DAHA POLİTİK BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI MI?

Ömer EROĞAN 19 Nis 2020

Ömer EROĞAN
Tüm Yazıları
Her neyse; ABD'nin birdenbire paramparça olamayacağı aşikardır ha keza AB'nin de aniden darmadağın olacağını beklemek de bir o kadar abes olur çünkü bu hissi beklentiler siyaset sosyolojisinin tabiatına aykırı gözükmektedir.

Yoğun kültürel alt yapı ve bilimsel metotlar doğrultusunda geliştirilebilen “Öngörü” ve mistik duyular sonucu ulaşıldığına inanılan “Kehanet” kavramları arasındaki fark edilemeyen (!) yakınlıktan olduğu sanılan doğrultuda gelecekte olabilecekler hususunda bugünlerde birçok fikirler beyan ediliyor.

Toplumumuzun evlerine kapandığı bu süreçte, gün boyu toplumu fazlasıyla terörize eden “medikal” televizyon programları yayınlanıyor. Dolayısıyla da Ülkemizde Tıbbiyeli, nitelikli bilim insanlarımızın ne denli çok olduğu gururla tespit edilmekte. Ümit ederiz ki yakın bir süreçte, olağan hayata dönülür. Toplumumuzda bu kez ekranları karşısında her konu hakkında engin bilgilere sahip uzmanlar ile tekrar buluşur!

Yine, bu salgın felaketi günlerinde, anlaşılamayan Frenkçe tıbbi terimlerle dolu programlar yanı sıra, Amerikan İmparatorluğunun çöküşü, AB’nin sonu benzeri bazı görüşlerin de kahince öne sürülmekte olduğu izlenmekte.

Her neyse; ABD’nin birdenbire paramparça olamayacağı aşikardır ha keza AB’nin de aniden darmadağın olacağını beklemek de bir o kadar abes olur çünkü bu hissi beklentiler siyaset sosyolojisinin tabiatına aykırı gözükmektedir.

Fakat; sessiz değişimler sonucu ciddi dönüşüme gebe bir döneme doğru hızla yaklaşıldığı çok bariz. Amma öncelikli olarak hassas bir sorgulama süreci başlangıcında olduğumuz da anlaşılıyor. Her daim zoru seçen insanoğlu geç de olsa önce bulunduğu toplumlarda ve sonrada toplumlararası sistematik ile ilgili sorgulamalarına başladı. İşte, galiba “her şerrin bir hayrı vardır” deyişi bu sıralar daha da bir önem kazandı. Entelektüel, sosyal ve siyasi ve sair çözümsüz görülen sıkışmışlıkların çözümleri için daha da bir gayret sarf etme bilinci en azından harekete geçmeye başladı denilebilir.

Uzun kapital döneminin yol açtığı, topluluklar arası adaletsiz uçurum ancak devlet yönetimlerinin bu salgın dönemindeki mecburi mali destek programlarının gereksinimi neticesi biraz anlaşılabilir oldu. Mesela, “aylar boyu süren sarı yelekliler yoğun protestolarının netice getiremediği” Fransa’nın yönetimi son 9 milyar Euro destek programı açıkladığında salgın nedeniyle işinden olan vatandaşlarının sayısı da 9 milyon işsize ulaştı. Hemen her ülkede benzer durumla karşı karşıya.

Burada, uzun ve zahmetli süreçler sonucu kurulmuş olan sistemlerin ani yıkılışından çok, öncelikle köklü restorasyonlarından bahis edilebilir. Bu devletler içinde böyledir, mesela dünya ölçeğinde ordusu ve uluslararası dolarizasyon gibi sebeplerle, yayılmacı politikalar uygulama yöntemiyle gücünü devam ettirmeye çalışan ABD içinde böyle olabilir. 1945’ten beri eski Sovyet sistemi haricinde büyük güç karşıtlığına maruz kalmamış bu ülkenin iç yapısını da biraz düşünmemiz gerekli; kısa Anayasası ve yine kısa ekleri biraz incelendiğinde; yeni yönetimin ulusal dönüşü ile ilgili çelişkilerin neticeleri merak edilir. Salgın başlangıcında bu ülke içerisindeki silah satış oranlarında ki olağan üstü büyük artış, son olarak bir vilayetlerindeki; oluşan silahlı gurupların vilayet binası önüne yığılarak yasakların kaldırılması ile ilgili talepleri ve de yeni yönetimin ilk iş olarak iptal ettiği sosyal sağlık desteği programı neticesi salgın nedeniyle acımasızca tıbbi bakımsızlığa terk edilen kitleler ve sair düşünüldüğünde yoğun çelişkinin önce veya aynı zamanda içeride yaşanacağı işaret etmektedir. Son olarak; uluslararası ilişkilere baktığımızda bu ülkenin en büyük ordu gücünün yanı sıra, aynı orantıda herhangi bir kültürel hegemonyasını tespit edemiyoruz. Bir Amerikalı entelektüelin hayatının en az altı ayını Paris’te yaşamış olması gerektiği gibi bir olgu ile karşı karşıyayız, neticede!

