​DÜNYÂDA BİR BAĞIMSIZLIK HAYÂLETİ DOLAŞIYOR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
20. Yüzyıl'ı en çok etkileyen düşünürlerin başında gelen Karl Marx, Engels ile birlikte kaleme aldıkları Komünist Manifesto'ya şu cümle ile başlamıştır: "Avrupa'da bir hayâlet dolaşıyor; komünizm hayâleti"

20. Yüzyıl’ı en çok etkileyen düşünürlerin başında gelen Karl Marx, Engels ile birlikte kaleme aldıkları Komünist Manifesto’ya şu cümle ile başlamıştır: “Avrupa’da bir hayâlet dolaşıyor; komünizm hayâleti”

Manifesto’da hayâlet olarak tanımlanan düşünceler, 20. Yüzyıl’da bir siyâsî rejim hâline gelip devletleri yönetecek kadar gerçek olmuştu. Ama aynı yüzyılın sonunu bile göremeden komünist devletler yıkılıp gitti. Şimdi komünist olduğunu iddia eden devletlerin ekonomik uygulamalar açısından komünist olduğunu iddia etmek fazla hayâlcilik olur.

1917-2017

Târihin cilvesine bakın ki, Rusya’da komünist rejimin iktidâra gelmesinin 100. yılında, dünyâda dolaşmakta olan başka bir hayâlet var. Bu hayâlet, dolaşmaktan öte, yerleşmeye başladı. 2014 yılında İskoçya’da yapılan referandumda bağımsızlığın ucundan dönüldü.

Fransız Devrimi’nin Balkanlar’ı hareketlendirmesi gibi, İskoçya’daki referandum amacına ulaşmasa da bir yerleri tahrik etmiş gözüküyor.

Bağımsızlık Furyası

Konuya târihsel açıdan bakarsak iki dünya savaşı ile kurulan düzen, imparatorluk çağının bitip ulus-devletler çağının başlaması, insanlığa yetmiş milyondan fazla insanın ölmesine, birçok devletin yıkılmasına mâl olmuştu. İmparatorluklar çağının ardından gelen ulus-devlet çağının kaba inşaatı, 1. Dünya Savaşı ile bitti. İnce işleri de 2. Dünya Savaşı ile tamamlandı. Osmanlı ve Çarlık Rusyası’nın yıkılmasıyla ortaya çıkan boşluk, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenle doldurulmuş oldu.

Dünyâda şu anda ulus-devlet modelinin hâkim olduğu bir yönetim anlayışı var. Her ne kadar Avrupa’da birçok devlet ismen krallık olsa da, ulus-devlet modeli çerçevesinde yürütülen bir devlet anlayışı söz konusu.

İçinde birden fazla etnik yapının bulunduğu sınırlar içinde bir ulus-devlet yapısının oluşturulması aslında eşyânın tabiatına aykırı bir uygulamadır. Daha önce, aynı coğrafyalarda farklı siyâsî sistemlerle yönetildikleri için fazla sorun yaşamayan etnik yapılar, tek bir etnik yapının hâkimiyeti (yâni hegemonyası) altında yönetilmeye başladıklarında, zaman içinde bâzı rahatsızlıklar oluşmaya başlamıştır.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ulus-devletler bile, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bir güncelleme yaşamıştır. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi, Çekoslovakya’nın Çek ve Slovak Cumhuriyeti olarak ayrılması, Tito Yugoslavyası’nın Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ olarak parçalanması, bu güncellemenin birer örneğidir.

Ulus-devlet ve Bağımsızlık Referandumları

Özellikle teknolojinin yardımıyla küreselleşmenin etkisinin artması sonucu, ulus-devlet sisteminin kullanılabilirliğinin bittiği ortaya çıkmıştır. Bu durumda, farklı etnik yapıları bünyesinde bulunduran ulus-devletlerin karşılaşabileceği en büyük tehdit, bu etnik yapıların belirli bölgelerde odaklanarak bağımsızlık çabası içine girmesidir. Biz bunu, bir etnik yapıdan ziyâde, bir devlet olarak varlığını ettiren İskoçya’da gördük. Fakat İngiltere, yâni Birleşmiş Krallık, bir klâsik bir ulus-devlet olmadığı için, farklı etnik yapıları yönetme konusundaki tecrübe ve birikimini kullanarak, İskoçya’daki bağımsızlık referandumundan hayır çıkmasını sağlamıştır. Ancak henüz daha eylül ayı içinde gerçekleştirilen Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık referandumunda, yüzde 90 gibi bir oranda evet çıkması, farklı coğrafyalardaki bağımsızlık isteklerinin İskoçya’daki gibi sonuçlanmayacağını gösterdi. Katalonya’daki referandumdaki yüksek evet oranı da bunun sağlaması oldu. Bu referandumların yapıldığı ülkelerin İngiltere’nin tecrübe ve emperyal birikimine sâhip olmamasının yanında, İngiltere’nin perde arkasında oyun kurucu olmasını da unutmamak gerekir.

