FAİZ KONUSUNDA İSLAM'DA NASS VAR MI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Merkez Bankası dünyada artan enflasyon etkisine, kısa vadede ödememiz gereken 167 milyar dolarlık dış borca, sene sonu 20 milyar doların biraz altında gerçekleşmesi beklenen cari açığa, yüzde 20'lere dayanmış enflasyona aldırış etmeden politika faizini yüzde 1 düşürdü.

Bugün yapısal işsizlikle nasıl mücadele edileceğini yazacaktım. Fakat Âl-i Osmân ülkesinde rüzgârlar yeniden ters esmeye başladı. Merkez Bankası dünyada artan enflasyon etkisine, kısa vadede ödememiz gereken 167 milyar dolarlık dış borca, sene sonu 20 milyar doların biraz altında gerçekleşmesi beklenen cari açığa, yüzde 20’lere dayanmış enflasyona aldırış etmeden politika faizini yüzde 1 düşürdü. Dolar 11 TL’yi Avro 12 TL’yi aştı. Hâliyle ülkenin her yanından itirazlar yükselmeye başladı. Ben de bu yüzden yapısal işsizlik yazısına ileriye erteledim. Tencere tıkırdamazsa, insanlar eve ekmek götürmekte zorlanırsa, zaten olacağı da budur. Tam da bu sırada, Salı günü Sayın Cumhurbaşkanı AK Parti meclis grubunda “Faiz konusunda nass var, nass! Sana, bana ne oluyor?” mealinde bir konuşma yaptı. Kerameti olduğu kadar cehaleti de kendinden menkul ahalimiz de nass ile kastedilenin Kur’an’daki Nâs Suresi olduğunu zannettiler.

Bugünkü yazımda, bütün bunlardan mütevellid, “Nass ne demektir?”, “Kur’an ve İslâm ahkâmında faiz gerçekten yasaklanmış mıdır?”, “Cumhurbaşkanı ne demek istiyor?” sorularına yanıt vereceğim. Zaten bu konuda görüşlerimi daha önce de belirtmiştim.

NASS NEDİR?

TDK Sözlüğüne göre Osmanlı Türkçesi’nden gelen Arapça köklü bir kelime olan nass, ilk anlamında “açık ve kesin yargı / hüküm”, ikinci anlamında da felsefedeki “dogma” anlamına gelmektedir. Dogma ise yine TDK sözlüğüne göre “belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi.”, olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda İslâm’da nass “belli bir konuda İslâm’a göre sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilen açık ve kesin hüküm” anlamına gelmektedir. Bu tanımla uyumlu olarak nass Kur’an’daki ve belli bir ölçüde de sahih hadislerdeki açık ve kesin hükümler anlamına gelir. Bunlara uyulması gerekir ve yine bunlar asla sorgulanamaz. Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından “faizin yasak olduğu yönünde Kur’an’da ve sahih hadislerde İslâm’a göre sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilen açık ve kesin hüküm” bulunduğu anlaşılmaktadır. Acaba gerçekten böylesine açık ve kesin bir yasak var mıdır?

KUR’AN FAİZİ GERÇEKTEN YASAKLAMIŞ MIDIR?

Bu köşede daha önce 17 Ocak 2020 ve 20 Ocak 2020 tarihlerinde “İSLAMDA FAİZ MESELESİ I” ve “İSLAMDA FAİZ MESELESİ II” adlı yazılarımda bu soruyu ayrıntılı bir biçimde incelemiştim. Konunun esasını özetlemek isterim:

(i)                  Kur’an’da hakkında nass olan ribâdır, faiz değildir. Ribâ emek sarf edilmeden veya haksız ticaret ile kazanılan her türlü fazla gelire denk gelir. Bunun içerisine hileli yollarla elde edilen ihale gelirleri, yolsuzluk ve rüşvetten elde edilen haksız kazançlar, tekelci firma veya tüccarların elde ettiği fâhiş kârlar, emlâk rantları ve aşırı yüksek kira gelirleri de girer, girmesi gerekir. Hassaten, faiz ile alâkalı olarak geçen, Tebbet sûresinde lânetlenen Mekke Müşrikleri’nin finans baronu Ebû Leheb’in fakirlere (hurma veya buğday olarak) verdiği borçlara uyguladığı aşırı, denetimsiz ve kuralsız faizlerdir ki, Ebû Leheb borcunu ödeyemeyen fakirlerini köleleştirmekte ve karılarını – kızlarını da zorla kendi genelevlerinde çalıştırmakta idi. Açıkçası, temelde yasaklanan faiz, Ebû Leheb’in uyguladığı, mafyatik yollarla icra ettiği ve fakirleri köleleştiren tefeci faizidir. Bugünkü finans sisteminde, özellikle bankacılık sektöründe uygulanan faizin bununla uzaktan yakından alâkası yoktur.

