KALDIRIMDAN SERZENİŞLER (1)

Sezai ŞENGÖNÜL
Epeyce süre İstanbul ile haşır neşir olan birisi olarak; "Ben eski İstanbul'u özledim!" diye bağırasım geliyor bu günlerde.

Epeyce süre İstanbul ile haşır neşir olan birisi olarak; "Ben eski İstanbul'u özledim!" diye bağırasım geliyor bu günlerde. Buna hakkım var galiba... Artık İstanbul'da eskiyenlerden sayılırım, otuz yıla yakın bir süre oldu bu kadim şehre geleli. Şehre geldiğim ilk on, on beş yıl bir başka güzeldi. Daha yaşanılası idi... Daha sevimli...

Şimdilerde aynı fikri taşımıyorum maalesef. Özellikle son beş yıldır. Çok tatsız, tuzsuz bir İstanbul var artık. İnsan bazı zamanlar bir şeyden soğur ya, ben de yavaş yavaş soğumaya başladım İstanbul'dan. Sokakları, caddeleri, kaldırımları, gürültüsü, envai çeşit kaosu ile kafa tutuyor artık bana da. Belki bir çoğunuza da... Böyle olmasının nedenlerini, daha doğrusu su yüzüne çok çıkanlarını nostaljik bir yolculuk ile aktarayım azıcık.  Aslında öncelikle kamuoyunun, akabinde de benim bariz olarak serzenişlerimi, biraz da çözüm önerilerini...

Eskiden kaldırımlarda en azından daha rahat yürürdük. İnsanların yaya olarak yürüdüğü o kaldırımların önünü kesen, özel arabasını utanmadan oraya park eden 'bencil insanlar' daha azdı. Yine yayalara tahsis edilen bazı kaldırımlarda, üstünüze başınıza toz ya da leke değmesin diye yan dönüp, hakkınızı gasp eden o arabaların arasında ancak kalmış olan 30, 40 cm'lik boşluktan bir jimnastikçi edasıyla ve belinizi içine çekerek bir cambaz gibi geçmek zorunda kalmazdınız, bu günkü gibi...

Ve, bu günkü gibi bu işlerle ilgilenen resmi kolluk kuvvetleri o tür nahoş işleri görmesine rağmen, görmemezlikten gelip gaza basıp, çekip gitmezlerdi... 'Oralı' olurlardı azıcık.

Gene o vakitler kaldırımlarda huzurlu huzurlu yürürken, yanı başınızda ansızın bir motosikletin kornasının veya bisiklet zilinin sesiyle irkilmez, ürkmezdiniz. Yüreğiniz hoplamazdı. Veya ansızın karşınıza çıkan ve yüreğinizi ağzınıza getiren bir 'kaykay' ve 'scooter' karşınıza çıkmazdı. Ha, bunları kullanmak günümüzde suç mu, değil, lakin insanların yürüdüğü ortamlarda, kalabalıklar içinde, kaldırımlarda sürmek de ne derece makul ve mantıklı? Değil, hiç değil...

Gece yarıları ana caddelerden son sürat gaza basarak geçip giden, milleti rahatsız eden motosiklet sürücüleri (Hem de Vatan ve Millet Caddesinde!!) keza aynı şekilde otomobillerinden 'patt 'patt' diye özel sesler çıkararak giden otomobil sürücüleri. Gene gece yarısından sonra müziği sonuna kadar açıp, bangır bangır bağırtarak ara sokaklarda gezen hovardalar... Gece yarısına yakın ellerine yırtıcı bazı köpekleri alıp, gezdiren garip garip tipler.

Caddede yeterince caydırıcı kolluk kuvveti olmadığı için, onlarda atlarını istediği gibi oynatıyorlar!

Efendim bu kadar mı hayır, dahası var.  Bir de herhangi bir yerde bir taksiden inerken veya tam binerken kapıyı açıp kapattığınız o vakit diliminde bir 'motokurye' bir sihirbaz edasıyla son anda direksiyonunu kıvırıp, hızının rüzgarıyla sizi bir güzel öpüştürüp, zikzaklar çizerek ve size toslamadan yanınızdan 'vınn' diye geçip gidemezlerdi. Gene yüreğiniz ağzınıza gelmez, paniklemezdiniz o günlerde, bu günlerde olduğu kadar...

Kaldırım kenarları da o vakitler park olarak kullanılırdı ama yanına ikinci bir şerit sanki otoparkmış gibi bu günlerdeki kadar rahat kullanılamazdı. Hatta kısa süreli işiniz gücünüz olsa dahi, araçlar park yasağı olan yerlere o kadar uzun süreli park edilip, bırakılıp, terk edilip gidilmezdi. Bu günkü gibi...

Yine o zamanlar İnsanlar biraz daha devletten, kanundan, trafik polisinden, zabıtasından, vatandaştan utanırdı, çekinirdi. Arabamın başına bir iş gelir, çekici çeker, ya da birisi çarpar hissi olurdu azıcık içlerinde.

Unutmadan bir de çekiciler üzerinde arabalar giderken çok göze çarpardı. Envai çeşit arabalar. Herkes görürdü. Trafik polisleri, zabıtalar daha bir göze batardı vatandaş arasında, yollarda, sağda solda. Aracınız çekildiğinde size bir külfeti de olurdu o vakitler. Çekilen aracınız hangi otoparkta onu bulmak ayrı bir dert olurdu. Sonra bir ton ceza ve park parası ödeyerek aracınızı alırdınız. Bu korku ve endişe vardı hasılı, şimdi olmadığı kadar...

İyi bir şey miydi, 'evet' o hal şimdikinden daha iyiydi bana göre... İpin ucu bu gün olduğu gibi iyice kaçmış da olmazdı. Yine günümüzde gözünüze çarpıyordur çekiciler ama eskisinin yanında istisnai kalıyor.  Yok hükmünde gibiler. Bugün hangi akıl bu işleri ve neden bu hale getirdi onu da bilmiyorum açıkçası.

Gönül ister ki; toplumu dışarıda birebir etkileyen bu tür sıkıntıları yaşamamak için konulan bazı kurallara herkes uyabilseydi. Fakat bugün gelinen noktada ve yarın için bakıyorum da İstisnai olmaktan çıktı işaret ettiğim nahoş haller. Müdahale edilmedikçe bir yaşam şekline dönüşmüş halde, neredeyse...

Tabii ki kimsenin aracı durduk yere çekilmesin lakin irili ufaklı bazı araç sürücüleri oluşan bazı boşluklardan istifade edip vatandaşı mağdur ediyorsa, yayaların hakkı olan kaldırımları işgal edip, oralara özel araçlarını 'keyfi' park ediyorsa, o vakit ne yapılır?

Yarın da bu yazının devamı niteliğinde yazmaya devam edeceğim. Görüşmek üzere...