BÜTÇE AÇIĞININ MONETİZASYONU

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
T.C. Merkez Bankası 20 Ocak günü Olağanüstü Genel Kurulu'nu yaparak 2019 kârını Hazine'ye aktarma kararı aldı.

Bugün yeniden konvansiyonel iktisat konularına dönüyorum. Konumuz para basarak bütçe açığının kapatılması anlamına gelen “bütçe açığının monetizasyonu”. Öncelikle son gelişmeyi paylaşayım…

T.C. Merkez Bankası 20 Ocak günü Olağanüstü Genel Kurulu’nu yaparak 2019 kârını Hazine’ye aktarma kararı aldı. Merkez Bankası’ndan şu açıklama yapıldı: “2019 yılı dönem kârı üzerinden kâr payı avansı ödenmesine ve 2018 yılı kârından ayrılan ihtiyat akçesinin dağıtılmasına karar verilmiştir.” Merkez Bankası, böylece 35,2 milyar Türk Lirası kâr payı avansı ile 5,3 milyar Türk lirası ihtiyat akçesinin hissedarlara (aslan payı Hazine’ye olmak üzere) dağıtımına başlandığını da açıkladı. Geçen sene de buna benzer bir karar alınmıştı.

MERKEZ BANKASININ KÂRI NEDİR VE NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?

Merkez Bankası’nın hemen hemen hisselerinin tamamı Hazine’nindir. Bu da doğaldır. Merkez Bankası kâğıt üstünde bir şirket olduğu için her sene genel kurul toplar. Yine her şirkette olduğu gibi bilançosunda kâğıt üstünde bir kâr görünür. Ancak bu gerçek anlamda bir kâr mıdır? Hayır, Merkez Bankası gerçek anlamda kâr etmez. Çünkü kâr, bir firmanın üretip satabildiği mal veya hizmetlerin karşılığında elde ettiği paradan (firmanın cirosu yani satış geliri) yine mal ve hizmetlerin üretimi ve satışı sırasında yaptığı masraflar (satılan malların maliyeti) çıktığında cebinde kalan paradır.  Pekiyi Merkez Bankası ne üretiyor? Nakit para… Hem de bu nakit para üretiminde tekel konumundadır. O zaman bu kâr neyin kârıdır? Yıl içinde yaptığı döviz işlemlerinde kur farklarından dolayı hesaplarda görülen fazlalıklar bu kârın temelini teşkil eder. Yine benzeri şekilde açık piyasa işlemlerinden elde ettiği fazlalıklar da kâğıt üzerinde Merkez Bankası’nın hanesine yazar. Özellikle kriz zamanlarında görevini ifa eden bir Merkez Bankası kâr etmek zorundadır. Nasıl mı? Anlatayım…

Cari hesap açığına dayanan ve aşırı dış borç birikiminden kaynaklanan bir kriz anını düşünün. Tıpkı Ağustos 2018’de olduğu gibi… Bu durumda döviz kurları aşırı artış gösterecektir. Döviz kurlarındaki artışı frenlemek için Merkez Bankası piyasaya döviz satarsa, bu durumda krizden önce ucuz kurdan topladığı dövizleri pahalı kurdan satacaktır. Bu ise Merkez Bankası’nın kârı olarak bilançosuna yansır. Gerçekte ne olmuştur? Gerçekte Merkez Bankası kur artışını engellemek için para arzını kısmıştır.

Yine Merkez Bankası herhangi bir sebeple piyasa faizlerinde ciddi bir artış olduğu durumda da piyasaya müdahale edebilir. Faizlerin artması borsada bir çöküşe yol açacağı gibi, aynı zamanda, devlet tahvillerinin fiyatlarında da sert bir düşüşe yol açabilir. Bu durumda Merkez Bankası daha önce yüksek fiyattan piyasaya sattığı hisse senetleri veya devlet tahvillerini bu sefer ucuz fiyattan satın alacaktır. Bu da kendi hanesinde kâr olarak görünür. Ancak… Aslında Merkez Bankası piyasada oluşan nakit kıtlığını gidermek için piyasaya yeni para arz etmiştir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Merkez Bankası sıradan bir firma değildir. Kârı da sıradan bir firma kârı sayılamaz. Merkez Bankası’nın kâr ettiği dönemler de, her zaman, ya döviz kıtlığı ya da nakit kıtlığı olduğu dönemlerdir.

