Birbiri içine geçmiş gibi zamanlar. Öyle hızlı bir devir daim ki geçmiş, an ve gelecek, zihnimizi işgal etmek için yaşıyorlar adeta. Bazen geçmiş, bazen gelecek bazen de yaşadığımız an avutuyor bizi. Yapraklar misali bir zamandan diğerine savruluyoruz.

Kimi araştırmacılar, içinde olunan anı yakalamayı ve yaşananları gerçekten içselleştirmeyi, mutluluğun ön koşulu sayıyorlar. Kimileri geçmişte olup bitenlerle hem dem olmak gelecekteki hataları azaltır ve kişi için daha rahat bir yaşamın yolu açılır demekte. Bazıları ise “Geleceğe odaklanmadan nasıl görürüz önümüzü, nasıl seçeriz yolumuzu, nasıl gelişiriz” diye haykırıyorlar.

O halde dün ile yarın arasında yol alırken acaba olmuş, olan ve olacak pencerelerin hangisinden seyrediyoruz alemi daha çok? Seyr-i sülûkumuz, hangi pencerenin ışığıyla aydınlanıyor? Yolumuz, yolculuğumuz ve menzilimiz hangi pencerenden gelen hava ile nefes alıyor?

Asıl mesele; hangi zaman olursa olsun hayatımızın odak noktası ve ağırlık merkezini bilmek ve ondan razı olmaktır. Bir ucunda sınırsız maddi zevkler diğer ucunda uçsuz bucaksız bir manevi hazzın yer aldığı saatin sarkacı misali hayatımız, her ikisi arasında gelgitlerle geçiyor.

Bir canlı olmanın gerektirdiği temel ihtiyaçları, maddi arzu ve zevkleri irade ile kontrol edip, insan olmanın gerektirdiği ruh güzelliğine doğru yol almak, her zaman diliminin temel içeriği ve olmazsa olmazıdır.

Bütün mesele ruhumuzun tatminidir aslında. Evet, ruhumuz hangi zaman diliminde kendini buluyor ve kendi oluyor. Hangi zaman diliminde hayatımızın baş aktörüyüz bir bakalım.

Bir yanda hayatı sadece para, statü, zevk, şöhret, diğerlerini geçmek gibi madde odaklı bir tatmin alanına çevirenler. Diğer yandan hayatı, öncesi ve sonrası ile bütün görüp ahlak, adalet, bilgi gibi değerleri hayata akıtanlar. Bir yanda kendine yürüyen ve kendi için yaşayanlar, öte yanda kendisinden sıyrılıp öteki için uğraş verenler.

Klasik psikoloji kitaplarına göre tek motivasyon kaynağı kendisi olan ve kendisi için yaşayanlar, geçmişle fazla ilgilediklerinde biraz depresif; yaşanan anın dışına çıkamayanlar, biraz bencil; geleceği fazlaca önemseyenler ise çokça sorgulayan, şüpheci kişilerdir. Oysa ki motivasyon kaynağı öteki canlı ve cansızlar olanlar; geçmişle fazlaca ilgilendiklerinde geçmişin güzelliklerini keşfediyor; yaşanan zamanda ısrarcı olanlar, tüm güçleriyle anları güzelleştiriyor; geleceği fazlaca önemseyenler ise daha fazla aklediyor ve üretim yapıyorlar.

Şu halde asıl olan zamanlar değil onlara yüklediğimiz değerlerdir. Asıl olan bizim zamanı ne amaçla tükettiğimizdir. Salt kendisi için var olduğunu düşünen, ben çıkmazını aşamayan, bedenine iman eden birey, ruhun dalga boylarına ulaşamaz. Ulaşamaz da dün ile yarın arasında sıkışır ve farkında olamaz yaşamın. Öğrendikleri ile yaşadıklarına anlam veremez, geleceğe hazırlayamaz kendini.

Unutmayalım ki bedenini aşmayan ve kutsalı olmayan ruh, ister birey ister kurum, ister toplum olsun yıpranmaya ve bozulmaya açıktır.

Ruhun tatminine çalışan birey; geçmişten dersler çıkarırken onları yaşar adeta ve geçmişin gücü ile ruhunu yeniler. Gelecek için mücadele eder ve daha yaşanabilir bir dünya için projeler üretir durmadan. Ve nihayet ruhun tatminine yönelen kişi, daha güzel yarınlar için geçmişin tecrübelerinden yararlanarak “Bugün ne yaptım” sorusu ile yaşar.