​İŞGÜCÜ PİYASASI, GREVLER VE HÜKÜMETİN SOSYAL POLİTİKASI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Pratik hayatta işgücü piyasası standart ders kitabı modellerinden biraz farklıdır.

Pratik hayatta işgücü piyasası standart ders kitabı modellerinden biraz farklıdır. İktisat kitaplarında işgücü piyasası genelde homojen bir işgücünün piyasası olarak modellenir. Buradan yola çıkılarak Makroiktisatta Phillips Eğrisi gibi araçlar ve Toplam Arz analizi türetilir. Halbuki işgücü sektörden sektöre farklılaşmaktadır. Hele aynı sektörde belli bir çalışma süresi geçirmiş tecrübeli işçilerde işgücü farklılaşması daha da fazlalaşmaktadır. Bunun sonucu da, işgücünün bir sektörden başka sektöre hareketliliğinin azalmasıdır. Yani bir sektörde talep daralması nedeniyle işsizlik ortaya çıksa, işsiz kalan işçilerden önemli bir kısmının başka sektörde işe girememesi, girebilenlerin de bunun için mevcut ücretinden çok daha ucuza çalışmak zorunda kalması söz konusudur. İşgücünün sektörler arası hareketliliğinin azalması, ister istemez yapısal işsizliği ve friksiyonel işsizliği artıracaktır. Yine ders kitaplarında ücretlerin günlük belirlendiği ve arz – talep eşitliğini sağlayacak şekilde dalgalandığı varsayılır. Bunun doğal sonucu olarak da çalışılan iş saati de her gün farklılaşacaktır. Pratikte bu da geçerli değildir.  Uzun dönemli ücret sözleşmeleri ile işçiler her işgünü minimum bir iş saati kadar işgücü arz etmeyi taahhüt ederken (günlük mesai), bu kadar iş saati çalışma karşılığında sabit bir aylık ücret (maaş) almaya hak kazanırlar. Yani birey olarak işçilerin hem işgücü arzı bir tabanla sınırlandırılmakta hem de nominal ücretleri sabitlenmektedir.   

20’inci yüzyılda işgücü piyasasında sendikalar çok kuvvetlendi. Bunun en önemli sebebi, 20’inci yüzyılla birlikte sanayi mamulleri üreten piyasalarda endüstriyel yoğunlaşmanın artması, yani tekelleşmenin yaygınlaşmasındadır. Bir sektörde az sayıda satıcı firmadan oluşan bir oligopolcü yapı varsa, bu firmalar hem üretilen malın fiyatını hem de binlerce işçinin satıcı olarak yer aldığı işgücü piyasasında saat başı ücretleri belirleme gücüne ulaşırlar. Oligopolcü firmalar mal piyasasında öldürücü bir fiyat rekabetine de, kartelleşmeye de veya piyasayı belli oranlarda paylaşmaya da karar verebilirler. Her bir seçeneğin sonucu farklı olabilir. Ancak, iş işgücü piyasasına gelince, firmalar pratikte hiçbir zaman birbirleriyle rekabete girmezler aksine sağlam bir dayanışma içinde yer alırlar. Yani bir araya gelerek bir alıcı karteli oluştururlar. Alıcı kartelleri, işgücünü olabilecek en düşük ücrete ve en fazla çalışma saatine mecbur bırakırlar ki, buna “Monopson Gücü” adı verilir. Çünkü işgücünün başka bir sektörde çalışması çok zordur. Mevcut sektörde de bütün firmalar aynı düşük ücreti ve yüksek çalışma saatini dayatmaktadırlar. Böyle olunca, 19’uncu yüzyılın sonundan itibaren, özellikle 20’inci yüzyılda işçiler sendikalar etrafında örgütlenmeye başladı. Sendika, bir nevi, işgücü piyasasında tekel gücüne sahip bir satıcı kartelidir. Bu çerçevede bakıldığında, sendikanın ana işlevi işgücünün mümkün olan en düşük çalışma saati ile en yüksek ücreti elde etmesidir. Zamanla işveren birliklerinin karşısına işçi sendikalarının dikilmesi, her sektörün işgücü piyasasında “İki Yanlı Tekel” piyasalarının ortaya çıkmasına yol açtı. Yani, ücret ve çalışma saati, işveren birliği ile sendikanın müzakere ve pazarlıkları ile belirlenir hale geldi. Artık, gerçek anlamda bir işgücü arzı ve talebi kalmamıştı, ücret ve işgücü arzını tarafların pazarlık gücü belirlemekteydi. 

