İSMİNİ SÖYLEYEMEDİĞİMİZ O ŞEYİN KİMSEYE FAYDASI YOK

Alican DEĞER 17 Oca 2017

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
O kadar sıkıntılı bir şeydir ki, adı bir kez anıldı mı kafesinden çıkmış kuş gibi olabilir.

O kadar sıkıntılı bir şeydir ki, adı bir kez anıldı mı kafesinden çıkmış kuş gibi olabilir. Herkes delikanlılığını bozmamak için harekete geçer.

Bir anda restleşmeler havada uçuşur. “Hadi, hemen” bağırışları sarar ortalığı. Adını söylememem de bu yüzden. 

Önce Sn. Devlet Bahçeli dile getirdi. Ardından kim varsa tıpkı dediğim gibi harekete geçti. İktidar partisi, Ana muhalefet partisi. Aklınıza kim gelirse.

Ama, onun ülkeye hele bu zamanda hiç bir faydası olmaz. Belli ki Sn.Devlet Bahçeli kendi milletvekillerini uyarmak için böylesi bir laf etme gereği duydu. Ama “Delinin aklına taş getirmek” derler ya, işte ona benzer bir durum oluşur. Bunun bir örneği af ve bedelli askerlik söylentileridir. Başlangıçta bir söylenti çıkar, sonrası çık işin içinden çıkabilirsen.

Şu anda ‘O’na ihtiyaç yoktur. Ekonomide birbiri ardına alınan önlemler, doların durumu, sınır ötesi çatışmalar. Bizim istikrara ihtiyacımız var. Böylesi devasa bir organizasyon sadece yapılacak işleri geciktirir, ekonomide “dur bakalım hele” duygusunu oluşturur. 

“Sonucu zaten belli. Ne var ki?” diyebilirsiniz. Ama yüzde 5’i beklemeye sevketse, bu bile sıkıntı yaratır.

O yüzden en iyisi hiç adını anmamak. Zamanı gelince zaten olacak. 

BU KADAR İNSAN NE YİYECEK?

Eski günlerde öğretmişlerdi. Türkiye kendi kendine yeten birkaç ülkeden biri diye. Ama anlaşılan ya yalanmış, ya da abartı.

Şimdilerde ise gıda enflasyonu ile uğraşıyoruz. Çünkü üretimimiz tüketimimize yetmiyor. Eğer gıda sorunumuzu çözmez isek bizi hiç de iyi günlerin beklemediği aşikâr.

Türkiye maalesef tarım alanları bol bir ülke değil. Bu bile yanlış bir tanımlama. Doğru söylersek; “Tarım alanları kısıtlı bir ülke.” Çoğu kısmı dağlık. Dünyanın bazı kısımlarına göre daha genç topraklar üzerinde yaşadığımızdan düz alanlarda yeterli derinlikte besleyici tabaka oluşmamış. 

Buna bir de kirlilik, sanayileşme ve nüfus baskısı eklenince ekilebilir araziler giderek azalıyor. Buğday ithal ediyoruz, et ithal ediyoruz. Yani başlıca iki besinimizi dışarıdan alıyoruz.

Buğday ithal ediyoruz çünkü demin de dediğim gibi ekilebilir arazilerimiz sınırlı. Topraklarımız küçük parçalara bölünmüş durumda, makina parklarımız yetersiz.

Ette durum ise karmakarışık. 40 yıl evvel de kasaplar karikatürlerde zengin olarak çizilirdi. O zamanın mahalle esnafı ne kadar zengin olursa o kadar. Ama durum buydu. Et her daim pahalıydı. Bir türlü yetmezdi.

Şimdilerde de durum aynı. Küçük hayvan, yani koyun-keçi etinde pek sıkıntı yok gibi duruyor. Ama dana eti ciddi eksik. O yüzden de fiyatı durmadan artıyor. “Neden böyle?” derseniz, sebebi otlak eksikliği. Hayvancılıkta en önemli gider kalemi beslenme. Hayvan ne kadar ucuza beslenirse, o kadar ucuza mâl oluyor. Bunun için de otlaklarda beslenmeleri gerekiyor. Ne kadar otlak ve ot, o kadar ucuz et anlayacağınız. 

Küçük hayvanlar daha rahat besleniyor mevcut otlaklarımızda. Ama iş büyük başa geldiğinde sorun çıkıyor. Onların beslenebileceği nitelikte otlak yok. Varsa da az. Bu nedenle üretici yeme yükleniyor. Yem de pahalı. Pahalı yem, pahalı et demek. Bu denklemin sonucunda olan tüketicilere oluyor. Eti, altın fiyatına yiyoruz adeta.

Türkiye’de kesilmiş et ithali yasak. Sebebi üreticilerin korunması. Öyle ya, kesilmiş hayvan ithal edilirse Türkiye içindeki zaten sınırlı sayıdaki üreticiler bir anda batarlar. Nasıl baş etsinler? Ama buna rağmen bazen fiyatlar aşırı artığında mecbur kalınıyor. 

Buna karşılık, Türkiye’ye canlı hayvan ithali yapılabiliyor. Üreticiye hayvan başına teşvik veriliyor. Faizsiz, uzun dönem tarım kredileri vs. Ama bir türlü yetmiyor. Fiyatlar artıyor. Gıda fiyatları artınca ister istemez enflasyon da artıyor. 

Eskiden, kendimize yettiğimiz sözleriyle kendimizi avuttuğumuz günlerde de durum aynıydı. Et çok nadir girerdi evlerimize. Muz bile bulunmazdı. Anamur muzu hediyelik eşya gibiydi. Mevsiminde portakal vardı. Her meyve-sebze anca mevsiminde vardı.

Yerli malı haftaları kutlardık. İlkokularımızın müsamere salonlarında. Hiç unutmam ben bir keresinde portakal olmuştum. Turuncu bir kıyafet giydirilerek. Kısa ama öz bir şiir de okumuştum (Yeteneğim olmadığı çok belliydi.).

Zaten yerli malı deyince sadece meyve gelirdi akla. Kimse otomobil kılığına girmemişti. Portakal, fındık, incir. Hepsi buydu anımsadığım.

Hadi, tarım topraklarımız sınırlı, hadi yeterli derinlikte değil. Tamam yem pahalı. Hepsine tamam. Ama ne olur biri şu soruya cevap versin. Eldeki mevcut tarım alanlarımızı niye korumuyoruz? Neden illa kirletiyor, üzerine bina yapıyoruz. Bu kadar inşaat yapıp, içine insanları doldurunca, o insanların ne yiyeceğini neden düşünmüyoruz?