Kültür kavramı medeniyet kavramı ile birlikte anılır, söz konusu hegemon’un iki gücü gelişmiştir: Birincisi “askeri”, ikincisi ise buna bağlı “rıza”. Çoğu ülkede bu rızaya bugüne değin kabul gösterdiler, bundan böyle neler olur? Bilinemez.. 

Şunu da hatırlamamız lazım gelir ki Pax-Ottomania da yüz yıl süren ve ağırlıklı olarak iç çelişkilerin yoğunlaşması neticesi sonlanmıştır.  

AB’ye gelince memleketimizde, haklı birçok kızgınlık vardır, fakat yüzyıllar neticesi kendini zar – zor toparlayabilmiş bir eski kıta birliği de kuruluşundaki zahmetler görüldüğünde öyle çarçabuk darmadağın olması beklenemez. Ha, restorasyonunu gerçekleştiremediği takdirde büyük zafiyete uğrayacağı tabii ki kesin denilebilir. Amma kültürel alt yapısı sayesinde ABD ile karşılaştırıldığında çok daha farklı olduğu görülebilir. Birlik dağılma sonrasında veya kısmen devamında rakip olabilecek gibi kahince dillendirilen; “Mare Nostrum” birliğine gelince pek olabilir gibi görülmüyor.  Sonrasında Osmanlı tarafından tekrardan çok uğraşılan fakat tamamına erdirilemeyen  Romanın “Bizim Deniz”i birliği benzerinin, bugün bu denizin her bir yönündeki keskinleşmiş çelişkileri gördüğümüzde ve şartlar doğrultusunda pek mümkün olamayacak gibi..  

Bölgemize vardığımızda bir kez daha fark ediyoruz ki Bizler bazı şeylerin belki de pek farkında değiliz nedense. Acep rıza neticesi kabul ettiğimiz eğitim sistemleri dolayısıyla mı? Yoksa Cihan Devleti kalanlarından olmamız nedeniyle mi? Yoksa Anadolu’nun içine gönüllü kapanmışlığımızdan mı? Anlaşılamaz. Yüzümüzü uzak Batı’ya veya uzak Doğuya çevirmeden önce, biraz komşularımıza baktığımız da; mesela, bin küsur yıllık Pers İmparatorluğu devamı İran. Bugün bu salgın hastalık nedeniyle en çok ızdırap çeken bir komşu. Kaçar hanedanı sonrası Pehlevi sülalesi ve sonrasında da İslam Devrimi süreçlerinde hep baskı ve zulüm altında yaşamış olan bu kadim topluluk engin kültürüne rağmen hala kurtuluşuna ulaşamamış. Yetmiyormuş gibi bu salgından en çok etkilenen ülke. Şimdi, acaba Hegemon gücün Ortadoğu’daki iktidarının zafiyete uğraması ihtimalindeki durumu ne olacak? Bu millet Irak savaşı felaketine katlandı, bu millet ambargoya dayandı ve şimdi de salgın hastalığa direnmeye çalışıyor. Bu devletin ana gelir kaynağı ham petrol fiyatları tarihin en düşük seviyelerinde, dolayısıyla sosyal devlet niteliği de mali açıdan neredeyse imkansız. Bütün bunlar yanı sıra Tahran’a 3 bin kilometre uzakta Tiran yakınlarında 3 bin civarı İranlı toplandı, bir muhalif cephe oluşturuldu ve son derece aktif olarak çalışıyorlar, bakalım neler olacak?

Tabii ki nispeten daha müreffeh durumdaki bizler ise tarıma, hayvancılığa dönme yani tekrardan kendi kendine yetebilen ülke durumuna ulaşma gibi konuları düşünüyoruz. Aynı zamanda da daha siyasi tarihini tam yazamamış bir ülkenin vatandaşları olarak kültür kavramı ile medeniyet kavramının birlikte ele alındığı bu dünyada yitirdiğimiz kültürel düzeye nasıl tekrardan ulaşabileceğimizi hayal ediyoruz.

Sağlıklı günler dileklerim ile.