İBADETİN HAKİKATİ NEDİR?

Cemalnur SARGUT 04 Haz 2020

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Anlaşılıyor ki; ibadet Hak ile kurulan her türlü ilişkidir.

Tasavvufa göre ibadet insanın özünden kaynaklanan bir şeydir. Çünkü ibadet ihtiyaç sahiplerinin muhtaç oluşlarını anlatmaktan başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle onların Allah’ın indindeki isimlerinin yokluk denen vücut içine girmelerinden dolayı varlık haline geçmeleri için ezeli sahipleriyle ilişki kurmaları demektir. Demek ki; ibadetin hakikatinde kulla Allah arasında ilişki kurmak vardır. Bu da kulun yegâne ihtiyacı ve kulu mutlu eden yegâne şeydir. Çünkü kul huzurda olmadığı sürece huzuru bilemez.

Anlaşılıyor ki; ibadet Hak ile kurulan her türlü ilişkidir. Halkın ibadeti parçanın bütüne olan ihtiyacından dolayıdır. Yokluk varlığa ihtiyaç duyar ve bir varlık oluşturmak için varlığa yanaşır. Hak’ta kendi zati isminin ortaya çıkması için kulda tecelli eder. Bu da adeta O’nun ibadetidir. “Allah ve melekleri Peygamber’e salat ve selam ederler” ayetindeki salat; yani Hakk’ın ibadeti Peygamber’e tenezzül etmesi eğilmesi, kendi hakikatini O’na göstermesi ile alakalıdır. Kul kendi ibadetinden aczini, Hakk’ın ibadetinden de hakiki varlığın Hak olduğunu ve Hak ona tecelli edip, yanaşmazsa hiçbir şekilde Hakk’ı idrak edemeyeceğini anlar ve bilir. Bu aczini bilme kulu kul yapar en üst dereceye ulaştırır.

Normal insanlara göre ibadet herhangi bir muameledir; sanki öbür dünya ile ilgili bir istekleri olduğu için bu isteğin karşılığında Allah’a hürmet ve saygı gösterirler. Arife göre ibadet çok farklıdır. Arif düşüncesini, nefsini, vehmini, bütün kuvvetlerini bütün gücüyle Allah’a doğru yöneltir. Arif kendi varlığını bu yöneltme esnasında yok sayar ve Allah’la irtibatı, gene Allah’tan Allah’a gelecek şekilde kurar. Çünkü ortada arif yok olmuştur. İşte bu bakış açısından onun ibadetinde bir menfaat, karşılık veya duasına karşılık istemek gibi bir şey yoktur. O sadece aczini göstermek için ibadet eder.

İbadetlerin en yücesi Allah’ın lütuf ve ihsanına karşı şükürdür. Yani bu idrakte olmayan kişiler ise, sıkıntı zamanında “Aman Yarabbi!..” diye duaya başlarlar, hâlbuki ibadetler bolluk ve mutluluk zamanındaki şükürle en kıymetli hale varır.

Bu durumda ibadetlerin en yücesi zikirdir diyebiliriz. Allah Teâlâ “Allah’ın zikri en büyüktür” buyurur.

Bazı kimseler fakiri yedirme, köleyi azat etmek, zorda kalanlara yardım etmek gibi, menfaati başkalarına ulaşan iyiliklerin, Allah’a zikirden daha büyük ibadet olduğunu zannetmişlerdir. Böyle bir zan çok da doğru sayılmaz. Birincisi tevhit kelimesine inanmak anlamındaki zikir, ehli olmayan kimseden çıkar…

Sonuç olarak; ibadetlerin en yücesi zikirdir, Allah’ın zikri en büyüktür. Çünkü zikrin iki faydası vardır; birincisi o kullandığı kelimelerin enerjisi insanın vücuduna etkisidir. İkincisi o zikrettiği ismin halini giyinir insan. Böylece de Allah hangi muhtaç, o anda hangi haliyle muhtaçsa o haliyle yanaşır. Mesela hasta bir insanın şifa “Ya Şafi” ismini çekmesi, Allah’tan şifa istemesi demektir. Büyük bir lütuftur ki; hangi ismi çekmemiz gerektiğini hatırlamıyorsak o zaman “Allah” ismini çekerek, Allah ismini anarak bütün o isimlerin yerine geçer. Böylece Allah’a olan aczimizi, halimizi göstermiş oluruz.

***

Bir Kutsi hadiste Cenabı Peygamber Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu diyor: “Bir kimse beni kendi kendine anarsa, ben onu zatımda anarım.” Yani kendi kendine anarsa, kendi kendine idrak ederse asıl ben onu anmış olurum diyor. Allah’u Teala, bu da ibadetin aslı, O’nun bize lütfettiği bir lütuf olduğunu, kendi başımıza ibadet etmeye dahi kuvvet ve kudretimiz olmadığını, ancak O’ndan bir enerji gelirse, O’ndan bir izin gelirse ibadet edebileceğimizi idrak ettirir. O zaman ben ibadet ettim cümlesini kullanmayız, Allah bana ibadeti lütfetti deriz.