Pekiyi, Merkez Bankası gerçek anlamda kâr etmiyorsa, kârlarını hazineye aktarması ne anlama geliyor? Pratikte bu durum, Merkez Bankası’nın Maliye Bakanlığı’nın toplayamadığı vergilerden kaynaklanan açığını (Bütçe Açığı) para basarak kapatması anlamına gelir. Nokta.

BÜTÇE AÇIĞININ MONETİZASYONU DOĞRU BİR POLİTİKA MIDIR?

Özellikle kriz dönemlerinde Merkez Bankaları kamu açıklarını kapatacak politikalar uygulayabilir. Bu politikaya yanlış denemeyeceği gibi doğru da denemez. Çünkü iktisat politikaları mucizevi sonuçlar üretmez. Her politikanın topluma ve vatandaşlara olumlu yansıyan sonuçları olduğu gibi olumsuz yansıyan sonuçları da bulunur. Mucizevi sonuçları ancak Star Wars serisinde Jedi şövalyelerinin elinden ya da Yüzüklerin Efendisi serisindeki sihirli yüzüklerde görebilirsiniz. Ancak gerçek hayatta mucizeler yoktur. Her ilacın yan etkisi olduğu gibi her politikanın da avantajı yanında dezavantajları da vardır. Yukarıdaki açıklamalar derslerde öğrencilere bahsettiğimiz basit gerçeklerdir. Öte yandan para basılarak bütçe açığının finansmanı Türkiye ekonomi tarihi açısından ne ifade eder? Kısaca bu soruyu da cevaplayayım.

1985 yılında Özal Hükümeti İç Mali Liberalleşme Hamlesini başlattı. Bu ne demekti? Merkez Bankası’ndan Hazineye verilen avanslar kaldırıldı. İMKB (bugünkü BİST’in ilk adı) kuruldu ve özel bankaların faizleri serbest bırakıldı. Bu Türk özel finans sektöründe sermaye birikimi yaratmak ve uluslararası kriterlere uygun bir bankacılık sektörü oluşturmak için uygulanmış bir politikaydı. Bugün dünyadaki birçok ekonomide Merkez Bankaları’nın para basarak bütçe açığını finanse etmesi pek de tercih edilen bir yöntem değildir. Merkez Bankası bugün kâr payı dağıtma adı altında aslında, bütçe açığını monetize etmektedir.

BÜTÇE AÇIĞININ MONETİZASYONUNUN AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARI

İlk önce avantajlarından bahsedelim. Dışa açık bir ekonomide bütçe açığının monetizasyonu, kamu harcamalarının ihracatı dışlamasını önler. Şöyle ki, dışa açık bir ekonomide bütçe açığı hükümetin bankalara tahvil satarak borçlanmasına, bu da faizlerin yükselmesine neden olur. Artan faizler nedeniyle hem yerli firmalara kredi imkânları azalacak hem de yurt dışından gelen sıcak para ile döviz kuru düşeceği için ihracatın reel değeri azalacaktır. Bu politikayla hem ihracattaki olumlu seyir devam eder hem de bankacılık kesiminin özel sektöre kredi imkânları artar. Kısa dönemde ki, bu da 6 ilâ 9 ay arasındadır, milli gelir büyümesi bundan olumlu olarak etkilenir. Yani 2020 yılı Mart ve Haziran aylarında açıklanacak büyüme oranlarının pozitif olma ihtimali artmıştır. Bazı batık firmaların ve kredi ödeme güçlüğünde olan bazı tüketicilerin nakit sıkıntısı da bir ölçüde hafifleyecektir.

Öte yandan bu politikanın dezavantajları da vardır. Yaz aylarından itibaren enflasyon %20’lere doğru çıkma eğilimine girebilir. Bu ise vatandaşın azalan reel satın alma gücünde daha fazla bir düşüş anlamına gelecektir. Öte yandan bizim görüp de burada yazdığımızı uluslararası firmaların görmemesi mümkün değildir. Enflasyon artışı öncesinde ülkeden sermaye kaçışı git gide hızlanan bir şekilde artabilir; bu olmasa bile yaz aylarında artışa geçen enflasyonla birlikte kurların artması da kaçınılmaz hale gelir.

Sonuç olarak bu politikanın – eğer dönem içinde aksi yönde bir politika uygulanmazsa- kısa dönemde (yaz aylarına kadar) geçici bir rahatlama ama uzun dönemde (yaz aylarından yıl sonuna kadar) enflasyon ve döviz kurlarında artışla birlikte vatandaşın geçim sıkıntısında da bir artışa yol açacağı söylenebilir. İzleyip göreceğiz.