DOSTLARLA SİYÂSET KONUŞULMAZ (MI?)

Doç. Dr. Can CEYLAN
Peki "dost" diye tanımladığımız tanıdıklarımızla ne konuşacağız?

Sosyal medyanın bir “deşarj ortamı” hâline geldiği günümüzde, işin içine siyâset de girince, nefretin veya kutsallaştırmanın ifrat ve tefrit zirvelerinde gezen paylaşımların yanı sıra, bu sınırsız sosyal medya âlemine âdeta tansiyon ilacı gibi paylaşımlara da şâhit oluyoruz. Bu paylaşımların bâzıları, çoğu uydurma ya da kötü tercüme Hz. Mevlânâ sözleri oluyor. Bâzıları da dinî kisveden kaçınmak isteyenlerin tercih ettiği Yunan filozoflarının sözleri oluyor. Bu paylaşımların başında da Aristo’ya atfedilen şu söz geliyor: “Sevdiklerinizle siyâset yapmayınız. Zira, siyâset dostlukları zedeler. Siyâsetçiler yollarına devam ederken; Siz dostlarınızı yitirdiğinizle kalırsınız.”

Sözün referansı Aristo gibi “bir marka” olunca, sosyal medyada karşılaştığınız bu sözü, paylaşsanız bir dert, paylaşmasanız başka bir dert. Sözün aynı anlama gelen ama değişik şekilde ifâde edilmiş hâlleri de var. Mesela “siyâset yapmak” yerine, “siyâset konuşmak” gibi. Tabi ki bu ve benzeri bütün paylaşımlarda Aristo’nun hangi kitabında olduğu gibi bir kaynak gösterme zahmetine giren yok.

Her ne şekilde çevrilirse çevrilmiş olsun, bu söz “dost” ve “siyâset” kavramlarını bir araya getirmemeyi tavsiye ediyor. Peki “dost” diye tanımladığımız tanıdıklarımızla ne konuşacağız? “Siyâset” derken bunun içeriğini ve sınırlarını kim belirliyor? Siyâset sâdece parti, siyâsetçiler, seçim, oy, iktidar, muhalefet gibi şeylerden mi oluşuyor? Siyâseti ister en üst perdeden ve en akademik seviyede olsun, ister mahalle kahvesindeki laf kalabalığı seviyesinde olsun dostlarımız, arkadaşlarımız veya tanıdıklarımızla konuşamayacaksak kiminle konuşacağız?

Samimiyetsizlik öğüdü

Beni bu sözün paylaşımında rahatsız eden şey, sanki düşünce ve ifâde özgürlüklerimizi dostlarımız arasında kullanmamızın sakıncalı olduğuna dâir satır arası bir öğüdün kendini hissettirmesidir. Sanki dostlarımızla fikirlerimizi paylaşmamız değil de, onlara karşı, ağzı ile aklı arasında tutarsızlık olan biri olmamız öğütleniyor. Siyâsî fikri benimkinden farklı olduğunu bildiğim ama hatrımın geçtiği, nazımı çekecek, sözümü başka yerlere çekmeyecek, benim iyi niyetli olduğumu dostluğumuzun verdiği garanti ile bilecek kişilerle siyâset konuşmayacaksam kiminle konuşacağım? Ayrıca dostlarımla ne konuşacağım? Futbol mu, din mi, kılık-kıyâdet mi, yemek târifleri mi, son çıkan araba ya da çanta modelleri mi, televizyon dizileri mi?

Siyâsetçilere üst kapalı güzelleme

Aristo’nun sözünün ikinci kısmında siyâsetçilerin yola devam edeceği ve bizim de dostlarımızı kaybedeceğimiz uyarısı yapılır. Siyâsetçiler yola devam etme başarısı gösterebiliyorsa, yâni bunu meslek olarak yapanlar bunu yapabiliyorsa, dostlarıyla bir sohbet veya tartışma konusu olarak siyâset yapanlar neden böyle bir başarı gösteremesin? Burada Aristo’nun aba altından siyâsetçileri övme ve taltif etme düşüncesi de kendini gösteriyor gibi. Atinalıları üstün görüp, nüfûsun en fazla yüzde on gibi bir kesimine özgürlük hakkı veren bir sosyal yapıyı savunan felsefî anlayışın, toplumun üst seviyesindeki siyâsetçilere dolaylı yolda böyle bir güzelleme yapmış olduğu da akla gelmiyor değil.

“Dostluk Sınavı” fırsatı

Diyelim ki, bu söylediklerim biraz “aşırı yorum” olsun, ama “dost” dediklerimizle her şeyi konuşamayacaksak; onlara her türlü fikrimizi açamayacak ve onların yorumlarını alamayacaksak, bu kişiler bizi sâdece “onlar gibi” olduğumuz için seviyor ve dost kabul ediyor demektir. Bu durumda, Aristo’nun bu sözünü bir “dostluk sınavı” olarak görüp, tanıdıklarımızın dost olup olmadıklarını sınamak için onlarla siyâset konuşmalı, onlarla siyâset yapmalı ve siyâsî tartışmalar hatta rekâbetlere girmeliyiz ki, bizi her hâlimizle dost kabul etmedikleri belli olsun.