Vakıf Katılım web

"ENANİYETİNİ BIRAK DA GİR İÇERİ"

Gülay YÜCEL 20 Tem 2019

Gülay YÜCEL
Tüm Yazıları
"Zaman zaman nefis muhasebesi yapıyoruz. Çağımızın enaniyet zinciri nedir? Kavramlar, doğrular, amaçlar… Hepsi öylesine karışmış ki, insan muhasebesini neye göre yapacağını bile şaşırmış durumda. Günümüzde "her şeyi bilmek" zorunluluğu dayatılıyor. Bireyler her şeyi bilmediklerinde öteki olmaktan, dışlanmaktan endişe ediyor. Halbuki, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, asırlar öncesinden benzer bir tevazu örneği göstererek adeta bize ders verir. Der ki: "Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi."

Felsefede ve Kur’an’da “insanın yalnız kendisiyle ilgilenmesi, herkesi ve her şeyi kendi çıkarı için kullanma isteği (egoizm)” ve “kendini üstün görme, kendini her şeyin amacı olarak kabul etme eğilimi (egosantrizm)” anlamında yer alan ”enaniyet” kavramını temel alan sergisi ile Ressam Heyecan Şahin, çeşitli resim ve enstalasyon eserlerini sanatseverlerin ilgisine sundu. Yukarıda okuduklarınız serginin hemen girişinde yer alan yazıdan bir alıntı. Eserler bir hayli, ilgi çekiçi bir o kadar da kadar serginin gerçekleştiği Beşiktaş Rum Okulu..

Heyecan Şahin’e YeniBirlik için merak edilenleri sorduk.

Gülay YÜCEL

Sanata ilginiz nasıl başladı?

Ortaokuldaki bir resim öğretmenimin dikkatini çekmekle başladı iş. Ailemden izin istedi ve bana özel ders vermeye başladı. Daha sonrada, Trabzon Lisesi’nde okumaya devam ettim. Orada da lise öğretmenim renklerle olan ilgimi keşfetti ve beni Mimar Sinan’da Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesine girmem için hazırlamaya başladı. 70’li yıllardı. Ancak ailem İstanbul’a gelmemi istemedi. Ondan sonra da fırça ve kalem bırakıldı. Aradan ta ki 40 yıl geçene kadar. 40 yıl sonra tekrar üniversite sınavlarına girdim. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çalışan profesör bir tanıdığımın desteğiyle, daha doğrusu teşvikiyle, üniversite sınavı, yetenek sınavı derken bir baktım üniversiteye girmişim. Üniversitede gayet iyi bir süreç yaşadım. Açıkçası çok mutlu oldum. O kırk yılın acısını çıkartmak için gece gündüz çalıştım diyebilirim. Böyle başladı süreç.

‘Enaniyet Zinciri’ çok dikkat çekti. Enaniyet zincirini sizden dinlesek.. Diğer taraftan, Beşiktaş Rum İlkokulu gerçekten çok renkli ve otantik bir seçim olmuş.

Enaniyet kavram olarak çok enteresan. Ben de açıkçası altmış küsür yaşında duydum bu kavramı. Çok ilgimi çekti, araştırdıkça daha da çok. Enaniyet zinciri hem tasavvufta hem Osmanlı‘da tevazuu gösteren bir anlatım şekli. Bir inanç şekli. Tanrı’ya ve başkalarına saygıyı göstermenin bir yolu olarak kullanılmış. Genelde camilerin girişinde büyük bir zincir olarak yer alıyor. Padişah dahil olmak üzere su zincirin altında enaniyetini, ben merkezciliğini, egolarını zincirin dışında bırakarak bir kabulle camiye girmeleri bekleniyor. Ve bu kabul hem insanları kabul, hem Tanrı’yı kabul, hem de oradaki durumu kabul. Bu ritüel benim çok ilgimi çekti açıkçası. Araştırdıkça da çok anlamlı buldum. O yüzden bir enstelasyonumda bunu kullanmak istedim. Enaniyet zinciri bu anlamda benim için hem kendi yaşantımda uygulamak istediğim, ben merkezcilikten uzaklaşmayı bana hatırlatan bir durum, hem de başkalarıyla bunu paylaşarak biraz daha bunu düşünmemizi istedim.

