​KALKINMA İÇİN ÜNİTER DEVLET ŞARTTIR

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Çözüm Süreci ve ondan birkaç yıl öncesine kadar giden bir mazide Türkiye'nin "entelektüellerini" bir adem-i merkeziyetçilik sevdası, federasyonun ne kadar çağdaş ve insancıl bir yönetim olduğu yolunda deruni bir iman ve Türk isminden bir nevi utanma duygusu almıştı.

Çözüm Süreci ve ondan birkaç yıl öncesine kadar giden bir mazide Türkiye’nin “entelektüellerini” bir adem-i merkeziyetçilik sevdası, federasyonun ne kadar çağdaş ve insancıl bir yönetim olduğu yolunda deruni bir iman ve Türk isminden bir nevi utanma duygusu almıştı. Bürokratik devlet ülkenin kalkınma problemini çözemeyecekti, hem AB kriterleri bunu dikte ediyordu. Yoksa Karen Fogg’a, tescilli FETÖ’cü Joost Lagendijk’a, Cem Özdemir’e ne derdik, küresel medeniyetten kopardık “hafizanallah”…

Alman vakıflarının maaşlı elemanları, Abant sofralarının yiyici takımı, tatlı su solcuları ve birtakım kerameti kendinden menkul İslamcılar… Hepsi tek bir ağızdan üniter devletin ne kadar çağdışı olduğunu, ülkenin ancak yerinden yönetimle kalkınacağını döne döne yazdılar, söylediler… Bazı sevimli spikerler, bazı siyasetçileri televizyona çıkarıp öz be öz “Türk Malı” türküleri televizyonda çığırtıp, özyönetim sevdalılarına moral aşıladılar… Hendek savaşlarında Türk Ordusu ve Türk Hükümeti’nin Osmanlı Tokadını yiyince suskunluğa bürünmüşlerdi. Bunlar yeniden başlarını kaldırmaya başladılar… Ne diyelim: “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur…”

Çok fazla polemik yapmayalım, bu işi ehillerine bırakalım… Gelin isterseniz neden özyönetimin / federasyonun Türkiye şartlarında kalkınma değil fakirlik, gelir dağılımında bozulma ve sonunda milli aidiyetin ortadan kalkmasıyla sonuçlanacağını irdeleyelim.

Özyönetim veya federasyon projesi aynı milli ekonomi içerisinde olan ve aynı para birimini kullanan fakat farklı vergi mevzuatı, birbirinden ve merkezden özerk harcama yetkisi sahibi bölgeciklerin kurulması temeline dayanır. Eğer o ekonomi içinde bölgeler arası gelişmişlik farkları ihmal edilebilecek düzeydeyse, ülke nüfusu nispeten homojen etnisiteye ve inanca mensupsa, bu takdirde, yerinden yönetim halkın iktisadi problemlerinin daha hızlı çözülmesine ve kalkınmaya katkıda bulunabilir. Ancak, eğer ilgili ekonomi içinde, şehirleşme oranı, gelir ve servet dengesiz bir şekilde dağılıyorsa o takdirde yerinden yönetim kalkınma değil fakirleşme getirir. En güzel örnek Avrupa Birliği’dir.

Ortak para kullanan ama farklı maliye politikaları uygulayan bölgeciklerin entegrasyonu çeşitli problemler doğurur. Bunun birincisi sermayenin getirisindeki farklılıktır. Bütün ekonomide ortak paranın ortak faizi geçerliyken, bölgeler arası gelişmişlik farkından dolayı sermayenin getirisi farklılaşır. Daha zengin ve şehirleşmiş bölgelerde hem üretim teknolojisi hem de beşeri sermaye donanımı diğer bölgelere göre daha yüksektir. Uzun dönemde, piyasada oluşan reel faiz ülkenin içindeki bölgelerin sermaye getirisinin ortalamasına yaklaşırken, bu durum sermayenin görece daha fakir bölgelerden zengin bölgelere akmasına yol açar. Dolayısıyla ülke içinde, sermaye ve emek donanımları çok farklılaşan bölgeler ortaya çıkar. Fakir bölgelerle zengin bölgeler arasındaki fark şehirleşme oranı, gelir ve sermaye birikimi açısından artar. İkinci problem, ülkenin zengin bölgelerinde aşırı şehirleşme ve sermaye birikiminden dolayı ortaya çıkabilecek jeo-stratejik zafiyettir. Eğer bir ülkenin üretimi ve vergi gelirlerinin yarıdan fazlası birkaç şehirde üretiliyorsa, bir savaş anında bu şehirlerin bombalanması ülkenin teslim bayrağını çekmesine yol açar.

