Vakıf Katılım web

​İSRAİL SORUNU...

Ömer EROĞAN 03 Ağu 2017

Ömer EROĞAN
Tüm Yazıları
Evet 19.yüzyıldan 20. yüzyıla aktarılan ve 21. yüzyılda da devam eden, bir toplumun kendi kutsal kitaplarında Filistin topraklarının kendilerine vaat edildiği iddiası ile hak elde etmeye yönelik uzun vadeli çalışmalarının neticesi dünyanın karşısında önemli bir sorun durmakta.

Evet 19.yüzyıldan 20. yüzyıla aktarılan ve 21. yüzyılda da devam eden, bir toplumun kendi kutsal kitaplarında Filistin topraklarının kendilerine vaat edildiği iddiası ile hak elde etmeye yönelik uzun vadeli çalışmalarının neticesi dünyanın karşısında önemli bir sorun durmakta. Şüphesiz tarihin değişik dönemlerinde, bilhassa 19. yüzyıldan itibaren Musevi toplulukları vatandaşları oldukları Avrupa ülkelerinde büyük sıkıntılarla karşılaştılar sonrasında da  1930’lardan itibaren Almanya ve takiben çevresindeki ülkelerde büyük zulümle karşılaştılar. Daha 1800’lü yılların sonundan  itibaren yerleşmeye çalıştıkları ve coğrafyanın yerlisi  Filistinlileri metodik şiddet uygulayarak topraklarından eden bu topluluk diğer coğrafyada daha önce kendisine uygulanan gayrı insani haksızlığın benzerini bu kez bigünah bir diğer topluluğa karşı uygular oldu, öyle ki yerleşik  toplumun hayatını perişan eden işkence, yok etme, anayurdundan sürme ve sair tüm tarzları süregeldi ve maalesef süregelmekte. O denli ki bu trajik konuya bir nebze değinenler dahi ciddi sıkıntılar ile karşı karşıya kaldılar, mesela “Saraydan Sürgüne” kitabıyla uzun yıllar Fransa’da satış rekorları kıran Osmanlı Ailesi mensubu Kenize Murad “Toprağımızın kokusu: Filistin ve İsrail in Sesleri” kitabını yazdığı için ve de Filistin de Dünya kaybediyor   mealinde beyanatlar verdiğinden dolayı başına gelen ciddi sıkıntılardan yakinen haberdar olmuş olmam sadece küçük bir örnektir. 

Her nedense kendi tarihimizde 1917’den itibaren bu topraklar ile ilgili çok kısıtlı yazım mevcuttur 1920’lerden itibaren başlayan ve 1936’da üst seviyeye varan ve bugüne kadar varan  yerel Filistin halkının protestosunu, mukavemetini ve diğer olayları Filistin coğrafyasına varan yeni yerleşim kolonicilerinin ifşa bilgileri içeren Dünya Zionist Organizasyonunun İsrail için Musevi Ajansı’nın ABD Kongre Kütüphanesinde bulunan belgelerden, hatta  Polonya Musevilerinden, Nobel Barış ödüllü Menahem Begin’in  “İsrail Ayaklanması”!  isimli  kitabı benzeri daha bir çok kaynaktan izleyebiliyoruz. Şöyle ki; Cemiyet i Akvam tarafından elde ettiği “Mandat”  ile Filistin’e yerleşen Büyük Britanya yönetimi esnasında  zionist Haganah sonrada Irgun örgütlerinin kuruluş ve faaliyetlerini görüyoruz ki kendi anlatımlarına göre büyük ve süreli tedhiş yerel topluma ve yönetime karşı uygulanması esas siyaseti olan ve bu örgütlerin faaliyetleri İngilizler tarafından “Terörist “ olarak sınıflandırılmıştır. Cemiyet i Akvamdan Birleşmiş Milletlere geçen “Manda” hakkı devam etmiş  1948 15 Mayıs’ında  ise büyük Britanya yönetimi azınlık olan topluluğa devretmiş ve hemen İsrail Devleti kuruluşunu ilan etmiştir. Irgunun bir dönem başkanı olan Menahem Begin gibi bu örgütlerin diğer yöneticileri de yeni kurulan devletin sırasıyla yönetiminde bulunmuşlardır. Eğer bir referandum ve ya benzeri yapılmış olsa idi o dönemki nüfus sayımları doğrultusunda coğrafyanın %90‘ından fazlasını oluşturan Filistin ahalisine yönetimin devri gerekir idi! Ne İlginçtir ki aynı tutum Rodezya da ve Güney Afrika da sergilenmiştir. 1948 15 Mayıs tarihini  Menahem Begin  aynı zamanda Arap istilasının! başlangıcı olarak tanımlar. Kendisinin de geldiği yöre itibarıyla II. Dünya Harbi’nin, 25 milyonu Sovyetler Birliği, 6 milyonu Polonya (Musevi Toplama Kampları kayıpları hariç ) olmak üzere toplam kayıpların % 50’ye yakınının yaşandığı ve önemli Musevi direniş hareketlerinin olduğu Doğu Avrupa’dan yılların  savaş deneyimine sahip ve diğer bölgelerden de entelektüel seviyesi yüksek insanların organize bir şekilde  Filistin’de de toplanması sonucu ilk Arap savaşı ve sonrakilerde uluslararası büyük destekle de galip çıkmışlardır. Yeni kurulan ve daha devlet organizasyonlarını tamamlayamamış deneyimsiz büyük kitle ise kaybeden taraf olarak Filistin halkının hala devam eden kayıp ve acılarını pekiştirmiştir. Aynı süreçte Truman yönetiminden Eisenhower dönemine geçen A.B.D. İsrail’i üst düzey müttefiki olarak belirlemiş bu ilişki halende devam etmektedir, ayrıca bölgede benzer yeni bir potansiyel müttefik ülke kuruluşu çalışmaları da görülmektedir. Yanı sıra, örneğin ABD Doğu Yakasında yerleşik Musevi topluluklarının önceye nazaran işgal ve şiddeti onaylamadıklarını ve sorguladıklarını artık görmeye başladık. Herhalde bazı ülkeler için yüksek sesle sorgulanan nükleer arsenal stokları hususunda  belki İsrail’inde bir gün eleştirilebileceği düşünülebilir.   

