BU ŞIMARIKLIĞI KALDIRACAK ALTYAPIMIZ YOK 

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Şu mesnetsiz cümleleri duymuşsunuzdur: "Avrupalılar emekli maaşıyla dünyayı geziyor", "Amerikalı gençler dünya turu yapıyor".

Şu mesnetsiz cümleleri duymuşsunuzdur: "Avrupalılar emekli maaşıyla dünyayı geziyor", "Amerikalı gençler dünya turu yapıyor".

Bu ve benzeri cümleler Batı hayranlığının ve kendi vatanına güvensizliğin en çabuk dışa vurulduğu cümlelerdir. İşin kötüsü de bu gibi cümleleri kuranların hayran oldukları Batı’yı bilmemeleridir. “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” mantığıyla kendi sâhip olduğu dışındaki her şeyi daha değerli zannetme hastalığının bir türüdür. 

Bu cümleleri söyleyenler, kulaktan dolma bile olmayacak kadar içi boş cümleleri dillendirirken en temelde şunu demek isterler: "Her şeyi istiyoruz; hemen istiyoruz ve bunun için hiçbir emek ve gayret göstermek istemiyoruz." Yine bir özdeyişle söylemek gerekirse “davulun sesi uzaktan hoş gelir” veya “dışı seni yakar içi beni.” Hayran oldukları Batı dünyâsı – yâni Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) ülkelerini sâdece filmlerde, dizilerde, belgesellerde görmüşlerdir. Bir zamanlar çok moda olan Brezilya dizilerinde bütün Brezilya halkının malikânelerde yaşadığını ve hiç çalışmadan lüks için yüzdüklerini göstermeleri işin abartısıydı ama hiçbir Hollywood filminde ya da dizisinde New York’un, Şikago’nun, Las Vegas’ın, San Fransisko’nun arka sokakları gösterilmez. Londra, Paris, Roma, Madrid, Münih, Atina, Amsterdam sanki tamamen bir turizm cennetidir.

Oysa hemen hemen bütün Avrupa şehirlerinde bir sonraki gün mesâi varsa hayat saat 20’de biter, çünkü aksi takdirde sabah erken kalkmak mümkün değildir. Oysa filmlerde ve dizilerde “gece hayâtı” hiç hız kesmez. O kadar ki Frank Sinatra’nın “New York New York” şarkısında New York şehri “hiç uyumayan şehirde uyanmak istiyorum” (I wanna wake up in the city that never sleeps) sözleriyle pazarlanır. 

Onların kendilerini böyle göstermesi çok normaldir. Biz de kendimizi böyle göstermeliyiz. Ama gerçek hayattaki beklentileri yurt dışına göre ayarlayıp yurtdışını da filmlerdeki gibi zannedince yakın zamanda yaşanacak olan hayâl kırıklıkları kaçınılmaz oluyor. Çünkü bu kişilerin yaşamak istedikleri hayâtın nelere mâl olduğunu, bu hayâtı yaşamak için nelerin yapılması ve nelerden ferâgat edilmesi gerektiği, elde edilen avantajları değerlendirmek için nasıl bir altyapı gerektirdiği söylendiğinde yine kulaktan dolma şu cümle dillerinden dökülüyor: "Bize fırsat verilmiyor."

İşte fırsat

“Fırsat” kelimesi reklamlarda çok kullanılır. Dolayısıyla suistimâle ve taraflı kullanıma çok müsaittir. Reklamların kullanıcıların değil de üreticilerin yâni reklam verenlerin menfaatlerine hizmet ettiği gerçeğini göz önüne getirdiğimizde, birilerinin beklediği “fırsat” hiç de kolay elde edilmiyor.

Onların "fırsat" zannettikleri şey ise önlerine kırmızı halı serilmesidir. Fırsat verilmesinden kastettikleri bir elleri yağda bir elleri bal yaşamaktır. Özellikle üniversite gençlerimizin birçoğu kendilerini Amerikalı gençlerle kıyaslıyorlar. Amerikalı gençlerin dünyâyı dolaştığını söylüyorlar ama neredeyse  hiçbirinin pasaportu yok. Pasaport almanın kaç gün sürdüğünü bile bilmiyorlar. Neredeyse telefonla sipariş edilip eve getirilen hamburger gibi kolay alındığını düşünecekler.

Ayrıca örneğin Amerika Birleşik Devletleri pasaportunun Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna karşı vize avantajından hiç haberleri yok. "Vize" kelimesini duyunca "üniversite sınavı" zannedenler kendilerini ABD’li gençlerle kıyaslıyor. Tabi ABD’li gençler gibi dünyâyı gezmek isteyen gençlerimizin yabancı dil yeterliği ise çok zayıf.

Bir kere "fırsat tanınmıyor" diye yakınan gençlerden oluşan bir grupla konuşurken şöyle bir kurgusal fırsat ortaya attım. Onlara kırk sekiz saat içinde pasaportlarını getiren on kişiyi bir ay içinde yurt dışına bir geziye götüreceğimi söyledim. Ama bu gençler içinde pasaportu olan hiçkimse yoktu. Dolayısıyla karşılarına çıkacak gerçek bir fırsatı değerlendirmeleri için gereken asgarî altyapı olarak pasaporttan bile mahrumdular.

Daha sonra bir kurgusal soru daha sordum. Bir halkla ilişkiler şirketinde yarı zamanlı müşteri temsilcisi olarak beş kişi arandığını, iş tanımında ofis dışında çalışmak olduğu ve araba tahsis edileceğini farz edelim dedim. Gruptaki gençlerin hepsi için câzip bir işti. Ama on sekiz yaşını geçeli en az iki sene olmasına rağmen iki kişi hâriç hiçbirinin sürücü ehliyeti yoktu. 

Gençlerden biri “Hocam iş olsun ehliyeti alırız” diye kendince savunmacı bir cümle kurdu. Ama ehliyet almanın için en az üç ay sürdüğünü ve hiçbir işyerinin bu kadar beklemeyeceğini söylediğimde cevap veremedi.

Fırsat altyapı ile değerlendirilir

Maalesef bir pasaport ve ehliyet örneğinde çuvallayan gençlerimiz, ne olduklarını bilmedikleri “girişimcilik” hayâlleri kurmaktadır. Girişimcilikte de başarı oranının binde sekiz olduğu ve bu sekiz başarılı girişimcinin de ikinci ya da üçüncü denemesi olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.

Hiçbir altyapıya sâhip olmadan, hiçbir hazırlık yapmadan, cep telefonuna ücretsiz uygulama indirir gibi âilesinden, çevresinde ve en çok da devletten “fırsat” isteyen gençlerin gerçeği görmek için yaşamaları gereken tecrübeler hiç de tatlı olmayacak. O acı tecrübeleri yaşadıkları ise – eğer şansları varsa ve iş işten geçmiş – değilse bu fırsat beklentilerinin züğürt şımarıklığı olduğunu anlayacaklardır. Fakat o zamanda bile ancak bu günleri kendilerini geliştirmek ve fırsatları değerlendirebilecek hâle gelmek için harcayanların kurdukları işlerde tâli öneme sâhip mevkilerde iş bulabilirler.