Bir televizyon habercisi için en belası seçim yayınıdır.

Bir televizyon habercisi için en belası seçim yayınıdır. Hele hele yerel seçim. Çünkü büyükşehirlere iller, onlara da yüzlerce ilçe eklenir. Detaylı vermek istesen izleyici boğulur, bütünü göremez. Bütünü versen yerel izleyici ‘bozulur’, içinden çıkılmaz. Bu denkleme bir de onlarca partiyi ekleyin. Görürsünüz ne sıkıntılı iş olduğunu.

Genel seçimler de zordur. Ama yerel seçimler kadar değil. Hiç olmazsa tek tek başkanlık yerine daha sınırlı sayıdaki milletvekilliği ve genel oy oranlarını belirtmek yeterlidir.

Hazırlıklar aylar öncesinden başlar. Öncelikle verilerin alınacağı ajans belirlenir. Şimdilerde bu işi AA yapıyor. (İyiki de yapıyor. Yoksa pisaya karışıyordu.) Sonra bir başka sıkıntı daha vardır. Ekran grafiği nasıl olacak? Öyle ya, alan sınırlı. Bol rakama ve yazıya boğarsan herkesin devasa televizyonu yok ki hepsini görebilsin. Hadi diyelim hepsini gördü, nasıl ayırt edecek. Ekranda kalış süreleri ve büyüklükleri de önemli. Sonra gelen veriler hangi teknik işlemden geçirilerek grafiğe aktarılacak.

Bir de yorumcu sorunu vardır. Ekranda duracak siyasi analizciler, gazeteciler vs. Onları da aylar öncesinden ayarlamak lazım. Çünkü seçim yaklaştıkça zaten sayıları az olan bu tip insanların kıtlığına kıran girer. Ara ki bulasın. Hepsi bir yere söz vermiştir. Kimileri üç-beş kapı yaparlar bir gecede.

En zor durumdakiler eğer ekrana çıkmaya ikna olmuşlarsa araştırma şirketlerinin yöneticileridir. Bir yandan, bir anlamda şirketlerinin reklamını yapmaya çalışırlarken, diğer yandan eğer kendi yaptıkları araştırma yanlış çıkmışsa bahane üretmeye uğraşırlar. Muhtemen büyük iç sıkıntısı yaşarlar ekranda.

Bütün bunları aştığınızda karşınıza bir başka büyük sorun çıkar. Yüksek Seçim Kurulu. Yok canım, Kurul’un kendisi sorun değildir. Yüksek Seçim Kurulu her seçimde verilerin açıklanması için bir saat belirler. Bu genellikle 21.00’dır. Ama her seçimde de bu saate uyulmaz. Seçim Kurulu sandıkların kapanmasını bekler, sonra saat 19.00 gibi yasağı kaldırır.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyup bir düşünün. İlk olarak doğuda sandıklar kapanır ve veri akmaya başlar. Öyle ya verileri işleyeceksiniz ki yasak kalktığında ekrana verebilesiniz. Elinizde veriler vardır, ama yayınlayamazsınız. Bir haberciyi kızgın demirle dağlasanız bu kadar acı çekemez. Buna bir de sonuç öğrenmek isteyen meraklı eş-dost eklendiğinde bir yandan işe koşturur bir yandan telefonda henüz bir şey söylemek için erken olduğunu anlatırken bulursunuz kendinizi.

Televizyonun doğası gereği haberi ilk veren genellikle geceyi de önde bitirir. Ekran başındaki vatandaşlar veri görmek ister. Sizin işiniz de bu merak duygusunu gidermektir. Ve yine genellikle bile demeyeceğim daima kanalın biri yasak dinlemeyip erken yayına girer. Bu bir siren sesidir. Haber merkezlerinde zaten bütün kanallar açıktır. Birinde veri akışı göründüğünde, zaten sunucusu stüdyoda, kameramanı kamera başında, rejisi alarm durumunda bekleyen her kanal yayına başlar. Kimse ne olduğunu anlamadan yasak delinmiştir.

Aslında öyle büyük bir suç da değildir. Olsa olsa kabahattir. Çünkü zaten bütün sandıklar kapanmıştır. Ve zaten bizim çok oturmuş bir seçim kültürümüz vardır. Sandık başında bir sıkıntı çıkmaz. Yani bir şey etkilenmez. Ondan sonrası canlı yayın araçları, bağlantılar falan.

Ama referandumlarda iş daha kolaydır. Veriler ilk sandıklar kapandığında akmaya başlar ve neredeyse iki saat içinde aşağı yukarı tüm rakamlar belli olur. Akşam saat 23.00’a gelmeden de herkes ertesi günkü işini düşünmeye başlar bile. Çünkü ya evet vardır, ya da hayır. Vatandaş bir karar vermiştir. Zaten demokrasi de böyle bir şeydir.