Hani Avrupa Değerleri, Hani Self-Determinasyon?

Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ndeki referandumu destekleyen Avrupa, İspanya’dan ayrılmak isteyen Katalanlar’a Madrid yönetiminin uyguladığı şiddeti görmezden geldi. Dokuz yüzden fazla kişi yaralandı. İnsan hakları, demokrasi, kendi kendi yönetme hakkı gibi Avrupa değerleri askıya alındı. Kendi içindeki bir etnik yapı olsa da, hâkim Avrupa devletleri, Katalonya’ya yaramaz çocuk muamelesi yapıp, şiddet uygulama barbarlığından kaçınmadı.

Avrupa’daki Yengeç Sepeti

Ancak özellikle Ortadoğu ve Afrika’da resmî olarak bağımsız olan ülkelerin içişlerine karışmakta ve bu ülkelerde bölücü kargaşa çıkarmakta hiçbir beis görmeyen Almanya da, “eden bulur” kuralı gereği, Bavyera eyâletinin bağımsızlık söylemleriyle karşı karşıya kaldı. Bu gerçeğe duygusal yaklaşıp, bağımsızlıkla kandırılan bölgelerdeki mâsum ve mazlum halkların âhı tuttu, diyebiliriz. Ama mesele bu kadar basit değil. Bunun Almanya’nın yanı sıra, Kuzey-Güney İtalya, Belçika, İspanya’nın Bask bölgesi ile devam etmesi de kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Avrupa, 2. Dünya Savaşı’ndaki felâketi tekrar yaşamamak ve özellikle ABD ile SSCB arasındaki coğrafyada güçlü bir duruma gelmek için Avrupa Birliği’ni kurmuştu. Ancak AB, Avrupa’nın “yengeç sepeti” olmuştur. 

Belli mesâfede iken iyi ilişkiler kuran toplumlar arasında, yakınlaşınca anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. Çalışıp kazanan taraf, yan gelip yatan ve harcayan tembelleri beslemek istemiyor. Avrupa Birliği’nin lokomotifi Almanya, AB ekonomisinin yarıya yakını oluştururken, Yunanistan, İspanya gibi ülkeler asalak durumundadır. Ayrıca refah seviyesi yüksek genç nesil, 50-60 yıl önce yaşanmış olan zorlukları bilmediği için, “birlikten güç doğar” yerine “bağımsızlık” söylemlerini câzip bulmaktadır.

Ülkeler arasındaki refah seviyesi sebebiyle doğan sürtüşme, aynı ülkedeki farklı bölgeler için de söz konusu olmaya başladı. Zengin eyâlet Bavyera, diğer eyâletlerin yükünü taşımak istemiyor. Benzer bir durumun ABD’de, dünyânın en büyük dokuzuncu ekonomisi olan Kaliforniya için ortaya çıkmaya başladığı gözlemlenmektedir.

Döngüsel Târih

Evrimsel bir dünya görüşü ve çizgisel târih anlayışına sâhip Batı kültürünün bugün yavaş yavaş içine girmekte olduğu durum aslında, döngüsel târih anlayışı açısından hiç de şaşırtıcı değil. Endüstri Devrimi ile önce insanlık târihinde en gelişmiş seviyeye gelen Batı, bu durumun kendi liderliğinde devam edeceğini düşünme yanlışına düştü. Orta Çağ’daki derebeylik yapılanmasının izlerini folklorik de olsa hâlâ taşımakta olan Avrupa, Fransız Devrimi’nden dünyâya yayılan ulus-devlet yapısının ters yönde işlemesiyle Orta Doğu’daki parçalanmaları kendi içinde görebilir.