BU DÜNYÂNIN ESKİSİNİ VERİP YENİSİNİ ALAMIYORUZ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Korkulu rüyâlardan uyandığımızda, her şeyin bittiğini anlayıp rahatlarız.

2021’in, yâni birkaç hafta veya en fazla birkaç ay boyunca “yeni yıl” olarak anacağımız yılın ilk günlerini yaşıyoruz. Ama “eski” olan her şeyin kötü ve olumsuz ama “yeni” olan her şeyin olumlu ve iyi olduğu gibi bir ön kabûl sebebiyle, 2021 yılından da birçok olumlu ve “iyi” beklentimiz var. Bu beklentilerin başında, 2020 yılından yaşadığımız küresel salgının bitmesi geliyor. Ama sanki her şeyden sorumlu bir varlıkmış gibi düşünüp sebep olduğuna inanmak istediğimiz 2020 bitince, son bir yıl içinde yaşadığımız bütün sorunlar da, 2020 ile birlikte gidecekmiş gibi bir yanılgı içindeyiz. Elbette bunun öyle olmadığını mantığımız biliyor ama, duygusal tarafımız böyle inanmak istiyor. (Not: 2020’de güzel şeyler de olmuştur ve bu güzellikleri kabul etmek istemeyenleri de görüyoruz)

2020 bir rüya değildi

Korkulu rüyâlardan uyandığımızda, her şeyin bittiğini anlayıp rahatlarız. 2020’nin de kötü bir rüya olduğuna ve bitince kâbustan uyanmak gibi her şeyin biteceğine inanmak isteyenler bir hayli fazla. Ama bu böyle olmayacak, çünkü bu dünyâyı paylaştığımız diğer canlılar için ne “2020 yılı” diye özel bir zaman dilimi, ne de “felâketler dizisi” diye bir şey var. Hatta dünyâyı, yâni yaşamak için başka alternatif olmayan bu gezegeni yaşanmaz hâle getiren tek canlı olan insan dışında, diğer canlılar, alınan kısıtlama kararları vesilesiyle atmosferin, okyanusların ve denizlerin hissedilir derece temizlenmesinden olumlu etkilenmiş durumdalar. Hatırlarsanız, 2020 bahar aylarında ağaçların yaprakları daha yeşil ve sular daha mâvi idi.

Ancak tek yaşam alanı olan dünyâyı bu hâle getiren biz insanlar için, durum hayvanlar ve bitkiler için olduğu kadar iç açıcı ve umut vâdedici değil. 2020 nisan-haziran aylarında yaşanan kısıtlamalarla eve kapandığımızda herkesin ağız birliği etmişçesine söylediği “sağlık her şeyden önemliymiş” sözü, yaz aylarında plajlarda, düğünlerde ve kutlamalarda yapılan sorumsuzluklar sebebiyle unutulup gitti. Ekonominin hem ulusal hem de küresel boyutta ağır yara almasına sebep olan bu kaçınılmaz kısıtlamalar sebebiyle yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz, birkaç gün içinde unutuldu. Bunun sonucunda da ülke olarak günlük binleri aşan vaka sayısı ve 200’den aşağı inmeyen hayat kaybı sayılarını görmez durumda kaldık.

Ders aldık mı?

Bunca yaşananlardan, henüz yaşamaya devam ettiğimiz hâlde, ders aldık mı? Olumlu yönde davranış değişikliği örnekleri görüyor muyuz? Normalde on yılda geliştirilen aşılar, bir yıldan az bir sürede geliştirilip kullanıma hazır hâle getirilirken, biz davranışlarımızı bunca ay içinde biraz olsun düzeltmiş olduğumuz konusunda dürüst cevap verebiliyor muyuz? Bu ve bu bağlamdaki soruların cevapları maalesef koca bir “hayır”.

“Bozucu azınlık” daha etkili!

Eskilerin tâbiriyle birçok şey “eski tas, eski hamam”. Dünyâda “ezici çoğunluk” değil ama “bozucu azınlık” onca fedâkârlığı boşa çıkarma konusunda vurdum duymazlıktan tâviz vermiyor. Bir bardak temiz suyu içilmez hâle getiren bir damla pis su gibi, onca şey birden hiç yapılmış, onca tedbir hiç alınmamış ve ekonomik dar boğaz yaşanmamış gibi durum ortaya çıkıyor. Maalesef doğanın dengesinin korunması konusunda demokrasi işe yaramıyor ve çoğunluğun değil azınlığın yaptıkları daha etkili oluyor.