Özellikle ‘şu ’diyebileceğiniz bir ilham kaynağınız var mı?

Var, tabii. Bir kere Türkiye gibi Ortadoğu’da olan bir ülkede yaşayıp, Türkiye’de bir kadın olarak yaşayıp, bir de emekçi kadın olarak yaşadığınızda pek çok durumla karşılaşıyorsunuz. Bu da ister istemez insanı ötekileştirilen kadın ve kız meselelerine karşı daha duyarlı hale getiriyor. Genelde de zaten çalışmalarım bu kapsamda ilerliyor. Ülkemiz gibi, gelişmiş ülkelerde de aynı sorun var. Kadın meselesi, ötekileştirme meselesi. Ama Ortadoğu coğrafyasında biraz daha fazla. O nedenle birbirimizi ötekileştirmeden, birbirimizi yaftalamadan kabulümüzü artırmaya hedeflediğim çalışmalar bunlar. Bir de genç kızlarımızın, çocuklarımızın rahat bırakılmasını talep ettiğim çığlıklar.

Kadın mağduriyeti ve mevsimlik tarım işçisi çocuklar konusunda oldukça duyarlısınız. Sergiden elde ettiğiniz gelirleri de bu yönde bağışlıyorsunuz..

Bu yeni bir sorun değil. Onlarca belki yüzlerce yıldır süren bir sorun. Ve de pek çok ülkede de olan bir sorun. Bu sorun hep vardı diyerek gözümüzü kapatabileceğimiz, tarım meselesini, patates, soğana indirgeyeceğimiz bir mesele değil. Hem Milli Eğitim Bakanlığının yeni oluşturduğu bu esnek eğitim modellerine yeni bir modelleme getirilebileceğini düşünüyorum. Hem pek çok vakfın, yurtdışındaki ve Türkiye’deki vakıf ve derneklerin bu konuda çalışma yaptıklarını biliyorum. Ben de bunların toplantılarına katılmış biri olarak, bu çocuklarımız için bir şeyler yapan insanlara katılmak istedim. Durum böyle olunca onların sesi olmamız gerekiyor. Genç kızların eğitimini yarım bırakmamaları için bir şeyler yapmak gerekiyor. Ben biliyorum ki benim gibi pek çok emekli, öğretmen, iş kadını ya da bürokrat bir şeyler yapmak için çırpınıyor. Ama bir organizasyon olmadığı için hiçbir şey yapılamıyor. Ben de istedim k,i mevsimlik tarım işçilerinin çocukları için çaba gösteren insanların sesi duyulsun. Onların eğitimine hem resim olarak hem de diğer eksik kaldıkları konularda katkıda bulunmak için bir harekete geçmemiz lazım. Bu sergi de onun için yapıldı. Gelirleri tabii ki çocuklara gidecek. Ancak bunun yanı sıra daha önemli olan insanların bu konuya duyarlı olması ve çözüm arayışına girişilmesi.

İlerde benzer çalışmalar planlıyor musunuz? Var mı aklınızda?

Birkaç proje var. İlk hedef, ben mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarıyla epey bir zaman geçirmek istiyorum. İhtiyaçları belirlemek, oradaki çocukların bakış açısıyla hayatı görmek. Geçen gün bir genç kız geldi. Mevsimlik tarım işçisi çocuğuymuş ve üniversiteyi yeni bitirmiş.  O da çok duygulandı. Ben de çok duygulandım… Onlarla ilgili bir çalışma yapacağım. Verileri topladıktan sonra, insanlara ne mesaj vermek istediklerini hissettikten sonra o doğrultuda yeni bir çalışma süreci geçireceğimi düşünüyorum.

"Sanat herkese lazım. İstanbul’a da çok çok lazım"

Resme ve sanatın bu dalına ilgi hayli fazla İstanbul’da siz nasıl yorumluyorsunuz?

