DOSTLUK

Recep GARİP 29 Tem 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Ne dostluklarda ne de duygularda insanların yaklaşımlarına engel koyulamaz.

Ne dostluklarda ne de duygularda insanların yaklaşımlarına engel koyulamaz. Doğal halleri içinde yaklaşıp geldiklerini düşünür öyle karşılık verirsiniz. Bu durum her insan için geçerlidir. Şartlanma her zaman doğru sonuçlar vermez.

Anne ve babalar evlatlarına başka türlü davranmayı öğretemez. Büyüdükçe çelişkili hallerden tecrübe edinerek duruş geliştirilebilir. Kötü haller kişiliği ortaya koyduğu gibi iyi hallerde şahsiyetlerimizi yansıtır. Bize öğreti; "elinizden ve dilinizden emin olunan kişi olun" düsturudur. Böyle olunca davranışlarımız, hallerimiz doğallığı, sahici ve samimiyeti yansıtır, yansıtmalıdır. Sahtelikte ne kadar usta olursanız olun bir şekilde sırıttığını, gönle ve kalbe dokunmadığını görürsünüz. Söz gönülden gelmiyorsa etkisi kısa sürer ya da hiç etki etmez. Samimiyetle, içten ve gönülden gelerek yapılan bir iyiliğin, bir tebessümün çok şeyi değiştirdiğini bilir ve görürüz. Samimiyet her eylemin başı olmalıdır. Selamın, muhabbetin, dostluğun, kardeşliğin, yardımın, bir bardak su ikram etmenin başı da samimiyettir. Ne kadar samimiyseniz karşınızdakinden alacağınız da o kadar samimi olacaktır. Sahtelik sahteliği doğuracağı gibi güzellikler de güzellikleri doğurur.

Kişilerin sahteliklerini, içten pazarlıklarını, birçok yüzlü oluşlarını fark ettiğimizde gönül dünyamız incindiğinden davranış usulünü de kendiliğinden belirlemiş oluruz. Gönül hareketlerimize böylelikle yön verir. Bu türden tecrübeler aslında hayatımız boyunca deneyimlerle devam edip gider. Her tanıştığımız insandan aldığımız ve ona verdiğimiz bir duygu bir hak kendiliğinden oluşur. Buna sebeptir ki sıklıkla helalleşmenin öğütlenmiş olması. Birlikte olmanın kardeşliği geliştireceği, muhabbeti artıracağı muhakkaktır. Bir şeyleri paylaşmanın hem dostluğu, hem komşuluğu ve hem de cemiyeti canlı tutar. Paylaşmak aklımıza gelebilecek en küçük tebessümden en ihtiyacı duyulanın o anda verilmesidir. Paylaşmak bazen acıları bazen de sevinçleri içinde barındırır. Her iki durumda da samimiyetin karşılık bulduğu gözlemlenir.

İnsan nefsini, gözünü, kulağını, aklını ve gönlünü terbiye etmesi bir gerekliliktir. Eğitebildiğimiz, terbiye edebildiğimiz, dizginleyebildiğimiz oranda kendimizi daha iyi insan olmaya taşırız. Nefsin dizginlenmesi "zikirle, tesbihatla, Allah’ı çok anmakla kalpler tatmin olur". Zikir, kimi zaman dua, kimi zaman kuran okumak, kimi zaman namaz ve kimi zaman tesbihatlarla gerçekleşir. Aslında kulluk dediğimiz durum, kendini idrakle başlayan bir şuur yolculuğudur. Her halin dua, her halin zikir ve her halin namaz gibi Rabbimizin huzurunda olduğunu bilmektir.

Ben oldum deme sakın. Ben nefsimi ayaklar altına aldım demeyesin. Ben irademe hâkimim gibi üsluplar kişiyi uçurumdan aşağı yuvarlanma sebebidir. Oldum demek; hamlığa, çiğliğe, acılığa, buruşukluğa, kepazeliğe işaret eder. Olmaya gayret içinde olunmalıdır. Gururdan, kibirden uzak durulmalı, tevazu elbisesi giyilmelidir. Elbette her şeyin ölçüsü orta yolu takip etmektir. Nefsin atı; dizginlenemez uçarılıkları, haytalıkları, sınırları ihlal edip kazandığın bütün güzel halleri, helalleri perişan etmeye hazır beklemektedir. Terbiye edilmemiş bir atın terbiye edilebilmesi için iyi bir mürebbiyeye yani usta bir seyise ihtiyacı vardır. İnsanın zahir ve batın terbiyesi de böylesi bir mürebbiyenin şefkatli ellerine, dillerine, gözlerine, sözlerine muhtaç olunduğu bilinmelidir. Ehliyet ve liyakat sahibi bir usta tarafından eğitilmez ise atın zapt edilmesi mümkün olmaz. Ya sahibini, ya çevresindekileri, ya da kendisini perişan eder.

