GÜREŞİMİZ NE ALEMDE?

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Kazakistan'da geçen hafta Dünya Güreş Şampiyonası vardı.

14-22 Eylül tarihleri arasında eski adıyla bildiğimiz Astana yeni adıyla Nur-Sultan’da dünyanın en gözde kadın ve erkek güreşçileri mindere çıkarak yüzlerce güreş attılar. Ata Sporu üst başlığında andığımız bizim için özel bir spor Güreş. Günümüzde maalesef sadece orta yaş ve üstü için küçük bir cazibesi kalan bireysel bir etkinlik. Olimpiyatlardan sonra dünyanın en önemli organizasyonu olan Dünya Güreş Şampiyonası’nı Ay-Yıldızlı mayo ile ülkemizi temsil eden sporcularımız gene beklentilerin çok gerisinde tamamladılar.

Kadınlı erkekli 30 sporcumuzun katıldığı şampiyonada sadece bir altın, iki gümüş ve bir bronz olmak üzere toplam 4 (evet yazıyla dört) madalya alabildik. Bu sene nisanda Romanya’daki Avrupa Güreş Şampiyonası’nda 6 altın 2 gümüş ve 8 bronz madalya alarak 16 madalya ile dişe dokunur bir başarı elde eden güreşçilerimize aradan geçen beş ay pek yaramamış anlaşılan.

Tek altın madalya greko-romende Rıza KAYAALP ile geldi. En az Rıza kadar iddialı madalya ümidimiz Taha AKGÜL daha önceki şampiyonalarda dört kez yendiği Gürcü Geno’ya (bitime 7 saniye kala verdiği puanla) yenilip gümüşte kaldı. Daha hafif sıkletlerden 57 kg’da Süleyman ATLI da gümüşte kalanlardan. Bir de Cenk İLDEM var 4’ün dördüncüsü, o da ancak bronz alabildi. Hanımefendilerden Dünya Şampiyonu ünvanlı Yasemin ADAR ise ilk maçında Çin-ü Mâçin’den Zhou’ya yenilip başlayamadan bitirdi turnuvayı.

Uzun yıllar bizim ve “coğrafya kaderdir ”deki ahbap ve yârânımızın hegemonyası altında geçtikten sonra güreş sporu her geçen gün bize biraz daha uzaklaşıyor. Yağlı güreşten minder güreşine adapte olmamız bile neredeyse çeyrek yüzyıl sürdükten sonra bir de başımıza sadece belden yukarı oyun yapılabilen greko-romen “bela”sını musallat etti eski FİLA Başkanı “Albay” Milan ERCEGAN. Böylece en güçlü olduğumuz ve geleneksel çayır oyunlarımızı rahatça adapte edebildiğimiz serbest bir spordan –kendine yabancı- bir minderde mücadele etmek zorunda kaldık yıllardır.

İranlılar vardı bir zamanlar, sonra Ruslar çıktı, peşinden Kübalılar Rus eğitmenlerden beslenerek bize minderi dar ettiler. Şimdilerde (Bizden başka herkes) Amerikalılar dâhil her önüne gelen bu işe birazcık yatırım yaparak ve güzel bir planlamayla belli bir süre kürsüye ambargo koyabiliyor.

Bizim kuşaktan ve amca/babalarımızın kuşağından sonra ne izlenir ne de özenilir bir spor haline geldi güreş sporu. Yaşar DOĞU, Hamit KAPLAN, Mustafa DAĞISTANLI, Gazanfer BİLGE, Mahmut ATALAY, Ahmet AYIK, efsaneler arasında sayılır yaşı 50 ve üzerindeki nesil için. Sonra uzun zaman bekledik Mehmet Akif PİRİM, Mahmut DEMİR ve Hamza YERLİKAYA gelsin de ortalık şenlensin diye. Şimdilerde ise işte isimlerini yukarıda zikrettiğimiz (Rıza-Taha) kardeşlerimiz ile eğlenir olduk. Bizimkisi biraz keçiboynuzu çiğnemek gibi, bir kilo yiyorsun harnupu ağzına iki gram bal ya geliyor ya gelmiyor.

Güreş Vakfı gibi organizasyonlar ne yazık ki güreş sporuna yol ve yön verecek vizyon/misyon’a haiz değil. Federasyon da onlardan sadece bir tık ileride çoğunlukla. İlk-orta-lise seviyesinde eğitim ve sporun her türlüsünü düzgünce birbiriyle uyumlu hale getiremediğimiz için genel olarak okul ve spor aynı anda yürümez bizde. Güreş de bundan fazlasıyla nasibini alıyor elbette. Hem demode kaçtı; artık çocuklar yeteneği olmasa bile futbolla yırtmaya çalışıyor çoğunlukla, olmadı boyu biraz uzun olanlar Hidayet veya Osman The Jedi hayalinin peşinde imkân buldukça. Veliler de güreş sporuna uzak duruyorlar nasıl olsa o yolla köşeyi dönmek çok zor diye. Yani bu gidişle sırtımız yerden pek kalkmayacak alıştıralım kendimizi.

Hepimize güzel bir hafta, GS-FB ve TS-BJK maçlarında centilmence bir mücadele diliyoruz.