BÖYLE KONULARIN ŞÜYUU, VUKUUNDAN BETERDİR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Son bir haftadır ülkemizin gündemi tam da böyle bir durumdadır. Ülke gündemini gereksiz yere meşgul eden iki konu var: Darbe söylentisi ve Gezi olayları.

Bilmeyenler vardır diye açıklayarak başlayalım. Başlıktaki atasözü, bir olayın söylentisinin çıkmasının, gerçekten olmasından daha kötü olduğu anlamına geliyor. Gerçekten olsa, tespit ve teşhis edip çözüm bulunabilecek bir şey,  “olmuş gibi” yapılıp gerçekmiş gibi algılandığında ise, olmayan bir hastalığın imkânsız tedâvisine benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Mesele “karanlıkta göz kırpmak” ya da “kör dövüşü” benzeri bir hâl olmaktadır.

Son bir haftadır ülkemizin gündemi tam da böyle bir durumdadır. Ülke gündemini gereksiz yere meşgul eden iki konu var: Darbe söylentisi ve Gezi olayları.

FETÖ’nün sosyal gırtlağımıza taktığı “darbe kılçığı”, toplumsal belleğimizi meşgul ediyor. Darbe söylentileri, bilgisayarda açık kalan uygulamaların bilgisayarın çalışmasını yavaşlatması, hatta engellemesi gibi, sosyal enerjimizi israf etmemizi sebep oluyor. TSK, sınır ötesi operasyonlar sebebiyle teyakkuz hâlindeyken, kurmay kadro, siyâsete karışmak yerine aslî görevi olan iç ve dış güvenlik konularında çalışırken, yabancı istihbarat teşkilatlarınca finanse edilen “sözde” düşünce kuruluşları, yazdıkları yanlı ve kasıtlı raporlarla “darbe kuluçka merkezi” gibi çalışıyorlar.

15 Temmuz hâin darbe girişiminde FETÖ’nün hedefinde olan dönemin genel kurmay başkanı Hulusi Akar, üniformasını çıkarıp Millî Savunma Bakanı olarak sivil siyâset yaparken, ABD’de yapılan raporlarla kendisine darbe için göz kırpılıyor ve “arkandayız” mesajı veriliyor. TSK’daki cunta kültürü ölüm döşeğinden kaldırılıp yeniden postallarıyla sivil hayâtın sırtına çıkması isteniyor.

Söz vücut bulur

Anadolu irfânında halkın diline yerleşmiş olan “söz vücut bulur” ifâdesi sebebiyle yataktaki hasta bile hâli sorulduğunda “iyiyim” diye cevap verir. “İyi diyelim iyi olsun” sözünü söyleten irfan kültürü, diğer taraftan kötü sözün gerçekleşmesinin de önüne geçer.

Ancak yapacak işi olmayıp mahalle kahvesinde pineklerken “devlet kurtaran” vatandaşın ağzına malzeme veren bu tür söylentiler, belâyı çağırma kabilinden işlev gören sosyal bir zehirdir. Ne yazık ki, bu zehrin panzehiri de yoktur.

Darbe virüsü

Zaman zaman kamuoyunun gündemine getirilen darbe söylentileri, olumsuz düşünmeye eğilimli belli kesimlerde “olacaksa olsun, bitsin” havası oluşturmaktadır. 28 Şubat Post-modern darbesi, “demokrasiye balans ayarı” şeklinde yapıldıktan sonra, askerî darbeler döneminin bittiğini zannediyorduk ama darbe virüsü kendini geliştirdi ve 15 Temmuz’u yaşadık. Ancak 15 Temmuz, ölüm döşeğindeki bir hastanın son saatlerinde birden canlanması gibi, FETÖ’nün yapabileceği son hareket oldu.

