​DAVA ADAMLIĞI SUSKUN OLMAYI MI GEREKTİRİR?

Ekin GÜN 24 Mar 2017

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Artık 16 Nisan'ın 15 Temmuz'un ertesi günü olduğunu ve 15 Temmuz'daki o destansı dirilişin 16 Nisan'la birlikte taçlanacağını bilmeyen yok.

Artık 16 Nisan’ın 15 Temmuz’un ertesi günü olduğunu ve 15 Temmuz’daki o destansı dirilişin 16 Nisan’la birlikte taçlanacağını bilmeyen yok.

Hele hele Avrupa’nın bu Türkiye karşıtlığı tutumlarını görünce!

Avrupa artık resmen “hayır” cephesinin CEO’luğunu üstlenmiş durumda. Öyle gizli saklı bir şekilde değil, alenen ve açık bir şekilde 16 Nisan’dan “hayır” çıkması için yoğun çaba gösteriyor.

Avrupa hatta Batı sadece bu zamanda karşımıza çıkmadı, 15 Temmuz’da da çıkmadı, ta Gezi Darbesi’nden bu yana Türkiye’yi karıştırmak, Türkiye’yi işgal etmek için kozlarını çok açık bir şekilde oynuyor.

Gezi Darbesi’nde başaramadıklarını, 17-25 Aralık Darbesi’nde başarmak istediler, 17-25 Aralık Darbesi tutmayınca da 15 Temmuz’daki o hain darbe girişimine soyundular ama başarısız oldular, hesap etmedikleri bu milletin destansı dirilişiydi!

Tüm bunlar yaşanırken üzerimize terör örgütlerini salmayı ihmal etmediler, onları hem manevi hem de ekonomik olarak besleyip hükümet binalarında ağırladılar, her türlü gösterilerine izin verdiler.

Bu tutumlarından vazgeçeceğe de benzemiyorlar, aksine bu tutumlarına zemin hazırlamak ve kafalarında o hain planı hayata geçirmek için 16 Nisan’daki sandıktan “hayır” çıkmasının önemi büyük.

Onun için “hayır” kampanyasını üstlendiler, onun için “hayır” propagandası yapmak adına ülkelerine gelenleri en üst düzeyde ağırlıyorlar, onun için “evet” diyenlere kapılarını kapatıp son derece küstahça davranmaktan çekinmiyorlar.

Durum böyleyken 16 Nisan’daki referandumun sadece sıradan bir referandum olduğunu kim düşünebilir?

Kimse!

Ya da 16 Nisan’daki referandumun hayati bir önem taşımadığını iddia edecek aklı başında kimse var mıdır?

Bence yoktur!

Olmaması da gerekir.

İşin özü ve açıkçası… 16 Nisan, Türkiye üzerinde plan yapan, Türkiye’yi işgal etmek için strateji belirleyen, Türkiye’yi Suriye’ye çevirmek için fırsat kollayan küresel merkezle hesaplaşacağımız bir gün olacak.

Gezi Darbesi, 17-25 Aralık Darbesi, 15 Temmuz Darbesi’ni tezgâhlayanlarla ve hayata geçirenlerle hesaplaşacağız!

Hem küresel merkezle hem de onların kiralık olarak tuttuğu taşeronlarıyla!

Zaten küresel merkez dediğimiz efendileri “hayır” için canla başla çalışırken taşeronları FETÖ, PKK, DHKP-C gibi terör örgütleri de burada “hayır” çıkması için ellerinden geleni yapıyor.

Peki aynı zamanda düşmanlarımızla hesaplaşacağımız bu referandum öncesinde neden “bazıları” sessiz kalmayı tercih ediyor?

Neden AK Parti’nin ağır topları ve vakti zamanında hükümette önemli görevler üstlenmiş kişilerin ağzını bıçak açmıyor?

Neden yüksek sesle “evet” deyip tüm Batı’ya ve tüm terör örgütlerine meydan okumak yerine sessizce oturup hangi sonucun çıkacağını beklemeyi tercih ediyorlar?

AK Parti’nin dava anlayışı bu mudur?

Dava adamlığı en kritik dönemlerde sessiz kalıp tüm dünyaya haykırmamak mıdır?

Kalpsiz dünyaya bir kalp olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a vefa böyle mi gösterilir?

Tüm Avrupa’nın topu birden gelirken sessiz kalmanın sırası mıdır?

Geçen hafta cumartesi günü Kurtuluş Tayiz Akşam gazetesindeki köşesinde şöyle diyordu: “Şüphesiz Erdoğan yalnız değil, milletin yediden 70’e duası ve desteği arkasında. Meydanlar Erdoğan için, Türkiye için dolup taşıyor. 16 Nisan’daki halkoylamasında dünya bu gerçeği bir kez daha görecek. Fakat milletin gözü yine de eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve AK Parti’nin tanıdık ağır toplarını arıyor. Ama ne yazık ki 16 Nisan için ne demeçleri var, ne de Batı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye yönelik saldırılarına ilişkin bir tepkileri söz konusu.”

Bunu derken çok haklı Kurtuluş Tayiz.

Ahmet Davutoğlu’nun, Abdullah Gül’ün ve AK Parti’de “ağır top” denilen kişilerin sessizliği çok manidar.

Ağızlarını bıçak açmıyor.

Vakti zamanında televizyonlarda her gün seslerini duyduğumuz kişilerin ses tonlarını unutur olduk.

Türkiye’ye topyekûn saldırılar yapılırken, kendi gündemlerinden daha çok referandumu konu edinen Avrupa ortada varken bu isimlerden ve daha birçoğundan güçlü bir “evet” haykırışı duyamadık.

Cumhurbaşkanı Erdoğan deyim yerindeyse ilçe ilçe, sokak sokak dolaşırken, Başbakan Binali Yıldırım miting miting gezerken Davutoğlu, Gül ve daha birçok isim ne yapıyor çok merak ediyorum.

Onlarda referandum için çalışıyorsa, hane hane, meydan meydan geziyorsa ve bunları ben görmediysem şimdiden kusura bakmayın ama böyle tek bir kare görmedim.

Ahmet Davutoğlu 5 Mayıs’ta başbakanlık görevini bırakırken aynen şöyle demişti: “Ben siyasete girme kararını AK Partimizin kapatılma kararı açıldığında verdim. Bundan sonra da aday olmayacağım ama AK Parti neferi olarak yürütmekte olduğum görevimi son ana kadar sürdüreceğim. Bugüne kadar önünüzdeydim bundan sonra içinizdeyim.”

Peki Ahmet Davutoğlu… AK Parti neferi olmak böylesine tarihi bir referandum öncesi halkın içinde olmak, halka maddeleri tek tek anlatıp daha güçlü bir “evet” için çalışmak değil midir?

AK Parti’nin vakti zamanında “önünde” olan ve şuanda AK Parti’nin “içinde” yer alan bir isim olmak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “evet” için bunca emeğini, yükünü ve sorumluluğunu paylaşmak değil midir?

Öyle değilse söyleyin de bilelim.

Ama hele hele böylesine tarihi bir referanduma bir aydan az bir süre kalmışken suskun olmanın, tek bir cümle söylememenin ve “evet” için tek bir beyan vermemenin sırası değil.

Hem de hiç değil.

Ve emin olun 15 Temmuz’da canı pahasına tankların önüne yatan, mermilere göğsünü kalkan yapan bu millet bu suskunluğu affetmez…

Vakti gelince de hesabını sorar.