HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEK MÜMKÜN MÜ?

ERAY YAĞANAK 26 Oca 2021

ERAY YAĞANAK
Tüm Yazıları
Konuşmak, çoğu zaman, ses çıkarmaktan başka bir anlam ifade etmez.

“Üzerinde konuşulamayan hakkında susmak gerek”tiğini salık verir Wittgenstein. Katılıyorum. Susmak, konuşmak ile kıyaslandığında benim de çok sık tercih ettiğim bir konuşma biçimi. Evet, susmak bir konuşma biçimidir. Olur mu hiç, konuşmak, her halükârda, susmaktan daha iyidir; konuşmadan nasıl anlaşacağız diye düşünenler mutlaka olacaktır. Hiç kuşkum yok! Onlar da susmanın bir çeşit konuşma olduğunu anlayacaklar bir gün. Umutluyum; susma’yı mutlaka öğreneceğiz. Çünkü varlığın anlamlı bir biçimde açığa çıkmasına olanak sağlayan en önemli insani varoluş tarzı konuşmak değil susmaktır.

Konuşmak, çoğu zaman, ses çıkarmaktan başka bir anlam ifade etmez. Ses de kendi başına anlamlıdır hiç kuşkusuz. Ne var ki ses, notaların sınırlarında dolaşan bir melodi olarak ortaya çıktığında anlamlıdır. Sürekli olarak aynı nota ve aynı tempoda çalınan bir melodi bir müddet sonra sadece ses olmaktan başka bir anlama gelmez. Bir melodinin ruhumuzda ortaya çıkardığı duygu durumu bir konuşmanın yaratacağı etkiden daha anlamlıdır çoğu zaman. Bu nedenle, konuşmak, her şey hakkında bir şey söylemek değildir.

Hiçbir şey söylemek mümkün mü? Mümkün. Hiçbir şey söylemek demek, her şeyi söylemek ile karşılaştırıldığında, “susma”nın anlamlı bir biçimde kendini görünüşe çıkarması demektir. O halde, her şeyi söylemekle kıyaslandığında, hiçbir şey söylemek daha anlamlıdır. Susmak, anlamlı bir şekilde açığa çıkacaksa eğer, bir şey hakkında hiçbir şey söylemektir.

Dil, düşünce ve duyguda anlamlı ve değerli olan şeyleri anlamsızlaştırmak için o kadar çok konuşuyoruz ki! Her şey hakkında bir şey söyleyerek anlamlı konuştuğumuzu sanıyoruz. Bu “sanı”dan hareketle de söylediğimiz her şeyin bir anlamının olduğu gibi bir düşünceye kapılıyor; etrafımızdakilerin anlayışsızlıklarından yakınıyoruz. Anlamsız konuşmayı anlaşılamıyor olmaya ve başkalarının anlayışsızlıklarına bağlama gibi bir huyumuz var.

“Önce söz vardı.” Ah Hermes! Nereden bilebilirdin “söz”ün orasından burasından çekiştirilip durulacağını. Anlamın bu kadar anlamsızlaştırılacağını. Anlamsızlaştırıldıkça değersizleştirileceğini. Değersizleştirildikçe sadece bir “ses” olmaktan öteye gidemeyeceğini. Üzülme! Bu senin günahın değil. En iyisi, Edip Cansever’in dediği gibi, “susalım, hiç konuşmayalım” bu konu hakkında. Söz, hakkında konuştuğumuz şey, anlam ve anlaşılma arasındaki bağı koparıyoruz konuştukça.

Birbirimizi anlıyor muyuz? Anlıyoruz. Anladığımızı söylüyoruz en azından. Ama anlaşamıyoruz. Burada sizce de bir çelişki yok mu? Anlaşamıyor olduğumuzu söylerken karşımızdakini anladığımızı söylüyor olmamız tuhaf değil mi? Değilmiş gibi görünüyor. Çünkü herkesin düşüncesi kendini bağlar; herkes benim gibi düşünmek zorunda değil gibi bir kılıf uyduruyoruz buna. Ne demek bu? Söyledikleri kendi için anlamlı ama benim için bir anlamı yok demek. Peki, herhangi birinin söylediklerinin kendi içinde anlamlı olması fakat bizim için bir anlamının olmaması onunla anlaşamıyor olmamızın gerekçesi olabilir mi? Bizim için anlamlı olmayan bir söz ötekini anlamsız ve anlaşılmaz biri yapar mı? Anlaşmazlık ve anlaşılmazlık anlamsızlıktan mı ortaya çıkar? Ne çok soru sordum…Kendimi anlamlı bir şekilde anlatamadığımı, bu nedenle de anlaşılamadığımı düşünmemden kaynaklandı herhâlde bu kadar çok soru.

Anlaşılmak önemli. Anlaşıldığımızı düşünmek, bunu hissetmek kendimize biçtiğimiz değeri ortaya çıkarır. Kabul ediyorum. En saf insani duygulardan biridir kendini değerli hissetmek. Ama bunun için sürekli ses çıkarmak zorunda değiliz. Çünkü ses bir süre sonra gürültüye dönüşüyor. Anlamı gürültüden çıkarmaya çalışıyoruz. Gürültü anlamsızdır demiyorum. Sadece boş anlamlıdır o. O halde, söylemi sadece ses çıkaran bir konuşma haline getirmeyelim. Söylemi, hakkında bir şey söylenen ile ilişkiye dönüştüremediğimizde yaptığımız şey boş konuşma haline dönüşüyor çünkü. Boş konuşma da boş anlamlı olmaktan öteye gitmiyor. Bu nedenle, Özdemir Asaf’ın “söylenemiyor çok şey susmadan” dizelerini hatırlayalım ve çok şeyin çok konuşarak değil; çok susarak da söylenebileceği hakkında düşünelim. Bunun için, önce, Cansever’in dediği gibi, “iki insan gibi kalalım; birbiriyle konuşan iki insan” olalım. Sonra öteki ile anlamı olan bir konuşmaya başlayalım. Belki o zaman neden anlaşılmaz biri olarak algılanıyor olduğumuz konusunda anlamlı bir fikrimiz olur.

Not: Köşe yazılarımla ilgili görüş, öneri ve eleştirilerinizi (erayyaganak@hotmail.com) e-posta adresine iletebilirsiniz.