(ii)                Ribânın tanımında Sünnet’e başvurulur. Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebû Davud, İbn-i Mâce, Nesai ve Muvatta’da geçen ünlü bir hadis ribanın tanımında kaynak teşkil eder. Hz. Ömer’den rivayettir: “Altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla hep aynı miktarlarda anlaşarak ödeyin. Kim ki daha fazlasını verirse, riba yemiş olur, alan da veren de aynıdır.” Hadis’in başka bir versiyonunda ise Peygambere atfedilen şu cümle eklenmiştir: “… Eğer malın cinsi farklılaşırsa ödemeyi üzerinde anlaştığınız bir fiyattan yapın”. Mekke döneminde tedavülde bir para yoktu. Bir devlet var mıydı ki, tedavülde parası olsun. Piyasada dolanan birkaç Bizans ve Sasani altını dışında, ticaret daha çok hurma, tuz ve buğday gibi temel ihtiyaç malzemesi olan malların takası ile gerçekleşirdi. Yani takas ekonomisi vardı. İslâm fakihlerinin bu hadisten yola çıkarak faizi tanımladıklarından 17 Ocak 2020 tarihli yazımda bahsetmiştim: “Bu hadis İslam hukukunda riba tanımı için temel kaynak kabul edilir. Bununla birlikte farklı fıkıh ekollerinde (yani farklı mezheplerde) bu hadis farklı şekilde yorumlanmıştır. Örneğin Zahiri mezhebi fakihleri riba tanımının sadece hadiste geçen altı meta için geçerli olduğunu, diğer metalarda faiz uygulamalarının ribaya girmeyeceğini savunurlardı. Hanefî, Hanbelî ve Şiî Caferî fakihleri kıyas hükmüyle ağırlık ölçüsüyle ölçülen tüm metalara (altın ve gümüş gibi) ve hacim ölçüsüyle ölçülen tüm metalara (buğday, arpa, tuz ve hurma gibi) faiz uygulamasını genişletmişlerdi. Şafiî ve Malikî fakihler ise faiz uygulamasını sadece gıda maddeleri ve altın ile gümüşe uygulanması gerektiğine hükmetmişlerdi. Altın ve gümüş cinsi olmayan bütün para türlerinde faiz uygulamaları ise dört mezhep ve Caferîlerin ortak görüşüyle riba sayılmıyordu.”, (İSLAMDA FAİZ MESELESİ I, YeniBirlik, 17 Ocak 2020). Burada ayırıcı nokta, tabiîn ve tebe – i tabiînden ders almış ilk dönem fakihlerine göre altın veya gümüş olmayan parada uygulanan faiz ribâ değildir. Bu nokta çok önemlidir.

(iii)               Faizsiz finans uygulamaları Emevi ve özellikle Abbâsi devrinde İslam İmparatorluğunun dev bir ekonomi haline geldiği ve tedavülde gümüş dirhem ve altın dinar olmak üzere çift metal para sisteminin olduğu bir çağda geliştirilmiştir. Çünkü altın ve gümüş hadisle yasaklanan mallar içindeydi. Bu yüzden altın ve gümüş para ile yapılan işlemlerde uygulanan faiz hakkında gerçekten nass vardır. Neticede İslâm fakihleri, faiz yasağının arkasından dolanarak, altın ve gümüşle ticareti finanse edecek alternatif finans işlemleri geliştirdiler. Burada en önemli husus, bu yasağın ve yasağa dayanan faizsiz finans işlemlerinin altın ve gümüş paralı bir ekonomide belirlendiğidir. Eğer bir ekonomide kullanılan para birimi hadiste geçen altın, gümüş gibi kıymetli madenlere veya diğer mallar ve muadillerine dayanmıyorsa, dört Sünni Mezhep ve Şii Caferi mezhebinin icmasıyla bu parada uygulanan faiz ribâ hükmünde değildir.