Resim sanatına ilgi birkaç şekilde var. Bir ticari anlamda bildiğimiz meta olarak görme meselesi var. Bu da gerekiyor. Çünkü sonuçta resim yapanların desteklenmesi gerekiyor. Bunun dozunun ne olduğunu ben bilemem ama bu da bir hayatın gerçeği. Dünyanın her yerinde artık sanat bir metaya dönüştürülmüş durumda. Büyük bir ticari sektör şeklinde. Bir bu yanı var işin. Bir de samimi duygularını iletmek isteyenler var. Bir de, hobi olarak yapanlar var tabii ki. Ben hepsine çok saygılıyım. Yeter ki sanat olsun. Öyle ya da böyle insanlar resim yapsın, heykel yapsın, şarkı söylesin, bestelesin. Buna hiçbir sözüm yok. Sadece vahşi kapitalizmin bir aracı olmasın. Onun dışındaki her şey benim için kabul. Ve İstanbul büyük bir metropol, büyük bir baş şehir. Burada neredeyse 20 milyona yakın insan yaşıyor. Bu insanlar çok farklı kültürlerden. Bu kadar farklı bir kültürün bu kadar büyük bir metropolde kendini ifade etme zorunluluğu doğuyor. Bu zorunluluk tabii ki sanata yansıyor. Bu sanat da İstanbul’un her yerinde kendisini, damgasını vuracak. Böyle olması da benim çok hoşuma gidiyor. O çok seslilik, çok kültürlülük. Sanatla insanların kendini ifade etmesi çok doğru bir yol. Kişinin diğer insanlara doğrudan söyleyeceği söz ya da görsellik olduğu için çok önem veriyorum. Bir de başkalarına iyi gelmekde, yol açmak da çok güzel bir duygu. O yüzden sanat herkese lazım. İstanbul’a da çok çok lazım.

Bu sergi devam edecek mi, başka şehirlerde mesela?

Açıkçası ben değil de birkaç kişi düşündü bunu. Geldiler, konuştular. Eğer şartları oluşturulursa tabii ki çok isterim Anadolu’da olmasını. Anadolu’daki birkaç şehirdeki yöneticiler böyle bir talepte bulundu. Umarım başarırız.

Bir dahaki serginizin bir zamanlaması var mı? Sanatseverler ne zaman beklemeli?

Sanırım çok beklemeyeceğiz. Çünkü ben 64 yaşındayım. Çok bekledim. Bundan sonra ne olacağı belli değil. Şimdi tabii ki bunlar yapılırken pek çok yenilerinin de alt yapıları hazırlandı. Benim çok hissettiğim, insanlarla paylaşmak istediğim birkaç farklı konu var. Bunların da altyapılarını hazırladım. Tabii, bu kış çok çalışmam lazım ki önümüzdeki yıla bir sergi olsun.

Son sözü sizden alalım, bir nevi mesaj olsun..

Benim bu sergideki amacım tabii ki insanlarla buluşmaktı. Ancak benim yaptığım çalışmalarda bir tarihsellik var. Bu tarihsellikte içinde şunları barındırıyor; kol gücü, maddi güç veya dini gücü barındırıyor. Bu güçleri kullanan yönetici gruplarının diğer gücü elinde bulundurmayanların üzerinde yarattıkları baskı, taassup ve zulüm benim itiraz ettiğim konular. Tarih boyunca da maalesef sadece araçlar değişmiş, eskiden taşla birbirilerini öldürürken şimdi nötron bombasını icat edip, eskiden post giyerken şimdi full robotik kıyafetlerle savaşmak durumunda kalmak sonunda sadece savaşanları değil o savaşın olduğu coğrafyadaki sivilleri, çocukları, hayvanları ve bitkileri öldürüyor. Bu fütursuzluk, bu aç gözlülük benim itiraz ettiğim konular. Bunlar genelde de böyle devam edecek tema itibariyle. Bu tarihsel bakış açısıyla Rum İlkokulu’nun tarihselliği beni çok etkiledi. Buradaki terk edilmiş, tarihe tanıklık edilmesi, bu tarihe tanıklık içerisindeki ötekileştirme ve hırçınlık ve bu hırçınlığın binadaki izleri, benim yapmış olduğum işlerdeki hırçınlıklara itirazımla örtüştü. Bu nedenle çok mutluyum. Hele insanların bunu algılamasından çok çok daha mutluyum. Onun için gelen herkese çok teşekkür ediyorum.