BİLGELİK YA DA MÜRŞİTLİK

Cemalnur SARGUT 08 Şub 2018

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Eski Türk toplumlarında bilgelik vardı. Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte bilgelik daha bir anlam kazandı.

Şimdi bilgelik terminolojide mürşitlik olarak kullanılmaktadır. Bilgili olmak ‘bilgelik’ değildir… Bilge; sadece öğretir, akla hitap eder. Bilgelik; onu hâl etmek, bildiğini özümseyerek uygulamak ve onu yaşamak demektir. Bazen bilgi sahibi olmadan insan irfan sahibi bir ‘bilge’ olabilir; âlemde ümmî insanlar vardır. Bu insanlar Peygamber Efendimizin meşrebinde olan insanlardır. Onların bilgileri ezelîdir, eğer o bilgileri ortaya vururlarsa, onları yaşarlarsa, onlar bir anlamda bilgedirler. Mesela Türk Anadolu insanı, köylüsünün çoğu bilgedir. Onların bilgisi yoktur ama öyle bir yaşantıya sahiptirler ki, insana etki eder. Hattâ bir keresinde 100 yaşına yakın bir beyefendiye sevgililer gününde sordular: “Eşinizle hiç münâkaşa ettiniz mi?” diye. Adamcağızın gözleri büyüdü ve dedi ki: “Allah’ın bana emaneti olan bir kadına, kötü muamele edebilir miyim? Böyle bir şey düşünülebilir mi?”  Bundan daha güzel bir ‘bilge’ tarifi ben göremiyorum hayatımda. Her zaman söylüyorum, bu örneği de veriyorum. Dolayısıyla yaşamak lâzım, hâl etmek lâzım; isterse on tane okul bitirsin, isterse dinî okulları bitirsin, eğer hâl etmiyorsa bilgisiyle bir insan  asla  ‘bilge’ değildir. Hâl edip de kendi içindeki problemleri bitirirse insan, kendi ruhuna secde eden nefsi gibi olur. Yani Havva’nın Âdem’e secdesi gibi. O zaman Havva ile Âdem bütünlenir vücûd içinde, yani nefis ruha doğru yönelir ve kendi hiçliğini idrak eder, ruh vücutta aşikâr olur. Bu durumda Arafat’ta olursun, yani ‘ârif’ olursun, haccın hakikati de ortaya çıkar. Ârif’ olan kişi için, kendiyle problemi olmadığı için, çevreyle de problemi kalkar. Onun için hakiki bilge onlardır.

Âriflerin bir kısmı aynı zamanda mürşittirler. Bir insanın mürşit olabilmesi için hem Peygamber ahlâkını tam mânâsıyla uygulaması, hem kendine dâvet etmemesi; yalnız Allah’a götürmek için aracı olduğunu bilmesi gerekir. Bu aracılık da rahiplik gibi bir aracılık değildir, sadece bir öğretmenlik ve rehberliktir… Bu arada  mürşidin mutlaka iki dünyayı da bir arada yaşaması lâzım, yani öyle bir tarafa çekilerek ‘mürşit’ olunamaz. Bu özelliklere sahip kişi hem bilgedir, hem âriftir, hem mürşittir; ama ortak payda ‘veli’ olmaları gerekir, velâyet yani velilik nasıl nübüvvet ve risâlette en önemli ortak payda ise, burada da ‘âriflik’ ortak paydadır.

Samiha Ayverdi benim hocamdır. Samiha Anne ismiyle de maruftur. Hocam 86 yaşına kadar, yani öldüğü güne kadar hizmet ettiler, insanlık âlemi için devamlı çalıştılar. Hiçbir zaman “Ben mürşidim” diye ortaya çıkmadılar. Onun kadar mütevazı ve ama onun kadar heybetli bir insan da görmedim ben. Aldığı ödülleri bile, “Kuş dağa konmuş, dağın bundan haberi olmamış. O, onun vazifesidir, ödül lâzım değildir” gibi değerlendirdiler. Kendine ait olmadığını, kendisinin hocasının elinde sadece bir kalem olduğunu söylediler. Aslında Hocamız çok büyük işler yaptılar. Yani Cumhuriyet Devri kadınından ritüelleri kaldırarak, nasıl mürşit olunacağını da göstermiştir talebelerine. Yani mürşidliğin illâ tekkede olmayacağını, illâ bâzı usullerle, bâzı şekillerle olmayacağını göstermiştir. Mürşitliğin bir irşad görevi olduğunu, Allah’ı öğretmek olduğunu, Allah’la buluşturmak ve Allah’ı sevmek olduğunu bize öğrettiler. O hem çok güçlü bir kadındı, çünkü hiçbir şeyden korkmuyordu… Onun korkusu Allah’ın rızasını kazanamamaktı. Onun için çok adildi ve çok da mütevazı idi. Hocamız gerçekten bilge ve mürşit bir hanımefendi idi.

Mürşitlik ezelî nasiptir, öyle bedavadan sonradan olunmaz. Tabii ki ezelî olan nasiplerin de çalışılarak ortaya çıkması lâzım, yani Allah tohumu eker, sen onu sularsan ortaya çıkar. Mürşit olanın müritliği mürşitliğinden önemlidir. Ne kadar mürit ise o kadar güçlü mürşittir. Bu birinci özellik. İkincisi; Peygambere ne kadar âşık ve ne kadar çok tanıyorsa o kadar yüksek seviyede bir mürşittir. Bir mürşit bu iki iki özelliği taşıması lâzım. Mürşitlerimizin öğrettiklerini hal etmemiz lazım. O da okuduklarımızı özümseyerek hayatımıza tatbik etmektir. Bir de bilge kişinin en büyük özelliği arabozucu olmayıp, araları birleştirici olması lazım. Birlik içindeki farklılıkların anlatılması ve farklılıklara hizmet edilmesiyle bilgelik ortaya çıkar vesselam.