BEYAZ RUSYA- POLONYA SINIR KRİZİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-1

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Bilindiği üzere bir süredir Beyaz Rusya ile başta Polonya olmak üzere AB'nin Doğu Avrupa sınırlarında sayıları 20 binlerle ifade edilen Orta Doğu ve Afrika kökenli mülteci AB'ye geçiş için bekliyor.

Geçen haftaki yazımızda Bosna üzerinden Batı (Avrupa ve ABD) kararlılığının sınandığından bahsetmiştik. Meselenin özü şu; AB’nin mali olanaklarının sınırlılığı, AB bürokrasisinin ataleti ve ABD’nin görece ilgisizliği Rusya’ya farklı memnuniyetsizlikler üzerinden bölgede Avrupa istikrarını sınama şansı sundu. Bosna sınavını Avrupa, büyük bir başarı sergilemeden, tam atlatmışken çok daha ciddi ve melez tehlikelerin nasıl bir sarmal halinde AB kapısına dayanabileceğini gösteren bir başka kriz Polonya sınırında belirdi.

Bilindiği üzere bir süredir Beyaz Rusya ile başta Polonya olmak üzere AB’nin Doğu Avrupa sınırlarında sayıları 20 binlerle ifade edilen Orta Doğu ve Afrika kökenli mülteci AB’ye geçiş için bekliyor. Bu vaka AB’nin çevresindeki riskleri şekillendirmekte ve bu riskler üzerinden çıkan krizleri yönetmekte ne kadar zorlandığını, “canım sınırda donup ölebilirler, ne yapabiliriz ki” diyen popülist tepkilerin nasıl kolaylıkla ortaya saçıldığını bir kez daha gösterdi. Gerçi, Beyaz Rusya mülteci krizi en az dört ayrı seviyeden oluşan karmaşık bir kriz ve AB’nin bu krizi çözmek için yeterince donanımlı olmadığı da biliniyor.

Lukaşenko’nun mesajı: “Farkımız Yok”

Krizin ilk seviyesi mülteci ve düzensiz göç riskleriyle AB’nin/Batının mücadele etmekte neden başarısız olduğunu gösteriyor. AB, düzensiz göçle mücadele için süslü ifadelerle bezeli ama özünde çok basit bir strateji izliyor. Bu stratejinin odağı düzensiz göçün, mültecilerin AB sınırları içerisine giremeyeceğini, kabul edilmeyeceğinin gösterilerek caydırılması. Bu yolda AB, FRONTEX yani askeri ve polisiye tedbirlerle sınır koruma uygulamaları ya da Ankara ile yapılan Geri Kabul Mutabakatı gibi farklı araçlar benimsedi. Bu araçların yanında Yunanistan gibi AB üyesi ulusal hükümetlerin sınır güvenliğini sağlamak için inşa ettiği duvarlar, benimsediği “geriye sürme” taktiği gibi politikalar da bulunuyor. Caydırıcılık sadece mültecilerin sınırda durdurulmasını değil, mültecilerin AB’ye ulaşma kararlılığının kırılması gibi psikolojik bir unsur da içerdiğinden, utanılan, resmi olarak kabul edilmeyen çünkü insan onuruna aykırı uygulamaları da beraberinde getiriyor. Yakalanan mülteciler çıplak, iki sınır arasındaki bölgelerde soğukta bekletiliyor, aileler çocukları ile tehdit ediliyor, denizde botları batırılıyor, üzerlerine su sıkıldıktan sonra aç susuz, iki sınır arasında sonu olmayan bir yürüyüşe mahkûm ediliyorlar. Bu uygulamalar doğrudan ya da dolaylı ölüm olaylarını da beraberinde getiriyor. Kısaca AB mültecilere, AB sınırlarından girmeniz mümkün değil, ya paranızı boşuna harcayacak ve sefil olacaksınız ya da bu yolda öleceksiniz diyor. Acımasız bir caydırıcılık stratejisi, düne kadar bireyin yaşamının iyileştirilmesi üzerinden AB normlarının farklılığını savunan Brüksel adına da gerçek bir hezimet. Ki kimi yorumculara göre siyasi muhalefete davranış şekli, seçim sürecinde izlediği sert politikalar ve benimsediği demokratik değerlerle uyumsuz söylem nedeniyle eleştirilen Beyaz Rusya lideri Lukaşenko, Brüksel’i kendi normlarına aykırı sert ve acımasız mülteci politikası üzerinden vuruyor. “Birbirimizden yok farkımız” mesajını veriyor. Nitekim Polonya ve Beyaz Rusya polisinin karşılıklı itmesi sonucu iki sınır arasındaki hatta sıkışmış insanlar bu mesajın canlı bir ifadesine dönmüş durumdalar.