Bütün bunlardan hareketle şunlar söylenebilir: Bugün bizim bildiğimiz faizli işlemler ile yasaklanan ribâ arasında bir ilişki kuramazsınız. Eğer mesele nass ise, Kur’an’da açıkça yasaklanan Ebû Leheb’in tefeci faizidir. Ancak Kur’an’da ribanın açık tanımı verilmemiştir. Çünkü, o dönemde, Eshab-ı Kirâm için ribanın anlamı açıktı: Ebû Leheb’in tefeci faizi. Öte yandan, yine nassın ikinci kaynağına gidersek, yukarıda mezkûr hadisle getirilen açıklama tedavülde resmî paranın olmadığı bir takas ekonomisi şartlarında geçerliydi. Daha sonra gümüş dirhem ve altın dinar kullanılmaya başladığında ise sadece altın ve gümüş paralara uygulanan faizin ribâ hükmünde olacağı kabul edilmiştir. Bunun iktisadi bir anlamı da vardır: altın ve gümüşün kendinden menkul bir değeri vardır. Bu yüzden kadim çağlardan beri bir değer ölçüsü olmuşlardır. Pekiyi bugün kullanılan ve onlarca sayıda bulunan kâğıt paraların değerlerinin altın ve gümüşe bağlı olduğu, bunların kendinden menkul bir değerleri olduğu söylenebilir mi? Hayır. O zaman, dört Sünni Mezhep ve Şii Caferi Mezheplerine göre kâğıt paralara uygulanan faizin caiz olması ve ribâ sayılmaması gerekir. Ben demiyorum bunu, fâkihler söylüyor.

“Hocam, bunu siz söylüyorsunuz da, bu kadar ilâhiyat hocası var, onlar niye söylemiyor?” Birincisi, ilâhiyat Hoca’larının aldığı eğitim iktisadi ilişkileri ölçme ve değerlendirmeye, bununla bağlı olarak da, İslâm toplumunun iktisadi tarihi hakkında yeterince bilgi edinmeye müsait değildir. İkincisi, kurulan faizsiz finans sistemi kurumlarında, fetva komisyonlarında bu Hocalar görev almaktadır. Bu sektör milyar dolarla ifade edilen bir hacme sahiptir. Bu sektörün varlığı da, bu sektörde çalışanların gelirleri de, normal bankacılığın haram olduğu inancı üzerine kurulmuştur. Bu yüzden muhtemelen İlâhiyat Hocalarımız durup dururken icat çıkarmak istememektedirler. Üçüncüsü, akademik kibirdir. Düşünün adam otuz yıl boyunca faizsiz finans sistemi ve işlemleri hakkında çalışmalar yapmış, buradan aldığı puanlarla profesör olmuş. Şimdi bu adamın kalkıp, benim yaptığım gibi, kendi otuz yıllık çabalarının gereksizliğini söylemesini bekleyebilir misiniz? Adamın kendi kendisini inkâr etmesi demek olur bu…

Sayın Cumhurbaşkanı’na gelince… Kendisi tecrübeli bir siyasetçidir ve halkı iknâ etme yöntemlerine vâkıftır. Kaldı ki, seçime gidilen bir süreçte ve bu kritik oy oranlarında istikrar politikası uygulanamayacağını ve bunun bir siyasi intihar olacağını çok iyi bilmektedir. Yakında açıklanacak maaş zamları, üstüne çiftçi ve esnafın borçlarına getirilecek kolaylıklarla halkın hayat pahalılığını biraz düşürürse seçimi kazanacağının da bilincindedir. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, politikalarının yanlışlığını kabul ederse bunun siyasi bir zafiyet kabul edileceğini ve kendisine siyasi açıdan puan kaybettireceğini de çok iyi bilmektedir. Bu yüzden bu şekilde konuşmuştur. Ancak ben siyasetçi değilim ve doğru bildiğimi söylerim: Kur’an’da ve sahih hadislerde bugünkü faizin haram olduğuna yönelik İslâm’a göre sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilen açık ve kesin hüküm, yani nass, yoktur.