​EĞİTİM SİSTEMİ ÜRETİM İÇİN Mİ VAR YOKSA TÜKETİM İÇİN Mİ?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Eskiler, "Her şeyin başı eğitim.", derlerdi.

Eskiler, “Her şeyin başı eğitim.”, derlerdi. Türkiye’nin temel meselesinin eğitim olduğu söylenir ve aydın, çağdaş ve demokrat bireyler yetiştirilirse her şeyin çözüleceği söylenirdi. Bu mana da, meselâ, Köy Enstitüleri çok önemli bir hamle olarak görülürdü. Rahmetli muharrirlerimizden birisi, Türkiye’nin uygarlaşma probleminin köylerimizde köylü kızların mini etekle tenis oynadığında çözüleceğini söylerdi. Yine başka bir rahmetli muharrir de, “Ben anlamıyorum, bütün çağdaş ülkelerde en fazla tüketilen et domuz etidir. Hem ucuz hem de yüksek kalorili. Niye halkımız domuz eti yemiyor?” gibi veciz ifadelerle medeniyetin “lahm-i hınzır” tüketimine bağlı olduğunu ima ederdi. En son, Allah uzun ömür versin, yaşayan emekli Genel Yayın Yönetmenlerimizden birisi de, çağdaşlığın ve ince zevk sahibi olmanın göstergelerinden birisinin de şarap tüketimi olduğunu ve bunun bir uygarlık göstergesi olduğunu söylemişti. Ona göre, rakı içmek zevksizlik ve eğitimsizlikti. Kendisi Petrus Şarabı taam etmekle müftehirdi. Ama iktisadi zaviyeden bakıldığında işler pek de öyle değildir. 

Hızlı büyüyebilmek kadar, ülkede insan kaynaklarının azami ölçüde istihdam ederek büyümek de önemlidir. Tam istihdam kadar, elde edilen artığın adaletli bir şekilde paylaşılması da önemlidir. Bütün bu sorunların çözümü de, üretimde işgücü ve sermaye verimliliğini arttırarak mümkün olur. Çünkü bu değerlerde artış gerçekleşirse, uzun dönem büyüme trendimiz de artar, hem de kişi başına gelirde bir azalma olmadan. Sermaye verimliliği teknoloji düzeyi ile bağlantılı iken, işgücü verimliği de eğitimle bağlantılıdır. “Yani çocuklarımıza iyi bir eğitim verirsek ekonomi hızlı mı büyür, Hocam? O zaman daha fazla üniversite mi açalım?”, diye soracak olursanız, ben de size “İyi eğitim değil; büyüme, kalkınma ve adil gelir dağılımı hedeflerini sağlayacak ve ihtiyaca cevap veren bir eğitim sistemine gereksinim var.”, derim. 

Nasıl? Bir kapitalist ekonomide temel üretim kolları sanayi ve tarımdır. Hizmetler sektörü, temel üretim kollarının yarattığı katma değere dayanır. Eğer kapitalist bir ekonomi, temel üretim sektörlerinde bir gelişme sergilemeden hizmetler sektörüne kaynaklarını kaydırırsa, hizmetler sektörü finansmanı için ülkenin genel dış borcunun artması gerekir. O halde, öncelikli Türkiye’de sanayi üretiminin desteklenmesi gerekir. Türkiye’de sanayi istihdamında en temel problem ara elemanın yetersiz olmasıdır. Ara elemanlar, üretim sürecinin olmazsa olmazıdır; örneğin bilgisayar teknikerleri, elektrik teknikerleri, makine teknikerleri gibi. Bunlar üretim yönetimindeki tasarımı ve planlamayı yapan mühendisler ile kaba işgücü arasında iletişimi sağlar, üretim sürecine sahada dahil olurlar… Orduda astsubayların görevi ne kadar hayati ise, sanayide de teknikerlerin görevi böyledir. Biz de, bu ara eleman eksikliği zirvede olduğu için mühendisler tekniker gibi kullanılmaktadır. Yani kaynak israfı yapılmaktadır. Teknikerler iki yıllık yüksek okul mezunlarıdır. Her yerde üniversite ve mühendislik fakültesi açacağımıza, sanayinin ihtiyacına bağlı olarak iki yıllık okulları teşvik etmeliyiz. Hele hele, Türkiye’nin hemen hemen her vilayetinde açılan derme çatma gecekondu üniversitelerin iktisat ve işletme fakültelerini görünce içime hafakanlar basıyor, (bu arada ben bir iktisat profesörüyüm). 