Fakat 15 Temmuz, daha önceki darbe girişimlerinin başarısız olması sebebiyle “klâsik darbe” yöntemine geri dönüldüğü için oldu. Oysa 17-25 Aralık Yargı Darbesi girişimi başarılı olsaydı, FETÖ’nün askerî darbe girişimine gerek kalmazdı. Ancak 17-25 Aralık da daha önce denenen başka türdeki bir darbenin başarısız olması sebebiyle yapılmaya çalışıldı.

Gezi Darbe Ayaklanması

Gelelim gündemi meşgul eden Gezi olaylarına. 17-25 Aralık Yargı darbesinin yapılmasının sebebi de Gezi Parkı Ayaklanması’ndaki darbe hedefine ulaşılamamasıdır. Gezi parkı ayaklanmasında istedikleri olsaydı ve hükûmet istifa edip gitseydi, 17-25 Aralık’a gerek kalmayacaktı. Tüm Türkiye’deki eylemlerde yakılan kamu araçları ve özel televizyon kanallarının canlı yayın araçları, kapıları açmadı diye talan edilen dükkanlar, iş yapamadığı için stoklarındaki malları çürüyüp iflas eşiğine gelen işletmeler, “Zülum 1453’te başladı” yazıları unutuldu. Gezi olaylarıyla ilgili açılan davadaki sanıklar beraat ettiler. Çoğu korkup yurt dışına kaçan bu “vatansever” eylemciler, her ne kadar DW’ye verdikleri röportajda “Gezi, başka bir dünyânın mümkün olduğunu gösterdi” deseler de, onların amacı, başkalarının dünyâlarına ve hayatlarına müdahale etme hakkıydı. Ayrıca Hakan Fidan ifâde vermeye çağrıldığında gitseydi, Gezi Olayları’na gerek kalmayacaktı.

Başka bir dünyânın mümkün olduğu hayâli için yakıp yıkmaya gerek yok. Aynı hayâli Hasan Sabbah’ın adamları da görüyordu. Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı’nda yan yana gelen “Kalpaklı Mustafa Kemâl” ve “Apo” posterleri, bu eylemlerin nasıl başka bir dünya istediğinin somut delili oldu. Gezi sanığı olup şimdi beraat ettirilenler, Avrupa ülkelerinden hemen(!) oturma izni alıp kaçtıkları ülkelerine “kahraman gibi” dönebilir, yüksek reytingli dizilerde oynayabilirler.

Siyâsî menfaat beklentisi için davaları müdâhil olanlar, davadaki beraat karârından sonra “gün döner hesap döner” korkusuyla davâdan çekilip karşı taraftan siyâsî ikbâl bekleme yanlışına düşmektedir.

Gezi’nin hedefi, 1.69’ye düşen ABD Doları, yüzde 6.13’e düşen enflasyon ve yüzde 4.52’ye düşen faiz oranlarıydı. Gezi sebebiyle Borsa İstanbul’da üç ay içinde 164 milyar TL kayıp yaşandı. Ama Gezizekalıların derdi “başka bir dünya” idi. Onların dünyâsında onlardan başkasına, onlardan farklı düşünene, onlardan farklı yaşamak isteyene yer yok. Gezi davasındaki beraat karârı, bu faşist anlayışının teşvik edilmesi demektir. Bu karar, Gezi gibi ihânet plânlarının yapanın yanına kâr kalacağının sinyâli vermektir.

Daha da önemlisi Gezi gibi büyük vandallığı beraat ettirilip 15 Temmuz’dan tutuklanan Osman Kavala da, 15 Temmuz’u sulandırmanın en kurnaz yoludur.

Yeni tezgâhlar ve tedbir

Ancak artık ne yargı darbesi, ne finansal darbe, ne askerî darbe ne de Gezi benzeri “çevreci darbe” mümkün değildir. Evrim kültürünü benimsemiş olan zihniyetin, darbe gerçekleştikten sonra olduğunu anlayacağımız yeni tezgâhlar kuracağını düşünmek bir kehânet değil, tedbirli olmaktır. Tedbirli olmak iyidir. Önce tedbir, sonra tevekkül. “Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”