Hafta sonu Diyarbakır'daydık.
Hafta sonu Diyarbakır’daydık. Benim 20 yıl sonra ilk gidişimdi. Gidiş gerekçemiz referandum kampanyasının en önemli ayaklarından biri olan mitingi izlemekti. Bu konuda onlarca siyasi yorum okumuşsunuzdur. Ben 20 yıl önce ve sonrasındaki Diyarbakır’ı anlatmak istiyorum.
Öncelikle hepiniz algınızı bir değiştirin. Diyarbakır öyle her an bombaların patladığı, insanların birbirine saldırdığı bir yer değil. 20 yıl önce de değildi, şimdi de değil.
Bu maalesef batıda yaşayan bizlerin, medya ile oluşturulan algısının bir sonucu. Tabii ki terör tehdidi var. Tabii ki bölgenin kendine özgü şartları var. Ama düşündüğünüz gibi değil.
“Orada 2 gün geçirdin. Bize tek cümle ile anlat” derseniz, “10 misli” derim. Diyarbakır en az 10 misli büyümüş. Belki de daha fazladır.
Olağanüstü dokusuyla tarihi kent merkezi yerinde duruyor. Hendek çatışmalarının olduğu bölgenin giriş çıkışları kapalı. Elbet bıraktığı izler toplumsal hafızada yerini uzun süre taşıyacak.
Ama surlarla bütünleşen tarihi doku neredeyse havanın kokusunu değiştiriyor. Hava bahar ve baharat kokuyor şimdilerde. Derdim romantizm değil. Ben sadece iki günlük bir gözlemciyim. Kentte yaşayanlar elbet daha derinlemesine tahliller yaparlar. Benim yapacağım, şaşırtıcı kentsel dinamizmle ilgili kalem oynatmak.
Diyarbakır artık o eski taşlarla örülü surların içine hapsolmuş bir kent değil. Öncelikle yeni havalimanı müthiş. Kente ilk gidişimi hatırladım. Otobüs ile neredeyse bir günlük yolculuktu.
Kentin dışına yeni ve devasa bir şehir kurulmuş. Nasıl desem, İstanbul’un Ataşehir’i, Bahçeşehir’i gibi. Ama daha iyisi. Çünkü bulvarları, caddeleri geniş-geniş. Her taraf inşaat. Her taraf yeni bina.
Sıvasız boynu bükük evler gitmiş, yerine modern apartmanlar gelmiş. Öyle böyle değil.
Bu yeni şehirin sokakları, kafetaryalar, lokantalar, tatlıcılar, ciğercilerle dolu. Bu kadar çok ciğerci olmasa başka bir yerde zannedebilirsiniz kendinizi. Bu mekanların neredeyse hepsi kalabalık. İnsanlar aileleri ile yemek yiyor. Gençler her zamanki gibi kendilerine özgü yerlerde. Ama İstanbul’da ne varsa daha düzenli ve tabii ki biraz daha küçük ölçekte orada da var.
Ev fiyatlarını sordum, “300 bin gibi” dediler. Bölge kentsel anlamda eski kabuğunu atmış, yerine yeni canlı bir doku gelmiş. Bu kadar inşaat bu evler satılmasa yapılmaz. Belli ki en azından inşaat alanında bir canlılık var.
Kentin ekonomik ve sosyal yapısı değişim içinde. Her değişim beraberinde yeni talepleri getirir. Bölgenin sorunları belli. Bu sorunları aşmak için gereken kapasitenin olduğuna Diyarbakır’ın yeni halini görünce bir kez daha inandım. Şimdi yapılması gereken belki de yeni cesur adımlar olmalı. Herkes için.