Eskiler “kötü”, yeniler “iyi”

Özellikle özel televizyon ve radyo kanallarının tek gelir kaynağı olan reklamlar, her zaman üreticinin menfaatine yapılmasına rağmen, tüketicinin yarârına yapılıyormuş gibi gözüktüğü için, birçok insan reklamlarda duyduğu slogan ve cümleleri gerçek zannediyor. Bu, seyrettiği film ya da dizilerdeki olayları gerçek zannetmekten daha kötü bir durumdur.

Reklamlarda hem gözümüzü hem de kulağımıza sokulan şu cümleler artık, bizi şaşırtmayacak kadar normal hâle geldi: “Eskisini getirin yenisini götürün”, “Eskisini peşinâta sayalım, yenisini üç ay sonra ödemeye başlayın”, “Daha beyazlatıcı yeni formül”, “Yenilik herkesin hakkı”, “Şimdi alın sonra ödeyin”, “Yeter ki siz isteyin”, “Herkes yeni modelin peşinde”, “Size özel yenilikler”, “Yeni yüzümüzle hizmetinizdeyiz”.

Bütün bu “yeni” vurgusu, tüketici diye adlandırılan kitlede eskiye karşı olumsuz bir tavır oluşturuyor. İşe yarasa bile, yenisi tercih ediliyor. Kişiler, eski veya eskimiş olduğunu düşündükleri kendi yüzlerine bile tahammül edemiyor. Eskiyi hatta bir önceki seneyi hatırlatan ne varsa yok edilen hedef olarak görülüyor. Sosyal medyadaki eski paylaşımları sürdürmek ya da sürdürmemek konusunda, sosyal medya platformları eski paylaşımlarımızı hatırlatıyor.

Yeryüzünün kırışıklıklarını hangi krem giderir?

Bizler “eskimediğimizi göstermek” ve hâlâ kabul gördüğümüzü ispat etmek için, kendimizi onca kozmetik ürüne teslim edebiliriz. Bununla da yetinmeyip göz önünde olan yerlerimiz öncelikli olmak üzere, tüm vücûdumuzu estetik cerrahların doymak bilmez iştahlarına teslim edebiliriz. Bütün bunların sonucunda yenilendiğimizi zannedebiliriz. Girdiğimiz ameliyatta bıraktıklarımız tıbbî atık hâline gelebilir ve biz aynanın karşısında kendimizi “yeni ve iyi” hissedebiliriz.

Ama biz bu dünyâda yalnız değiliz ve yaptığımız yanlışlıklar ve sorumsuzluklar yüzünde, dünyâmız da “eski” hâle geliyor. Yaşlı olsa da yaşamaya devam edecek kadar kendini yenileyebilen dünyâmızın dengesini bozarak, onda geri dönülmez kırışıklıklar oluşturduk. Aldığımız önlemler “yaşlanma etkisini azaltacak kremler” kadar etkili değil ve çoğu göz boyamadan ileri gidemiyor. Afrika’da açlık sınırında yaşayan bir çocuğu kurtarınca dünyâda hiçbir aç kalmamış gibi davranan medyatik isimler, vehâmetin kutupları ve yağmur ormanlarını aşıp metropollere ulaştığını gizlemekte yetersiz kalıyor. 

Mars veya başka gezegenleri yaşanabilir hâle getirmek hayâlleri, henüz proje bile değil, birer fantezi iken bizler reklamlarla şartlanarak her şeyin eskisini verip yenisini alabileceğimizi zannediyoruz ve dünyâmızı verip yenisini alamayacağımız gerçeğini görmezden geliyoruz.

Hâlâ içinde ve pençesinde olduğumuz küresel salgının gösterdiği hızlandırılmış gerçeklere hazır olmadığımızı sâdece yakınarak ve suçu seviyesiz siyâset tavrıyla başkalarına atarak gösteriyoruz.

Nasihat devri artık bitti

Büyüklerimizin verdiği nasihatlerin doğru olduğunu, başımıza musibetler gelince anlarız. Vücûdumuzdaki ağrı ya da sızıları dikkate almak ölümcül hastalıklara karşı bir erken teşhis olabilir. Ama küresel salgın başta olmak üzere son yıllarda yaşadıklarımız ve dünyâmızın verdiği sinyaller sorunun çok büyük olduğunu ve erken teşhis şansının maalesef kaçırıldığına işâret ediyor.

Şunu bilmeli veya biliyorsak hatırlamalıyız ki, biz insanlar dünyâdaki ekolojik dengede olumlu hiçbir katkısı olmayan tek canlılarız. Dünyâ biz üstünde yaşamadan önce de vardı ve biz yok olursa da var olmaya devam edecek.