Vakıf Katılım web

İDLİB ANAFORU

Prof. Dr. Samir Salha
Tüm Yazıları
Suriye rejiminin, Rus savaş jetleri ile eşgüdümlü olarak, Hama şehrinin kırsalında yer alan muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere 25 Nisan'dan beri sürdürdüğü saldırılar, cevap bekleyen birçok soru ve senaryoyu gündeme getirmiştir.

Birçok yorumcunun vardığı kanaat, İdlib’deki Türk askeri kontrol noktalarına saldırmanın arkasında büyük yerel ve bölgesel pazarlıkların döndüğü yönündedir.

Şam’dan gelen sesler, senaryonun; İdlib’deki rejim güçlerinin, muhalif güçlerinin savunma hatlarını dağıttıktan sonra, hızlı ve geniş kapsamlı operasyonlar gerçekleştirerek Türkiye sınırına doğru ilerleyip, tüm bölgeyi ele geçirmek olduğunu söylüyor. Ancak farklı yorumlar yaşanan gelişmelerin hedefinin "teröre karşı savaş" değil, operasyonlar Türkiye ve Rusya tarafından Soçi’de kabul edilen “tansiyonu düşürme bölgesi”nde yürütüldüğü için, Rusya’nın mevcut şartlardan yararlanarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için yeni bir siyasi ve coğrafi denklem empoze etmek olduğunu söylüyor.

Arap medyasındaki bir takım iddialar, rejim güçlerinin İdlib ve çevresinde “toprak koparma” operasyonlarına karşı, Ankara ile Moskova arasında PYD’yi bölgeden uzaklaştırma içerikli bir “Tel Rıfat takasından bahsediyor. Bir başka iddia ise, Ankara’nın, Astana ve Soçi’deki “El-Nusra’yı ortadan kaldırma” taahhütlerini yerine getirememesinden dolayı düştüğü çıkmazdan kurtulmak için Suriye rejim kuvvetlerinin ilerleyişine göz yumduğu yönünde. Üç haftadan beri Suriye rejiminin saldırılarına karşı büyük bir sessizliğe bürünmekle itham edilen Ankara, kendini bu sorgulayan ve suçlayan yorum ve iddialarla karşı karşıya buldu. Son günlerde merak edilen husus, Ankara'nın ne yapacağı ve aylardan beri Suriye sınır bölgelerinde devam eden askeri sevkiyat hamlelerinin ve muhaliflerle iş birliği mesajlarının ötesinde bir tepkisinin olup olmayacağı sorularıydı.

Moskova’nın rahatsızlığının ve rejim kuvvetlerinin önünü açmasının temel sebeplerinin arasında, 12. Astana toplantısının başarısızlığı, Suriye konusunda Ankara ile Washington arasındaki olumlu temaslar ve Türkiye'nin İdlib'de sivillere yönelik saldırıların durdurulmasına yönelik duruşuna verilen uluslararası toplum desteği gelmektedir. Bu rahatsızlığın sonucunda, Moskova Şam rejimiyle anlaşmayı ve İdlib’deki sivil yerleşimlere saldırıp, binlerce insanı Türkiye sınırına doğru gitmeye zorlamayı ve Ankara’yı daha büyük sorunlarla kuşatmayı tercih etmiştir. Bununla birlikte Rusya, üstlendiği “Türkiye’nin taleplerini Şam’a taşıyan elçi” rolünü aniden bırakmış ve kendi lehine gelişen konjonktürü, rejimin tüm bölgeyi yönetme hakkına sahip olduğu savıyla perçinlemek istemiştir.

Türkiye’nin tüm bu provokasyonlara karşı ilk hamlesi, muhalif güçlerle anlaşarak, siyasi bir manevrayla İdlib bölgesinde kabul edilen Rus-Türk yol haritasına geri dönme çağrısı ve bunun gerçekleşmesinin rejim kuvvetlerinin yakın zamanda ele geçirdiği bölgelerden çekilmesine bağlı olduğunu ilan etmek olmuştur.

Ancak Ankara, çağrısına karşı Moskova’nın duyarsızlığına ve bunun sonucunda yaşanan geniş çaplı askeri saldırılara karşı tepkisiz kalamazdı. Nitekim yanıtını muhalif güçlerin önünü açarak ve savunma pozisyonundan çıkıp saldırıya geçme taleplerine destek çıkarak vermiştir.

Ankara’nın pozisyonundaki değişikliğin ilk işareti, Moskova’nın desteğiyle Şam kuvvetleri tarafından devam eden provokasyonlara ve daha sonra Rusların korumasından yararlanan PYD gruplarının tacizlerine yanıt olarak, muhaliflerin Tel-Rıfat köylerine girmesiydi.

Türkiye ikinci hamlesini, Soçi anlaşmasına açık bir meydan okuma olan İdlib’deki Türk kontrol noktasına yapılan saldırıların, Rusya'nın güvencesine rağmen yapıldığı ve Ankara'nın bu durumdan sadece Suriye rejimini sorumlu tutmayacağı, zira Moskova’nın onayı olmadan bu tür tansiyonu tırmandıran adımların atılmayacağı gerçeğini ifade ederek ve bu tutumun sadece Soçi sürecini baltalamakla kalmayacağını, aynı zamanda Suriye’nin içerisinde başka “tepki” cepheleri açılmasına sebep olabileceği mesajını vererek gerçekleştirmiştir.

Türkiye'nin bir diğer hamlesi, Birleşmiş Milletler’deki daimi temsilcisi Feridun Sinirlioğlu’nun, Nisan ayı sonundan bu yana Suriye’nin kuzeyinde rejim tarafından yapılan ateşkes ihlallerinin etkisi ve Türkiye’nin endişelerini dile getirmesiydi. Sinirlioğlu açıklamalarında; 600 defa anlaşma ihlali gerçekleştiğini, Soçi ittifakına zarar verildiğini ve Türk gözlem merkezlerine saldırı düzenlendiğini belirtmiş, yapılan saldırıların terörle mücadele kapsamında sayılmayacağı gibi meşru da olmadığını ifade etmiştir.

Moskova’nın son günlerde öne sürdüğü; Türkiye’nin Suriye muhalif kuvvetlerine modern silah verdiği, dolayısıyla Soçi ve Astana anlaşmalarının uygulanmamasından sorumlu tutulması gerektiği suçlamalarına karşı, Türkiye;  Soçi anlaşmasını bozmayı hedefleyenin Şam rejimi olduğunu ve sorunun Ankara değil Moskova kaynaklı olduğu cevabını vermektedir. Zira imkânsız olan ihtimal, Esad’ın Moskova ve Tahran’a “rağmen” bu kadar geniş kapsamlı askeri operasyonlar yapması ve sözlerinden uzaklaşmasıdır. Çünkü böyle riskli bir adım, Türkiye’den önce Rusya’ya yapılmış bir meydan okuma anlamına gelmektedir.

Türkiye’nin tüm bu hareketliliğin arkasındaki esas mesajı; İdlib konusunda Ankara ile Moskova arasında yapılan anlaşmaların sürekli Şam rejiminin tehdidi altında olduğu ve anlaşmaların rejimin insafına bırakılmasının hiçbir anlamı olmayacağı gibi her iki taraf için de risklerle dolu bir hata olacağıdır.

Yaşananlar, Moskova ile Ankara arasında bir bilek güreşinden daha ötedir. Ankara’nın yeni hamleleri masadan kalkmaya kadar varabileceği gibi, bunun ceremesini çekecek olan da Şam rejimine bu kadar destek verip şımartan Moskova ve Tahran olacaktır.