HIZ ÇAĞININ SOSYAL VE MÂNEVÎ KÖRLÜĞÜ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
İhtiyaç zannedilen arzu ve isteklerin tatmin edilmesi için sınırlı kaynaklar hızla tüketiliyor.

İktisat biliminin ortaya çıkma sebebi olarak kaynakların sınırlı ama insan ihtiyaçlarının sınırsız olması gösterilir. Bu yaklaşımda sınırsız olanın ihtiyaçlar değil, istek ve arzular olduğu gibi çok önemli bir ayrıntının gözden kaçırıldığı yönünde ciddi eleştiriler ve tartışmalar vardır. Ama günümüz ekonomik düzenindeki aksaklıkların bu ayrıntının gözden kaçırılması yüzünden olduğu tartışma gerek duyulmayacak açıktır.

İhtiyaç zannedilen arzu ve isteklerin tatmin edilmesi için sınırlı kaynaklar hızla tüketiliyor. Daha endişe verici olan şey ise, arzu ve isteklerin hızı, kaynakların tüketilmesini daha da hızlandırıyor. Artık tek amaç, freni patlamış bir kamyon hâline gelmiş insan arzu ve isteklerinin tatmini için yeni kaynaklar bulunmasıdır. Ama arzu ve isteklerin hızını yavaşlatma adına yapılan şeyler yok denecek kadar azdır. Hız sınırını çoktan aşan arzu ve istekler insanı, önce çevresini sonra da kendisini göremez hâle getirmiştir.

Aşırı hız sebebiyle trafik kazâlarında yaşanan can ve mal kayıplarını azaltmak için hazırlanan kamu spotlarında, hız arttıkça, sürücünün etrâfı görme açısının daraldığı anlatılır. 100 km/s üzerindeki hızla giden bir aracın sürücüsü neredeyse etrâfındaki hiçbir şey görememektedir. Bu hız, etraftaki güzellikleri görmek bir yana, can kaybına sebep olacak kadar tehlikelidir. Yüksek hızla seyreden sürücüler, hiçbir göz bozuklukları olmaması rağmen, önünden geçtikleri ve etraflarındaki birçok şeyi göremezler. Bu âdeta bilerek ve isteyerek fizikî bir körlüktür. Uyarılarla, eğitimle ya da cezâlarla önüne geçilebilen bu körlükten daha tehlikeli olanı vardır: Sosyal körlük

Sosyal körlük, sürücünün ayağını gaz pedalında geçtiğinde yavaşlamayla yeniden genişleyen görme açısıyla kıyaslanamayacak kadar uzun vâdeli bir sorundur. Bu sorunun uzun vâdeli olmasının sebebi, içine doğduğumuz ve yaşayarak alıştığımız hayat şartlarının dışına çıkma zorluğudur. İçinde bulunduğumuz araçla aynı hızla olmamız gibi, içinde yaşadığımız toplumla da aynı sosyal hıza sâhibizdir. Biz yavaşlamak veya durmak istesek bile, sel suyuna kapılmış gibi, toplumun hızına ve yönüne tâbi oluruz. Bırakın akıntının ters yönünde gitmeyi, kenara çekilmek bile neredeyse imkânsızdır.

Araçlar amaç olunca

Endüstri çağının bilişim çağı evresi başlayalı beri, tâkip etmekte bile zorlandığımız değişim, artık gelişim ve insan hayâtını kolaylaştırma vasfını kaybetmiştir. Bu değişim hızlı, gelişimin ve ilerlemenin aksine, insanı bir bilinmeze götürmekte ve hatta sürüklemektedir. Bu hız çağında, İktisat biliminin yanlış tanımında sınırsız olduğu vaaz edilen istek ve arzular, yüksek haz çağını yaşatmaktadır. Yüksek hız için üretilen performans araçlarında, motorun hızlanma gücü kadar yavaşlama ve yere tutunma kabiliyetine de önem verilir. Aksi takdirde bu yarış arabaları ilk virajda savrulup yoldan çıkarlar. Dolayısıyla araçlardaki gaz pedalı ve beygir gücü kadar fren pedalı ve fren balataları da önemli olduğu gibi, hayâtımızda da hızlanmayı ve yavaşlamayı kontrol altına almayı bilmeliyiz.

Toplam uzunluğu beş veya altı kilometre olan yarış pistlerinde onlarca tur atarak yarışan arabaların bir yerden bir yere gitme gibi bir amaçları yoktur. Bu arabalar birer araç değil, bizzat amacın kendisidir. Bu olgu, yarış arabalarının varlık sebebine hizmet eder ama insan hayâtının anlamlı hâle gelmesine katkı sağlamaz.

Bizim yaşama amacımız, belli bir alanda dönüp aynı yerden defâlarca ve her seferinde daha hızlı geçmek değildir. Aksi takdirde yarış arabaları gibi aracı amaç hâline getirmiş oluruz. Maalesef bunu yapıyoruz. Güzel, huzurlu ve güven içinde bir hayat amacıyla iyi bir meslek edinmek, iyi bir meslek edinmek için iyi eğitim almak istiyoruz. Ama ne oluyorsa gaz pedalı takılı kalıyor ve biz neden iyi bir meslek edinmemiz ve neden iyi bir eğitim almamız gerektiğini unutuyoruz. Etrâfımızda oradan oraya durmadan koşturan insanları görüyor ve onların kapıldığı akıntıya biz de kapılıyor ve sürükleniyoruz. Hayâtımızın en güzel yılları, geçerliliğini kısa sürede kaybedecek eğitim için heba olup gidiyor. Sâdece çok para kazanmayı amaç edinip yaptığımız iş, bize mânevî tatmin vermemeye başlıyor. Oradan oraya koşuştururken, etrâfımızda olup bitenleri göremiyoruz. Mutlu olmak için kurduğumuz âilelerimiz ve dünyâya gelen çocuklarımızın büyüdüğünü bile göremeyecek kadar hız sınırını aştığımız bir hayat yaşıyoruz.

Arada bir durur gibi olup “ben ne yapıyorum?” diye sorduğumuzda “emeklilikte rahat etmek için” veya “her şey çocuklarım için” deyip, şekeri çabucak giden sakızlar gibi, kendimize yalanlar söylüyoruz. Hızla sürdüğümüz arabayı durdurmak ve geri vitese takıp aynı yerlerden daha yavaş geçmek mümkün ama aynı şeyi hayâtımız için söyleyemeyiz. Zira, sürekli daha hızlı gitmek için daha donanımlı hâle gelirken, nasıl yavaşlayacağımız konusunda önlem almıyor ve donanım edinmiyoruz.

Şansımız varsa, trafiğe kapalı alanlardaki hız testleri gibi, geri dönemeyeceğiz günleri önemli bir kayba uğramadan yaşayabiliriz. Ama bunda bile maddî ve fizikî olarak sınıra geldikten sonra istek ve arzularımızın değil de mânevî ihtiyaçlarımızın eksikliğini duymamız kaçınılmazdır. Bir de biz yüksek bir hızda giderken içinden geçtiğimiz ama dikkat etmediğimiz nice güzelliklerin telâfisinin olmadığını anladığımızda, aracın anahtarını teslim etmek için bir vale bile bulamayabiliriz.