Vakıf Katılım web

BİR ÖLÜM BİR DOĞUM YILDÖNÜMÜ VE BAYRAM

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
2018 yılı Osmanlıların son büyük şairi Yahya Kemal'in 60'ıncı ölüm ve Cumhuriyet'in en büyük romancılarından Tarık Buğra'nın da 100'üncü doğum yıldönümüdür.

Bu iki büyük edebiyat adamını anmayı istedim.

TARIK BUĞRA’NIN 100’ÜNCÜ DOĞUM YILDÖNÜMÜ

Tarık Buğra 1947 yılından itibaren çeşitli gazetelerde yazarlık ve idarecilik yapmıştır. Tarık Buğra’nın başlıca eserlerini şöyle sıralayabiliriz. Hikâyeleri

·         “Yalnızların Romanı” 1940 (1948)

·         “Oğlumuz” Cumhuriyet Hikâye Ödülü 1948

·         “Oğlumuz” Hikâye Kitabı 1949

·         “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” Hikâye Kitabı 1954

·          “İki Uyku Arasında” Hikâye Kitabı 1964

Tarık Buğra’nın hikayelerinde Anadolu kasabalarındaki yaşantı ve oradaki aile hayatının dönüşümü ile toplumsal hayattaki dönüşümün izlenimleri sunulur. Hikâyelerini şairane bir dille işlerdi, ana konuları ise aşk, yalnızlık ve uyumsuzluk oldu. Olay örgüsünden çok iç gerçekliğe ağırlık verirdi. Romanları:

·         "Siyah Kehribar" Roman 1955

·         “Küçük Ağa” Roman 1963: Kurtuluş Savaşı’nı Kuvva-yı Milliye’ye katılan bir din adamının gözünden anlatır.

·         “Küçük Ağa Ankara’da” Devam Romanı 1967

·         “Firavun İmanı” 1976

·         “Dönemeçte” 1978

·         “Gençliğim Eyvah” 1979,

·         “Yağmur Beklerken” 1981: Bu dört Roman Cumhuriyet döneminin birbirini takip eden evrelerini anlatır.

Tarık Buğra Ortaoyuncusu "Komik-i şehir" Naşit'in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş'in Rüyası ile 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülü, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı'nı, Yağmur Beklerken'le Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Birey özgürlüğünü savunduğu Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Tarık Buğra benim için Tarık Amca’ydı. Babamların işyeri Ajans 1400’de onu çok dinlemişimdir. Tam bir Anadolu bilgesiydi. Allah rahmet eylesin.

YAHYA KEMAL’İN 60’INCI ÖLÜM YILDÖNÜMÜ

Beşir Ayvazoğlu Yahya Kemal’i “Eve Dönen Adam” olarak takdim eder. İlk gençliğinde şedit bir Batıcı ve iflah olmaz bir Jön-Türk iken Paris’e gitmişti. Ama takdir-i ilâhî, Jön-Türk gayretiyle gittiği Fransa’da gerçek bir kültür milliyetçisi olmuştu. Batı’nın bütün uygarlığında ortak bir tarih ve vatan şuurunun yattığını, yetişen aydınların milliyetçi ve sağcı olmasa da kendi kültürüne çok hakim olduğunu, modern sanatın arkasında muhakkak bir klasiğin olduğunu Paris’teki eğitim yıllarında görmüştü. Bu anlamda o her anlamıyla “eve dönen adamdı.” Eski uygarlığımıza, klasik musikimize, klasik şiirimize, Fetih zamanı İstanbul’una ve bütün mekânları ve zamanlarıyla Türk Varlığına bir dönüştü bu. Onunla İstanbul’u gezenler, birden zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi bir hisse kapılırlardı. Bu şiirine de yansıyordu, elbette. Belki bu yüzden de Sezai Karakoç, onu “Bozgunda bir fetih düşü” olarak takdim etmişti.

Bu minvalde Yahya Kemal, modern bir Türk şiiri olacaksa, bir Türk Klasik şiirinin de olması gerektiğini düşünmüştü. O zaman ki atmosferde, eskinin Divan şiiri ilkel bir edebiyat formu olarak kabul edilmekte ve Edebiyât-ı Cedide şairleri tarafından hakir görülen bir nesne konumundaydı. Halbuki, Yahya Kemal Divan Şiiri’nde Türklerin Klasiğini bulmuştu. Şiirde, bu yüzden Klasik’le hesaplaşıp onu aşacak bir forma ulaşmayı amaçlamıştı. İki kitabı vardır ve ölümünden sonra yayınlanmıştır. “Kendi Gök Kubbemiz” Klasik Türk Şiiri’nin köklerine dayanarak ama çok farklı bir dil, çok farklı konular ve yenilenmiş bir nazım tekniği ile modern şiirlerinin bulunduğu kitaptır, (modern deyince ölçüsüz – kafiyesiz değil, aslında bizim kuşağa göre, Neo Klasik şiirler). “Eski Şiirin Rüzgârıyle” ise yeni bir özle doldurduğu Klasik formda şiirlerle doludur. Bana kalırsa, bu ikinci kitaptaki şiirler konu ve öz itibarıyle daha modern daha yenilikçi şiirlerdir, ama dil ve formlar eskidir.

Yahya Kemal’in şaheserleri bence “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiridir. İsterseniz bir parça okuyalım.

“Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.

Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!”

Yahya Kemal için Ramazan Bayram Sabahı’nda namaz kıldığı Süleymaniye Camii bütün bir Osmanlı-Türk vatanı iken, camideki cemaat geçmişteki ve gelecekteki kuşakları ile Türk Milleti idi. O gün, Itrî’nin, Tekbîr’ini dinlerken bütün milletin geçmişi ve geleceğiyle bir bütün olduğunu hissetmekteydi. Allah Yahya Kemal’e de rahmet eylesin.

Bu bayramda, tıpkı Yahya Kemal’in şiirinde olduğu gibi barışalım, bir olalım… Biz barıştıkça, bir oldukça daha büyüyeceğiz. Daha büyüdükçe bilgimizi ve sevgimizi bölüşeceğiz. Dünyada dört şey vardır ki, paylaştıkça artar: Sevgi ile bilgi ve nefret ile cehalet. Şu mübarek günlerde Allah bizi sevgi ve bilgisini paylaşanlardan eylesin, nefret ve cehaletini paylaşanlardan değil. Cuma’nız ve Bayramınız Mübarek Olsun.