"Sevince Allah için, buğz edince Allah için" olması tavsiye olunduğu için meselenin bu boyutunu kaçırmamak icap ediyor. Allah (cc) için her insanı, canlıyı, varlıkları, mevcudatı sevmek bize bırakılmış önemli bir haslet. Çıkarsız, nedensiz, niçinsiz sevecek, elinden tutacak, yardıma muhtaç olana yardım edecek, işinin görülmesi gerekenin işini göreceksin. Asıl mesele budur. Meselemiz dünyayı kurtarmak filan değil, kendimizi kurtarmaktır. Fısktan, fücurdan, dedikodudan, aslı olup olmayan hususları ifşa etmekten, zanna sebep olacak hususları yapmaktan uzak durmak gerekiyor. Fitnenin büyümemesi için gömmek dururken yaymaktan kaçınmak icap ediyor. Rasûlullah sav. Efendimiz: “Müslüman kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah Teâlâ onu rahmetiyle felâketten kurtarır da, seni imtihan eder.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 54) Hucurat 12 de "Tecessüsde bulunmayın" diye uyarılıyoruz.

Caferi Sadık (ra) şöyle naklediyor; “Bir mü’min kardeşine ait, hoş olmayan bir şey duyarsan, onun için birden yetmişe kadar mazeret kapısı araştır. Bulamazsan; “belki benim bilmediğim veya anlayamadığım bir mazereti vardır” de, sonra da meseleyi kapat!”

Peygamber Efendimiz as. birçok hakarete, eziyete maruz kaldılar. Yine de onların iyiliğini düşündüler, helak olmalarına razı olmadılar. Onların nesillerinden iman edenlerin olabileceğini düşünerek şefkat ve merhamet göstererek Rabbimizden onlar bilmiyorlar diyerek bağışlama istediler.  Allah'tan cc. gelen emri tebliğden başka bir şey düşünmediler. Gerçek dost O'dur. Allaha ve Resulüne dost olan kurtulur. Ashabı Kiramın fedakârlıklarını, vefalı oluşlarını unutmamak gerekiyor. Ebubekir’i Sıddık da "bunu o mu söyledi? O söylediyse doğrudur" diyebilecek bir teslimiyet, iman, inanç ve dostluk gerekiyor her birimize. 

Fikir ve düşünce dünyamızda yol gösteren rahmetli Fethi Gemuhluoğlu "Dostluk Üzerine" de şöyle ifade ediyor:

"Dost, göze sezdirmeden gözyaşı silendir."

"Kendine dost olmayanlar gayrıya dost olamazlar".

"Kendi kendinize sebepsiz yere hüzünlendiğiniz anlarda biliniz ki, Allah'a yaklaşmışsınızdır."

Abdulkadir-i Geylani rahmetullahi aleyh Hz. buyurdular: "Allah'ı tanıyan onu sever, O'nu seven O'na uyar." Ve yine: "Kaderin gelmesinden rahatsız olma, onu kimse döndüremez ve kimse engel olamaz. Takdir olunan şey mutlaka gerçekleşir".

Rahmete talip olmak fedakârlık istiyor. Kardeşlik fedakârlık istiyor. Dostluk fedakârlık istiyor. “Veren el, alan elden üstündür” ifadesi bizlere fedakârlık yapmamız gerektiğini haber veriyor. Elhasıl toprağa ne ekersen onu kaldırıyorsun. İyilik, güzellik, hayır eken iyilik, güzellik ve hayır kaldırıyor. Kötülük eken, kötü söz söyleyen, kötü hallerle cemiyetin ahlakını bozanlar aynı karşılıkları mutlaka buluyorlar. Bakın Nazım Hikmet ne güzel ifade etmiş bizim söylemeye çalıştıklarımızı;

“Biz haber etmeden haberimizi alırsın, yedi yıllık yoldan kuşkanadıyla gelirsin.
Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin.
Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin.
O gider, bu gider, şu gider, Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın”.