Pazarlıklarda her iki tarafın da silahları vardı: Sendikalar grev yapabilir ve fabrikanın üretimini kilitleyebilir, bunun karşılığında işverenler de zorunlu iş kapatımına gidebilirler: Lokavt, (ing. lock – out). Bu silahlar iş müzakerelerinde uyuşmazlık halinde kullanılması gereken haklardır: Yani iş ve ücret pazarlığı dışında başka bir sebepten, (örneğin PKK’lı eşkıyaya destek, vatan haini FETÖ’cülerin insan hakları, sözde Ermeni Soykırımı, hükümetin herhangi bir politikasını protesto etmek gibi süfli sebepler), grev veya lokavt yapılamaz. Başta Anayasa olmak üzere 2822 sayılı TİSGLK’e grev hakkı ve lokavtı düzenlemiş, grev ve lokavtın uygulanma esaslarını belirlemiştir. Bu usul ve esaslara uyan grev ve lokavtın hukukumuzca himaye edileceği, aksi uygulamaların ise yaptırımlarla karşılaşacağı kanunda düzenlenmiştir.

Türkiye’de sendikalar yukarıda çizilen portreden uzaktır. Her sektörde, üç büyük ve birbirine rakip sendika bulunmaktadır. Diğer bazı küçük sendikaların piyasayı belirleme gücü yoktur. Bir sendika AK Parti’nin, bir sendika MHP’nin bir diğeri de CHP ve HDP’nin işçi kolları gibi çalışmaktadır. Bu sendikalar işveren birliklerinden çok birbirlerini rakip olarak görmektedirler. İşçiler, zaten, örgütlü bir emek mücadelesinin ne bilincindedirler ne de içindedirler. Bu anlamda bir sendikaya bağlılık çalışanlar arasında kendi haklarını koruma, çalışma ve yaşam standartlarını iyileştirme amacıyla değil, ama, sendikanın temsil ettiği partiye itaat ve mensubiyet anlamına gelmektedir. Yani, teknik terimle ifade edecek olursak emek piyasasında üç satıcılı oligopol (triopol) bulunmaktadır ve bunlar birbirleri ile öldürücü bir fiyat rekabetine girmektedirler, (bu ücretleri düşüren ve çalışma saatleri uzatan bir etkidir). Diğer tarafta ise, dayanışma içinde birlikte hareket eden işveren birliği bulunmaktadır ki, bir alıcı karteli oluşturmaktadır, (monopson). Sonuç: Düşük ücret ve yüksek çalışma saatidir.

Son dönemde Akbank ve Şişecam çalışanlarının daha önce de EMİS ve Asil Çelik çalışanlarının tamamen yukarıda zikredilen 2822 sayılı Kanuna uygun grev kararları işte bu monopson tarafı ağır basan iki yanlı tekel piyasasının sonuçlarına olan doğal tepkidir. Buna karşın sonuç ne olmuştur: 2017 yılı içinde 18 Ocak’ta , 20 Ocak, 20 Mart ve 22 Mayıs tarihli Resmi Gazetelerde sırasıyla Asil Çelik, EMİS, Akbank ve Şişecam grevleri 60 gün süreyle ertelenmiştir. Resmi Gazete’deki gerekçe Akbank için  “ekonomik ve finansal istikrarı bozucu nitelikte görüldüğünden”, diğerleri içinse "milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden" olarak tanımlanmıştır. Hükümet’in bu tutumu yanlıştır. 

İşin enteresan tarafı,  EMİS Grevi ABB Elektrik Sanayi, Grid Solutions Enerji Endüstrisi, Schneider Elektrik Sanayi ve Ticaret, Schneider Enerji Endüstrisi Sanayi ile bunlara bağlı işyerlerinde gerçekleştirilmekteydi ki, bunlar dev yabancı firmalardır. AK Parti yerli ve milli olmak şiarındadır, kendi işçisine karşı yabancı kartellerin yanında olmak şiarında olmamalıdır. Yine faiz lobisine Sayın Cumhurbaşkanı en sert ifadelerle tarizde bulunurken, faiz lobisinin en müstesna iki üyesi Akbank ve İş Bankası’na (Şişecam İş Bankası’na ait bir iştiraktir) kıyak geçilmektedir. AK Parti adaleti ve dayanışmayı temel almış bir partidir. Seçmen kitlesi ağırlıklı olarak dar gelirli emekçi kesimlerden oluşmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın “garip gurebanın fakir fukaranın yoldaşı, kimsesizlerin kimsesi, sessiz yığınların sesi olmak” gibi bir iddiası vardır. AK Parti, en krizli anlarda yüksek gelir grubundan rantiyeleri değil, ama bu sessiz yığınları yanında bulmuştur. En son, hain 15 Temmuz eşkıyalarına karşı da yine bu garip gureba şehit olmuştur, rantiyeler değil. 

Daha önce de dediğim gibi, AK Parti’nin bir sosyal politikaya ihtiyacı vardır. Sadece AK Parti mi? Diğer bütün partilerin de bir sosyal politikası olması gerekir. Önümüzdeki dönemde, emekçi kitlelerin desteğini arkasına almış bir hükümet dış emperyalist güçlerin baskısına karşı sırtını sağlama alacaktır. Unutmayalım ki, içeride sağlam desteğe sahip olmadan, dışarıda başarılı olamazsınız. Hükümetin, rahmet ayı olan ramazanda durumu bir daha tetkik etmesi, emekçilerin haklarını koruyacak düzenlemeleri yapması temenni olunur.