BÜTÜN KUŞLARI 'GÖRDÜK', SIRADA BİR LEYLEK KALDI

Alican DEĞER 18 Nis 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Turizmden bahsediyorum. Saydığım tüm bu özelliklerini tartışacak değilim. Benim derdim biraz az para kazanmaya başladıkları an, ellerini bizim ceplerimize atmaya çalışmaları.

 

Önemli sektör, tamam

İstihdam yaratıyor, eyvallah

Döviz getiriyor, başımızın üstünde

Turizmden bahsediyorum. Saydığım tüm bu özelliklerini tartışacak değilim. Benim derdim biraz az para kazanmaya başladıkları an, ellerini bizim ceplerimize atmaya çalışmaları.

Komünist bir ülkede miyiz? Veya 1978’e mi döndük?

Olayı biliyorsunuz, bir iki ufak tefek kriz sonrası turizmciler bağırınmaya başladı. Sanki çok kar ettiklerinde paralarını bizle paylaşıyorlarmış veya Türk vatandaşlarına ucuza oda veriyorlarmış gibi zararlarını karşılamamızı istiyorlar. Aslında doğrudan bunu söylemeye utanıyorlar da, sağ kollarını kafalarının ardından dolayıp sol kulaklarını gösteriyor ve bir yandan da göz kırpıp “Anlarsın ya” diyorlar. Türk insanı maalesef kendi ülkesinde tatil yapmak istediğinde kötü muamele görür. Yabancı tur operatörleri en güzel otelleri üç kuruşa kapatır. Biz tatile gitmek istediğimizde dünyanın fiyatını çekerler. Neredeyse yabancı tur operatörlerinden Türkiye’de tatil paketi alacak hale geldik. Onlar bizden çok daha ucuz. İsterseniz bir deneyin. Herhangi bir yabancı rezervasyon sitesine girin, herhangi bir Bodrum veya Antalya otelinden oda fiyatına bakın. Sonra oteli telefonla arayıp aynı tarihe fiyat isteyin. Sizi nasıl kazıklıyorlar görün. Yabancı siteye ucuz fiyat ve komisyon verirler, bize yolunacak kaz muamelesi yaparlar.

Bahaneleri de hazırdır: “Onlar önceden toplu alım yapıyorlar.” Biz gelecek kaygısıyla yaşayan bir halkız, bir hafta sonra ne olacağımız belli değil, nasıl 6 -7 ay sonrasına tatil programı yapabiliriz. Tatil yapabilecek durumdaki vatandaşım da, fiyatları karşılaştırdığında bakıyor ki yurtdışına gitmek çok daha ucuz. O yüzden hiç uğraşmıyor bile. Atlıyor uçağa istediği yere gidiyor. İşte bu durum otel sahiplerimizi germiş. Bunun engellenmesini, yani bizim zorla onların müşterisi olmamızı istiyorlar. Eh, bu devirde yasak da koyulamayacağına göre başka çareler öneriyorlar. Yurtdışına çıkışlarda Türkiye’nin eski kötü günlerinden kalma bir uygulama var. Çıkış harcı.

“70 cent’e muhtaç olduğumuz” zamanlarda “Yılda bir kez yurt dışına çıkılabilir” gibi saçmalıklar da vardı. Bu onun ıslah edilmiş hali. Önceleri yüksekti, sonra düşürüldü. Şimdilerde sadece 15 lira olduğu için kimse ses çıkarmıyor. İşte gözünü diktikleri bu para. Aslında, borç erteleme, vergi indirimi, teşvik diye uzayan bir dizi istekleri de var. Bunların dışında diyorlar ki, “Biz zor durumdayız. Bunun için yurtdışına çıkış harcı 200 dolar yapılsın.” Kazanılan para Türkiye’nin tanıtımına harcansın. Türkçesi, “Vatandaş yurtdışına çıkarken 600 liraya yakın para veremeyeceği için, zorla bize gelsin. Parayı biz kazanalım.” Bir de ‘ama’ları var: “İşadamlarından değil, sadece turist olarak çıkacaklardan alınsın” diyorlar. Yani, şirketi olan ‘iş için gidiyorum’ ayağına istediği yere 15 liradan gidecek, bordrolu çalışanlar ise 600 milyona yakın para ödeyecek. Ne güzel…

