İstiklal Mahkemelerinin meşhur Kılıç Ali'sinin oğlu Altemur Kılıç, benim de uzun yıllar çalıştığım Türkiye Gazetesi'nde yazarlık yapmıştı.
İstiklal Mahkemelerinin meşhur Kılıç Ali’sinin oğlu Altemur Kılıç, benim de uzun yıllar çalıştığım Türkiye Gazetesi’nde yazarlık yapmıştı.
Geçtiğimiz günlerde ölen Altemur Kılıç’ın cenaze haberinden bir paragraf paylaşmak istiyorum:
“Altemur Kılıç için öğle vakti kılınan cenaze namazına Kılıç'ın yakınları, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş ile gazeteciler Altan Öymen, Oktay Ekşi, Tufan Türenç, Hıncal Uluç ve işadamı Yılmaz Ulusoy, emekli diplomat Onur Öymen ile Veli Küçük, Kore gazileri ve arkadaşları katıldı. Cenazeye, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Erdoğan Demirören ve eşi, ADD İstanbul Şubeleri, Hüsamettin-Dilek Cindoruk, Müjdat Gezen de çelenk gönderdi.”
Cenazesine hürmet edenlere baktığınız zaman, dedesi İstiklal Mahkemelerinin kahramanı, kendisi laik, çağdaş, ulusalcıların gözbebeği bir adamın Türkiye Gazetesi’nde ne işi vardı diye sormak en tabii hakkınız.
Altemur Kılıç Türkiye Gazetesi’ne geldiğinde şaka yollu “Sanığın idamına, savunmasının bilahare alınmasına” esprisiyle İstiklal Mahkemeleri hatırlatılarak taciz edildiğini, kendisinin de gülerek geçiştirdiğini ve ama bazen de “Kardeşim, o zamanın şartlarında yapacak başka bir şey yoktu!” savunmasıyla atasına sahip çıktığını hatırlıyorum.
Fakat asıl önemlisi, onun gazeteye rahmetli Turgut Özal’ın, rahmetli Enver Ören’e tavsiyesiyle yazar yapılmasıydı. Peki bu tavsiyenin sebebi neydi?
“Size uymaz ama sizin gazetede yazarsa askerler nezdinde rahat edersiniz!”
Hilmi Özkök’ün “şey”i bol ifadeleri ışığında tarihe bir anı/belge kalsın istiyorum.
Altemur Kılıç’ın Türkiye Gazetesi yazarlığında da, TGRT’nin dini filmler yayınlayan bir kanaldan adeta “gazino”ya dönüşmesinde de, rejimin çağdaş/ laik/ ulusalcı bekçilerinin emirleri ve emrivakileri en önemli ve etkili faktör idi.
Türkiye Gazetesi’nin ilk reklam filmi zamanın tek kanalı TRT’de içinde “Allah” lafzı geçtiği için reddedilmişti.
Bütün bunların şahitleri (ben de dahil) hayatta.
Peki aynı anda radikal yayın yapan bazı gazetelere neden müsaade ediliyordu da Türkiye Gazetesi ve TGRT bu kadar baskı ve tasalluta maruz kalıyordu? Bunun cevabını düşünerek bulmak zor olmasa gerek.
İşgal ettikleri koltukları “derin devlet” diyebileceğimiz elle tutulmaz ve çerçevesi muğlak bir yapının içindeki asker, siyasi ve iş adamı zevata borçlu yöneticilerle çalışmayanlar, aslında neler yaşadığımızı anlamakta elbette zorlanacaklardır.
O zamanlar bu rezil duruma karşı çıkmak “Donkişot”luktan öteye gidemiyordu. Ya sesiniz kısılıyordu, ya dar bir alana hapsediliyor ve vatan, millet, iman gayretiyle bir noktaya getirdiğiniz yapının yok edilmesini seyretmek zorunda kalıyordunuz.
Rejime ve devlete ve dahi rejimle devletin nimetlerine asla talip olmamış bir “hizmet” hareketi, sadece vatanın, milletin birlik ve beraberliği, temiz imanının yaşaması ve yayılması için çırpınırken neden bu tür saldırılara muhatap kalır? (FETÖ değil! Devremülk aşüfte sanatçıların Aşk’ı kirlettiği gibi ‘hizmet’i de kirlettiler. Hizmet denince akla gelen akla gelmesin diye alternatif kelime aramak ne büyük yaradır!)
Evet, rejime ve devlete tehlike değilse neden?
Çünkü Türklerin Müslüman olduğu günden beri ve sonrasında Selçuklu ve Osmanlı ile bayraktarlığını yaptığı “Ehli Sünnet Yolu”ndan korktukları için. Türkiye Gazetesi ve TGRT sadece Ehli Sünnet Yoluna uygun dini yayınlar yapıyordu. Ehli Sünnet Yoluna uygun alim ve eserlerin izinden gidiyordu.
Hani Lozan gündemde ya…
Lord Gürzon Türklere neden istiklal verdiğinin sorulması üzerine şöyle diyordu ya:
“Evet, onlara istiklal verdim. Fakat buna karşılık tüm maneviyatı ellerinden aldım. İşte vesikalarım… (*)”
Osmanlı’yı yıkanların neden yıktığını, yeni devlet kurulurken neden maneviyatımızla oynandığını, ehli sünnet yolu ifadesinden kimlerin neden hoşlanmadığını, tarihi ve manevi mirasımıza sahip çıkıldığında kimlerden ciyak ciyak ses çıktığını görmeyenler/ göremeyenler Türkiye’de ve İslam Dünyası’nda neler olup bittiğini asla anlayamazlar.
En azından “çelişki”leri takip edip, soru sormayı denemeliyiz.
Enver Ören, Altemur Kılıç, Tufan Türenç, Müjdat Gezen aynı cümlede nasıl yer alır?
(*) TİRAN- Toynbee’nin Kayıp Kitabı/ Yalçın Koçak – İlaveten Dr. Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım”, Mahmut Çetin’in “Boğazdaki Aşiret”, Ilgaz Zorlu’nun “Evet Ben Selanikliyim”, Tayfun Er’in “Yalıdakiler” ve “Erguvaniler”, Mehmet Hasan Bulut’un “İngiliz Derviş”, Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimiz”, Murat Bardakçı’nın “Şahbaba” ve Ahmet Kabaklı’nın “Temellerin Duruşması” kitapları Emin Oktay cahilliğinden kurtulmak için okunmalıdır.