgütler ve bireyler arasındaki ilişkiler ‘toplumsal yapıyı’ oluşturur.  Örgütleri, diğer toplumsal birimlerden ayıran özellik, sosyal yapılarının belirlenmiş bir amaca yönelik olarak planlanmış olmasıdır. Toplumsal örgütler ortak bir amaç ya da eylemi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu birliklerdir. Bunlar; rol ve statülerin belirlendiği, amaca uygun iş bölümünün yapıldığı, yetki ve sorumlulukların basamaklandırıldığı, akılcı ve resmî ilişkilerle oluşturulan yapılanmalardır.

Toplumsal kurumlar toplumsal ihtiyaçlardan doğmuştur. Kurumlar toplumsal yapıda yer alan norm ve değerleri korur. Toplumsal kuralları, insanlar arası ilişkileri şekillendirir. İnsanların siyasi, sosyal ya da ekonomik ilişkilerini yönlendirir.

Kurumlar, belli temel işlevleri yerine getiren, süreklilik kazanmış ilişki sistemleri ve davranış örüntüleridir. Kurumun içeriğini insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler ağı belirler. Örneğin eğitim kurumu bir toplumda, eğitimle ilgili işlevlerin düzenli şekilde yerine getirilmesini sağlar. Eğitim kurumu; öğrenci öğretmen ilişkileri, not sistemi, sınav biçimleri, disiplin süreçleri gibi pek çok davranış örüntüsünü içerir.” (https://www.sosyoloji.gen.tr/toplumsal-kurum-ve-orgut-nedir/)

Her üretim sistemi, bu üretim sisteminin sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği toplumsal yapıları doğurur. Üretim sistemindeki değişim ile birlikte toplumsal yapılar da değişir. Bu değişim bazen o toplumdaki bireylerin ortak uzlaşması ile zamana yayılarak ve geçmişle bağlar kopartılmadan yapılırken bazen de devrimler sonunda oluşan siyasi iradenin zorlaması ile de gerçekleşebilir. Üçüncü bir durumda sömürgeci ülkelerin kendi sömürgelerinde zorla kurdukları toplumsal yapılardır.

Sanayi kapitalizmi şehirlerde yerleşiktir. Sanayi üretiminin ve bunun uzantısı hizmet sektörünün ana mekânı şehirlerdir. Şehirde geniş insan yığınları birlikte yaşamak zorundadır. Sistemin devamı için (aile, mahalle, din ve gelenek gibi) toplumsal kurumların şehir hayatına adapte olabilmesi gerekir. Yine sanayileşmiş ve şehirlileşmiş bir toplumun huzur ve istikrar içinde büyüyebilmesi için (dernekler, vakıflar, partiler, tüketici haklarını koruma dernekleri ve sendikalar gibi) toplumsal örgütlerin de toplumsal yapı içinde etkin bir şekilde yerini alması gerekir.

Bütün bunları özetleyecek olursak, bir toplumun kalkınma düzeyi iktisadi büyümesi ve vatandaşların yaşam standardı haricinde ve bunları tamamlayan bir faktör olarak toplumsal yapı ve örgütlenmedeki gelişmeyi de içerir. Örneğin, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin geçerli olmadığı, insanların toplumsal hayatta kırsal kesimdeki örgütlenmelerini sürdürdüğü, temel kurumların şehirlileşmiş ve sanayileşmiş bir toplumun değer ve normlarını tam olarak koruyamadığı bir toplumda hızlı büyüme olsa ne yazar, olmasa ne yazar. Hızlı büyüme ya eşitsiz gelir dağılımıyla zengin, müreffeh ve imtiyazlı bir azınlığın büyük çoğunluğu sömürdüğü bir düzene ya da hukukun olmadığı ve hakların hiçe sayıldığı bir suç ekonomisine dönüşür. Onun için kalkınma salt iktisadi kavramlarla alakalı değildir, kalkınma politikası da salt milli gelir artışına endekslenemez.

Egemen iktisat anlayışı, emperyalizm kanalıyla dünyadan gasp ettikleri servetlerin üzerinde oturan tuzu kuru Batı toplumlarının küresel bazda eşitsizliğe dayanan egemenliklerini sorgulamaz. Onun için kalkınma kavramı, egemen iktisat savunucuları tarafından büyümeye indirgenmiştir. Ancak, Türkiye gibi Batı uygarlığına alternatif bir değerler ve normlar silsilesini temsil eden bir ülkenin Batı emperyalizmiyle aynı bakış açısına sahip olma ihtimali trajiktir.

“Hocam, nedir Türk toplumunun değer ve normları?” Bu soruya da cevabı Pazartesi veririz.

Hayırlı Cumalar.