Mülteci sorununun yönetimi

Pek çoklarına göre AB eliti ve bürokrasisi, bu mesajı alamayacak derecede kendini beğeniyor. Zaten Michel, AB’nin üye ülkelerin sınırlarına duvar örme politikasına finansman destek sağlayabileceklerini söyledi. Oysa asıl mesele AB’nin Akdeniz’de ve Yunan sınırında mültecilere son derece acımasız davranılmasına göz yummasının kimseyi neredeyse caydırmamış oluşu. Polonya sınırında insanlar “Almanya, Almanya” diye bağırıyorlar. Bu bağrışların tek bir hecesi Merkel’in koltuğunu sarsmıştı oysa. Bu noktada 2011’de Türkiye’nin uyarılarına geri dönmek gerekiyor. Ankara, ısrarla, mülteci sorununun bir sonuç olarak ele alınamayacağını, insanları ülkelerini terk etmeye iten sebeplerle ilgilenilmesi gerektiğini söylemişti. İnsanları, elektrik, su, ilaç, yemek gibi basit ihtiyaçlarını karşılayamayacakları açık ve gizli savaşların sürdüğü coğrafyalara kapatmak, Suriye’yi, Yemen’i, Afganistan’ı birer açık hava ceza evi gibi tutmayı umarak mülteci krizlerini önlemeye çalışmak beyhude bir çaba. İşte Akdeniz’de botla kıyıya ulaşamayan, Yunanistan’da sınırda yaya kalan mülteci Minsk’e uçakla uçarak AB sınırlarını zorluyor.

Kısır döngü: Yaptırımlara karşı mülteciler

Krizin ikinci seviyesi zaten burada kendini gösteriyor. AB kurumlarının ve NATO yetkililiklerinin altını çizdiği gibi son mülteci krizinin melez bir yönü var. Beyaz Rusya, Minsk ve Brüksel arasında cereyan eden krizde elini güçlendirmek için AB’nin yumuşak karnına mülteci krizi hançerini saplamış gözüküyor. Hatırlanacaktır, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova aynı Batı Balkanlar gibi AB ve Rusya arasında bir rekabet sahası. AB’nin bu üç ülkeyi AB normlarının bir parçası yapma hevesi, gerekli siyasi kararlılıkla birleşmeden sahnelenince Ukrayna ayrılıkçı hareketlerle sarsılmış ve Kırım’ı kaybetmişti. Beyaz Rusya rejimi, biraz Ukrayna’nın trajedisinden aldığı dersle, kendi geleceğini Moskova’ya daha sıkı bağlarla bağlamayı tercih etti. Avrasya Ekonomik Birliği’ne katıldı, sivil toplum-devlet ilişkilerinde Kremlin’in izlediği modeli benimsedi, nihayetinde AB normları ve AB bürokrasisine arasında ne kadar mesafe koyduğunu gösterecek şekilde uluslararası sivil havacılık kurallarını hiçe sayan Protaseviç’in uçaktan zorla indirilmesi hadisesine imza attı. Tüm bu gerilimin sonunda AB yanlısı muhalefeti araçsallaştıran ve bu tür bir değişim zorlamasının Ukrayna örneği ortadayken işe yarayacağını düşünen Brüksel, hiçbir şey yapmamış olmak için ekonomik zafiyeti iyi bilinen Beyaz Rusya’ya yönelik sert ekonomik yaptırım kararları aldı.