Köklerini 12-13 kabileye dayandıran 70 yıldır devamlı seferberlik halinde yaşayan, militanlaşmış ezoterik toplum yüksek tansiyonlu toplumsal hayatı ne denli sürdürebilir? Dünyanın diğer yerlerindeki Musevi topluluklar hep tedirgin mi yaşayacaklar? Yaşadıkları büyük trajedileri her daim canlı tutmaları kendi seçimleridir, bütün dünya zaten bu toplumun geçmiş acılarını saygı ve üzüntüyle karşılamıştır, hatta bu nedenle geçmişimizde Bizde kendilerine evimizi açmış idik. Dünya tarihinde bazı topluluklar bazı dönemlerde büyük katliam ve kayıplarla karşılaşmıştır bunu mebzul yaşayanlardan biri de Bizim toplumumuzdur, Anayurdumuz Balkanları kaybımız, milyonlarca vatandaşımızın zulüm altında heba edilmiş olması, entelektüel yapımızı yitirmiş olmamız ve sair korkunç kayıplarımız keza büyük coğrafyanın kaybı ve gelen perişan göç topluluklar toplumumuzda uzun süreli  travma yaşatmış olmasına rağmen dünyaya karşı rövanşist, kindar tutum yerine yeni nesilleri huzur içinde yetiştirmeye çalışarak yolumuza bir şekilde devam ettik. Bu arada kendimiz için bazı hatalarımız olmuş olabilir, mesela Osmanlı nasıl halihazırdaki Devletimiz ile aynı Türk Devleti ise de Biz sanki apayrı bir devletmiş gibi çok keskin çizgiler ile ayırdığımızdan felsefi devamlılığı pek umursamadığımızdan bugün İsrail Dışişleri Bakanı kendi ürettiğimiz tabir ile dönüp “Osmanlı devri artık geçmiştir” diyebilmektedir.    

Sonuçta ise; Filistin halkının yönetimlerine gelince genel siyasetin saptanmasında ve müzakereler esnasında çok yüksekten başlayan ve giderek indirgenen taleplerin sıralandığını ve durma noktalarının pek belirgin olmadığını tespit ediyoruz. Fakat, sonuçta yüz yıldır ızdırap çeken, yersiz yurtsuz bırakılan tarihi bir insan topluluğunun trajedisi bugün dünyanın kadim merkezinde maalesef devam etmektedir. Ümit ederiz ki acılar içerisinde yetişen nesiller gelecekte huzura kavuşurlar .