Bu isteklerini geçenlerde Maliye Bakanı Naci Ağbal’a ilettiler. Allah’tan, Bakan hiç bir değerlendirmede bulunmadı. Ağbal, “Turizm sektöründe olanlara gözümüz kapatmış değiliz. Bir takım önlemler aldık, gerekirse ek önlemler de alabiliriz” dedi.  Bu açıklama gözünü bizim cebimize ve seçme hakkımıza dikmiş turizmcileri tatmin eder mi bilmem. Ama benim sayın Ağbal’a çağrım var. “Sayın Bakan, ne olur bu isteği ciddiye almayın.”

Halimiz bu

Fıkralar hep böyle başlar ya.

Bir Fransız, Bir İskoç ve Bir Türk aynı otomobil içinde giderken kaza geçirmişler ve ölmüşler.

Öbür tarafta kapıya geldiklerinde görevli melekler bir bakmış ki üçünün de vadesi dolmamış. Yanlışlık yapılmış.

Üç arkadaşa demişler ki: “Sizi geri göndereceğiz. Ama bu işin bir maliyeti var. Fransız ile İskoç için biner avro, Türk için bin lira. Bunu verin, hemen geri gönderelim. Fransız hemen ödeme yapmış. Hoop kaza yapan aracın yanına geri gönderilmiş. Tutumluluğuyla tanınan İskoç, bir iki pazarlık etmiş. Bakmış olmuyor. Ödemiş parayı. O da arkadaşının yanına gönderilmiş. İkisi birlikte Türk arkadaşlarını beklemeye başlamış. Fakat ne gelen var, ne giden. Bir saat, beş saat, bir gün. Merak içinde kalmışlar. “Hadi” demişler, “Gidip bir bakalım. Nerede kaldı bu?” Geriye dönmüşler. Bir bakmışlar ki Türk hala Cennetin kapısında duruyor. Ve bağırınıyor: “Ben bu parayı ödemem. DEVLET ÖDESİN”

Benim çılgın projem

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan iken açıklamıştı, “Çılgın Proje”yi.  Ne olduğunu iyi biliyorsunuz. O yüzden detaya girmeyeceğim. İstanbul’a Karadeniz’den Marmara’ya bir kanal açılması planlanıyor.  Anlatacağım şey bu proje ile ilgili değil. Ben kendi ‘çılgın proje’mden bahsedeceğim. Benin önerim, İstanbul’un sur içinde kalan tarihi yarımadasının tümüyle boşaltılması.Tarihi İstanbul’un ortaya çıkarılması. Dünyanın en büyük iki imparatorluğuna başkentlik yapmış bir bölgeden bahsediyoruz. Eminönü’nün ara sokaklarında kaybolmuş, amaç dışı ve kötü bir şekilde kullanılan yüzlerce Osmanlı yapısı bulunuyor. Toprağı biraz kazsanız tarih fışkırıyor.

Şöyle bir düşünün. Hadi suriçinin tümü değil, öncelikle Aksaray’dan, Sarayburnu’na kadar olan bölge, bütün işyerlerinden, çirkin beton yığınlarından temizlense. Buralara rekreasyon alanları, turizm merkezleri, oteller, konferans salonları yapılsa. Bütün tarihi eserler görünür hale getirilse. Bundan kim kazançlı çıkar? Tabii ki biz. Önce Doğu Roma sonra Osmanlı’yı beslemiş bu alan tümüyle bizi de kucaklamaz mı? Ortaya çıkacak dev kültür ve turizm merkezi kısa sürede yapılacak tüm kamulaştırmaların masrafını karşılayıverir. Üstelik böylesi bir projeye dış finansman desteği bulmak da çok kolay olacaktır. Hatta zaman sınırı olan kullanım hak devirleri ile özel sektöre bile yaptırılabilir. Büyükşehir Belediyesi, ortaya koyduğu planların uygulanmasını denetler. Belki bu arada kendi binasına da başka bir yer bulur. -)) İşte nacizane benim ‘çılgın projem’ de bu.