Oysa son yılların kanıtladığı iki şey varsa o da şu: 1)- Yaptırımlar genelde istenen sonucu üretmiyor ve 2)- Özelikle ekonomik zayıflıkları kanırtacak şekilde sınır komşularınıza yaptırım uygulayıp rejim değişimi beklemek iyi bir strateji değil. Nitekim Lukaşenko geçtiğimiz haziran ayında AB’ne “Bundan böyle Avrupa’nın bekçiliğini yapmayacağız, mültecileri durdurmak için parmağımızı kıpırdatmayacağız” mesajını gönderdi. Brüksel’dekiler bir an “hangi mülteciler” diye düşünmüş müdür bilemeyiz ama gerek Polonya gerek ise Litvanya ve Latvia’lı yetkilileri Beyaz Rusya’nın bir süredir bir nevi “mülteci ithal ettiğinin” farkındalar. Vizelendirme yapılan dönemde mültecilerin özellikle Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ekseninde toparlanması da Rusya ve İran’ın Orta Doğu’daki etki alanlarında sürecin işlemesine karışmadıklarını gösteriyor. Kitlesel olarak mültecilerin Beyaz Rusya’ya ulaşması ise Lukaşenko’nun Eylül ayında aralarında Irak, Yemen, Afganistan’da olan 77 ülkeye vizesiz giriş imkânı tanımasıyla gerçekleşiyor. Beyaz Rusya’nın sivil havacılık ve transit ülke geçişleriyle ilgili gri bir alanı sömürdüğü ve krizin kontrolü – ki mülteci rakamları sınırdaki AB ülkelerinin ve Brüksel’in tüylerini diken diken etse de kontrol altında tutulabilecek seviyede- üzerinden AB’den yaptırımların kaldırılması dahil taviz elde etmek istediği açık.

Polexit tartışmasının geleceği

Bu noktada Minsk, AB’nin yumuşak karnını iki kere hedeflemiş görünüyor ve krizin 3. seviyesi de burada başlıyor. AB’nin Doğu Avrupa sınırı zor bir sınır, 2015’de de göçmen-mülteci krizi ile sarsılmış, Macaristan ve Polonya gibi ülkeler Brüksel’den farklı bir tutum izleyerek, mültecileri sert biçimde durdurmuşlardı. Mültecileri çelme takarak düşüren gazetecilerin görüntüleri hala belleklerde. 2015’den bu yana “değerler” konusundaki fikir ayrılığı Polonya-AB ilişkilerini germeye devam etti. Netice de Polonya’da Birlik’ten ayrılma seçeneği (Polexit) konuşulmaya başlandı, AB’de de Polonya’nın üyelikten gelen bazı ayrıcalıklarının askıya alınması ve bazı fonların kesilmesi gündeme geldi. Bugün Brüksel, bu krizde Polonya’yı yeterince tatmin edemezse siyasi gerilimin gidebileceği yer AB’den kopuş sürecini canlandırabilir. Brüksel tehlikenin farkında, bu nedenle NATO ile birlikte Polonya’ya destek vermekten imtina etmiyor. Zira kimse Beyaz Rusya’nın ya da Lukaşenko’nun kriz çıkartma inisiyatifinin Moskova’dan bağımsız olduğunu düşünmüyor. Doğruya doğru, Kremlin Beyaz Rusya Polonya gerginliği üzerinden bir taşla birden fazla kuşu ürküttü. Mülteci krizinin 4. katmanı olan Rusya-AB satrancını ve Moskova’nın muradını gelecek haftaki yazımızda ele alacağız.