Öte yandan işgücünün de daha verimli olması gerekir. Özellikle KOBİ’lerin – ki bunlar istihdamın yükünü çeken firmalardır- en fazla ihtiyacı olan üretim faktörü meslekî eğitim almış işgücüdür. Ülkenin orta ve lise düzeyinde okullarının en az %60’ı meslek lisesi olması gerekirken bugün çoğu genel lise olmakla birlikte artan bir oranda imam hatipleşme eğilimi gözlemlenmektedir. Görünen odur ki, Türk eğitim sistemi üretimin ihtiyaçlarına, gelecekte hedeflenen büyümeyi sağlayacak nitelikli işgücü yetiştirmeye göre planlanmamıştır. Pekiyi, neye göre planlanmıştır? İktidarda kim varsa, onun amaçladığı bir yaşam tarzı ve tüketim kalıbına uygun tüketici yetiştirmek için planlanmıştır. Aslında Türkiye’nin temel problemi, bütün Batılılaşma sürecinin belli istisnai dönemler hariç, yaşam tarzı ve tüketimin batılılaşması üzerine kurgulanmasıdır. Bu da, eğitim dahil bütün sektörlerde “örnek vatandaş” yetiştirme amacını gütmüştür.

Bilimsel gerçek farklıdır. İktisadi altyapı, yani üretimin örgütlenmesi ve üretim teknolojisi değişirse sosyal üstyapı yani toplumun örgütlenmesi ve sınıflar arası ilişkiler de ona bağlı olarak değişecektir; dolayısıyla yaşam tarzı ve tüketim kalıpları da değişecektir. Siyaset de, üretimin içinde yer alan toplumsal kesimlerin üretimden elde ettiği payı artırmak için yapılır. Böyle olursa Burjuva demokrasisi sağlıklı işler. Yani, siz, tepeden inme yöntemlerle üretim yapısını değiştirmeden yaşam tarzını değiştirirseniz, o toplumda bir kimlik ve aidiyet bunalımı yaratırsınız. Örneğin, %80’i köylü bir toplumda, kendi kültürüne tamamen yabancı senfoni orkestralarını getirir jandarma zoruyla dinletirseniz, ama o köylünün geçimlik tarımdan profesyonel tarıma geçmesi için hiçbir çaba sarf etmezseniz, köylü de “Bayburt, Bayburt olalı, böyle zulüm görmedi!”, der. Okullarda, dini eğitimi devlet kontrolünde esaslı bir şekilde vermezseniz, millet de esas amacı imam ve müezzin yetiştirmek olan İmam Hatip okullarına yığılır. Gün gelir devran döner, kişilik bunalımına girmiş ve çift kişilikli hale gelmiş toplumda iktidar değişince, bu sefer, diğerleri kendi “makbul vatandaş” tipini yaratmaya koyulur. Şehir meydanlarına muşambadan Kâbe maketi dikilir, gariban vatandaşa maketler tavaf ettirilir, (dinen hükmünün ne olduğunu ilâhiyatçılar söylesin). Kur’an sayfaları şeklinde pastalar, parti ilçe teşkilatı açılışında kesilir. Ama bunların hiç biri üretim, sanayi ve teknolojide ihtiyaçlarımıza binaen yapılmaz. 

Türkiye bugün bir yol ağzında ve Vatan Savaşı’ndadır. Düşmanlar, coğrafyamıza göz dikmiş ve buradaki halkların milli aidiyetlerini ortadan kaldırıp etnik ve mezhepsel grupları birbirine kırdırmaktadırlar. Türkiye’de de bunun yansımaları görülmektedir. Bu askeri ve psikolojik saldırıyı bertaraf edebilmek için sağlam bir üretim altyapısına ve üretimde dışa bağımlılığı en aza inmiş bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Özellikle yatırım malları üretimi, silâh üretimi, gıda üretimi ve enerji üretiminde dışa bağımlılığı en aza indirmek gerekir, (adını koyalım, bu bir savaş ekonomisi politikasıdır). Bunun için de bu sektörlerde yerli üretim şarttır. Bu sektörler öncelikli olmak üzere, nitelikli işgücünü yetiştirecek bir eğitim sistemi gerekmektedir. 

SONSÖZ: İnsanlara nasıl yaşayacakların değil, nasıl üreteceklerini öğretin…