ENS (ERDOĞAN NEFRETİ SENDORMU) ARTIK SON SEVİYESİNDE

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Sendrom kelimesinin tıp sözlüklerindeki karşılığı şudur: "Birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulguların bütünü."

Bâzı hastalıklar “sendrom” olarak isimlendirilir. Mesela, “Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu” yâni AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome) böyle bir hastalıktır. Bu hastalığa HIV virüsü sebep olur ve bulaşıcıdır. En yaygın bulaşma yollarının başında cinsel ilişki ve kan nakli gelir. Bu hastalığının şimdilik bilinen kesin bir tedâvisi yoktur. En fazla, hastanın yaşam şartları iyileştirilir ve sürekli ilaç alarak hayatta kalması sağlanır. Örneğin bir zamanların ünlü NBA oyuncusu Magic Johnson, özel hayâtında dikkatli olmadığı için bu hastalığa yakalanmıştır ve ilaç tedâvisi ile hayâtını sürdürmektedir. Hollywood’un ünlü yıldızı Rock Hudson ve Queen grubunun solisti Freddy Mercury bu kadar şanslı değildi. Aynı hastalıktan hayâtını kaybeden ünlü fizlozof Michel Foucault ise hayâtı boyunca karşı çıktığı modern tıp sistemine tepki olarak tedâviyi kabul etmemişti.

Sendrom ne demek?

Sendrom kelimesinin tıp sözlüklerindeki karşılığı şudur: “Birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulguların bütünü.” Bu tanımda şuna dikkatinizi çekmek isterim: “Bir araya geldiklerinde”. 

Maalesef ülkemizde hatta dünyâda birbiriyle ilişkisiz gibi görünen (ya da ilişkileri gizlenen) kişiler, gruplar ve ideolojiler, söz konusu Türkiye olunca bütün sorunlarını bir kenara bırakıp birleşebiliyorlar. Türkiye genelinden öteye gidip şer cephesinin hedefi, Recep Tayyip Erdoğan olunca, ilişkileri neredeyse akraba seviyesine geliyor. Ben bu duruma “Erdoğan Nefreti Sendromu”, kısaca ENS diyorum.

Yurtdışında İsrail’den Yunanistan’a, Mısır’dan Almanya’ya; yurtiçinde ise CHP’den HDP’ye, FETÖ’den PKK’ya, sanat dünyâsından iş dünyâsına kadar geniş bir şer cephesi tek bir olgu olarak Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı ve nefreti etrâfında birleşiyorlar. Bulaşıcılık oranı ve gücü yüksek olduğu için, çok çabuk ilerleyen bu sendroma karşı her hangi bir ilaç geliştirildiğini duymadım. Böyle bir ilaç olsa bile, bu sendroma yakalananların önce “hasta” olduklarını kabul etmeleri ve “tedâvi” sürecinin kendi rızâlârıyla başlatmaları gerekir.

“Nasılsınız fakirler”

Bu sendromun birçok belirtisine şâhit oluyoruz. “Türkiye ile İran savaşsa, İran’ın yanında yer alırım” diyenlerden tutun da, “Güneydoğu’yu PKK’ya verelim yeterli Erdoğan gitsin” diyenleri hepimiz duyduk ve hatırlıyoruz. “ABD, Türkiye’yi bombalarsa sâdece AKPlileri öldürsün” diye sosyal medya paylaşımı yapanlardan tutun da, her yatırıma “ne gereği var, israf” ya da her tezkereye “ne işimiz var orada” diye karşı çıkana kadar bu sendromun her belirtisini gördük ve maalesef görmeye devam edeceğiz gibi gözüküyor. Zira bu sendrom artık son seviyesine gelmiş durumdadır. Sendrom, hedef aldığı olguya diş geçiremediği için her hastalık gibi, istila ettiği bünyeye zarar vermeye başlamıştır.

Bu tahribâtın en son örneği Halk TV’de program yapan Ayşenur Arslan’dan gelmiştir. Program yaptığı televizyon kanalının adıyla tezat oluşturan bir dünya görüşüne sâhip olduğu anlaşılan Ayşenur Arslan, kendi halkıyla dalga geçecek kadar bu sendromun etkisindedir. Programda sanki Türkiye 70 cente muhtaçmış gibi davranıp “nasılsınız fakirler? Dünden daha fakirsiniz” diyen Ayşenur Arslan, bana halkının içinde bulunduğu durumdan habersiz olan ve “Ekmek bulamazlarsa, pasta yesinler” diyen Fransa kraliçesi Marie Antoinette’i hatırlatmıştır.

“Nasılsınız fakirler” sözünün kısa zamanda sosyetenin ağzına düşmesi kesin gözüküyor, çünkü onlar kendileriyle dalga geçilmesinin önüne geçmek için, “dalga geçilecekse biz kendimizle geçeriz” tavrı sergileyeceklerdir. Buna da “Nevzat Tandoğan Sendromu” diyebiliriz.

Ama güncellik süresi dakikalarla ölçülen sosyal medyada bir haftadan daha uzun bir süre gündem kalmayı başaran ve “remix” yapılan “Nasılsınız fakirler” sözünü söylemiş olmaktan Ayşenur Arslan’ın zerre kadar rahatsızlık duyduğunu zannetmiyorum. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan, bunların ayarlarını iyice bozdu ve bilim artık çâresiz ve kendi hâllerine bırakmış durumda. Bu sendromun yeni sonuçlarını istemeden de olsa merakla bekliyorum.