AB güzel örnektir dedik. AB’de ortak para kullanılmaktadır: AVRO. Öte yandan, ortak bir maliye politikası yoktur. Ülkeler arası ciddi gelişmişlik farkları vardır: Hemen hemen teknoloji üretebilen, yüksek katma değerli mal arz eden tek ülke Almanya’dır, Fransa ve İtalya belli sektörlerde lüks tüketim malı üretir, İngiltere ise doları AB’ye pazarlayan tefeci konumundadır. Bunun dışında diğer ülkeler, gitgide AB’ye bağımlı hale gelmişlerdir. Almanya’da sermayenin getirisi çok yüksektir. Bu sermayedarın kazandığı geliri gösterir. AVRO faizi ise bütün AB ülkelerinin sermaye getirilerinin ortalamasını gösterir. Bu yüzden, özellikle AVRO faiziyle yatırım yapmak zorunda olan işadamları, bu faizin üstünde getiriye sahip ülkelere yatırım yaparlar ki, bu ülke Almanya’dır. Almanya’daki teknolojik üstünlük ve yüksek üretkenlik, öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, AB ülkelerinin açıklarını topladığımızda Almanya’nın dış ticaret fazlasına karşılık gelmektedir.

Türkiye’nin durumuna gelince… Kabaca haritada Samsun – Adana arasına bir hat çekelim. Bu hattın doğusunda gelişmişlik düzeyi ortalama Pakistan kadarken, batısında ortalama Avusturya kadardır. Türkiye’nin milli gelirinin yaklaşık %60’ı ve vergi gelirinin yaklaşık %70’i üç ilde üretilmektedir: İstanbul, Kocaeli Bursa… Yeni yapılan altyapı yatırımlarıyla önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde Bursa, Yalova, Kocaeli, Sakarya, İstanbul ve Tekirdağ tek bir megapola dönüşecektir. Hal-i hazırda İstanbul 14,8 milyon, Kocaeli 1,78 milyon ve Bursa 2,34 milyonluk nüfusa sahiptir, yani yaklaşık 20 milyon insan… Bu da 80 milyonun beşte biri ya da %25’i anlamına gelir. Üç vilayet ve bu kadar küçük bir alanda bu kadar insan, sermaye ve üretim gücünün istiflendiği durum ciddi bir dengesizlik içermektedir.

Şimdi farz-ı muhal düşünelim, 81 vilayetin tamamı “bütün şehir” ilan edilsin ve bunları da daha büyük eyaletler şeklinde bir araya getirelim. Her bir eyaletin yönetimi vergi toplayacak, hemen hemen bütün kamu hizmetlerini yerine getirecek, ihalelere ve altyapı yatırımlarına karar verecektir. Bu şu demektir: Trabzonlu Trabzon’dan toplanan vergi ile, Hakkarili Hakkari’den toplanan vergi ile, İzmir İzmir’den toplanan vergi ile İstanbul da İstanbul’da toplanan vergi ile idare edilecektir. Ama sermaye ülke içinde istediği her yere gidebilir. Yatırımcının ödediği faiz İstanbul’da İstanbul’un gelir düzeyi ve üretkenliği ile belirlenirken, neredeyse gelişmişlik açısından Afganistan standardına yakın bölgelerde de bu faiz geçerli olacaktır. Sonuçta sermaye ve tabii ki emek çok daha hızlı bir şekilde Marmara Bölgesi’ne akacaktır. Allah aşkına, Türkiye’nin en az 15 vilayetinde vergiyi bırakın elektrik – su parası toplanamıyor, oradaki yerinden yönetim hangi parayla hangi hizmeti sunacaktır? Sonuç özerk bölgelerin borç yükünün ödenemez noktaya gelmesi ve iflaslarıdır. “Efendim, İstanbul’dan vergi alırız…”, denebilir. Kendi parlamentosu, vergi toplama ve harcama özerkliği olan İstanbul niye vergi gelirini paylaşsın ki… Hiçbir politikacı bu şartlarda böyle bir insaniyet göstermez, çünkü seçmenine bunu anlatamaz. Netice: Fakir daha fakir ve zengin daha zengin olur. Bu mudur bizim hedefimiz?

Bu çarpık yapıyı düzeltmek için, zenginden alıp fakire veren üniter milli devlete ihtiyaç vardır. Eğer Pakistan ayarındaki doğuyu Avusturya ayarındaki Batı seviyesine çıkarmak istiyorsak hem üniter devleti daha pekiştirmeli, hem de sosyal devleti ihya etmeliyiz. Rakamlar, sayılar, akıl ve mantık bunu söylemektedir. “Pekiyi Hocam, niye özerklik isteniyor?”, diye soracak olursanız, belli mahfillerde bazı akıldaneler PKK’ya affın gelmesi halinde, eşkıyaların nasıl topluma kazandırılacağını düşünmektedirler: Ne yani Murat Karayılan kebapçı mı olacak, ya da Cemil Bayık İddaa bayiliği mi alacak? Otuz senedir uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayetten başka bir mesleği olmayan eşkıyayı ancak Jandarma yapabilirsiniz. İşte özerklik bunun için isteniyor.