Bir kelime ve bir kavramın kendinden öncesi ve sonrasıyla bir akrabalık derecesi vardır.

Mevlid Kandilimiz kutlu olsun

Alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Allah’ın Habibullah diye hitap ettiği Efendimizin dünyaya teşriflerinin anlam ve önemini anlamak, idrak etmek için yine bir fırsat doğdu şükür. Gerçi fırsatlar hep var. Ancak birlik ve beraberliğin getirdiği güçle o manevi iklimi anlamaya çalışmak ve birbirimize kenetlenmenin ihtiyacını şu günlerde daha fazla hissediyoruz. Elbette Peygamberimizi layıkıyla anlamak tam manasıyla mümkün olamayacaktır. Biz ancak kendi tecrübelerimizle Onu anlayacağız. Günümüzün şart ve imkanlarına göre Onun mesajını her an yeniden anlamak ve kendimizi de bu anlama üzerine tekrar yapılandırmak durumundayız. Birilerinin ezberlerine göre hazreti Peygamberi anlamaya çalışmak Onu anlayamamamıza sebeb olacaktır ki bugün İslam dünyasındaki durum tam da budur. Kolaycılık ve neme lazımcılıkla bir okuma yapmak kimseye faydası olmadı. Hazreti Peygamber yerleşmiş kalıpları yıkan adalet vurgusunu yani Allah için Adaleti temin etme şiarını tekrar kendimize hatırlatmalıyız vesselam. Bu niyet ve dileklerimle Mevlidi Şerif tüm inananlar için kutlu olsun.

BEN, BENLİK, BENCİLLİK!

Bir kelime ve bir kavramın kendinden öncesi ve sonrasıyla bir akrabalık derecesi vardır. Her kelimenin bir kökü olduğuna göre ondan türeyen kelimelerin anlamlarında sadece bir konumlandırma vardır. Bir kelime bizi bin bir düşünceye, duyguya ve hayallere sürükleyebilir. Bazen birbirini destekleyen manalarıyla hayat kurtaran bir zihinsel tasarıma imza atar kelime ve kavramlar. İman ve İslam gibi. İnanacaksınız ve Allah’ın emirlerine harfiyyen uyacaksınız gibi.

Ben, benlik, bencillik de bir mefhumu belirliyor

Kişi yaratılış ve karakter olarak kendini bilecek ve tanıyacak. Bizi diğerlerinden ayıran öz varlığımızdır. Ben kimim sorusunu çeşitli şekillerde bize sorduran ben kavramıdır. Ben tanımı olmayan bir insanın kişiliğinden ve kimliğinden de bahsedemeyiz. O yüzden insan bebeklikten itibaren etrafındaki varlıkları keşfettikçe kendisi ile kıyaslamaya başlar ve zamanla insanda bir ben tanımı ortaya çıkar. Sevdiği sevmedikleri, hoşlandıkları hoşlanmadıklarıyla kendisi Ben’den Benliğe geçer. Benlikte insan bir beşer olduğunu anlamaya başlar. Beşer olarak kimliğindeki ve kişiliğindeki pozitif ve negatif bütün değerlerin bilgisi ile birlikte Benlik şekillenir. Benlik; kişi bilgisi, görgüsü, ahlakı, amelleri, zaafları, iradesi ve idealleri doğrultusundaki duygu, düşünce ve davranış yapısıyla kendisinde topladığı değerlerdir. Hayata, topluma ve ölüm sonrasına karşı aldığı pozisyondur. Bütün varlığıdır. Bencillik ise kendisini kayırmadır. Adalet ve ahlak duygusunun zayf olduğu bir durumdur. Benciliğe egoizm diyoruz. Etrafında kendisinden başka kimseyi görmeyen bencillik makamında tutsak kalmış kişilerle doğru ve sağlıklı iletişim kurmak mümkün olmayacaktır. Asıl bizim üzerinde durduğumuz benlik; duygu, düşünce ve davranış bütünüdür. Benlik bilinci ise, insanın kendisinin de dahil olduğu fıtri bir sorumluluktur. İnsanlık ve vicdan muhasebesidir.

Benlik bilinci

İnsan kendini toplumun olmazsa olmaz bir parçası düşünmesi ve toplum namına üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmelidir. Benlik bilinci önce nefsini hak ve had ölçülerinde tatmin ederken, aynı zamanda aşırı zaaflarını güçlü bir iradeyle dizginleyebilmesidir. O zaman toplum içinde adalet ve ahlak insicam içinde tecelli edecektir. Ancak benlik bilinciyle insan bilinç sahibi olabilecektir.

Benlik bilinci demek aynı zamanda toplumdaki bireylerin birbirleriyle, önce doğru iletişim kurmaları ve birbirini anlamaları gerekiyor. Yani kendini muhatabının yerine koyacaksın ki onu anlamış olabilesin. Aynı durum muhatabın da seni kendi yerine koymalıdır. Demek oluyor ki; bireyin sosyal ve toplumsal bir varlık olması da ancak iletişim ile mümkün olabiliyor. Benlik demek; kendi kimlik ve kişiliğimizin bir bende toplanması demektir. Ben dediğimiz kavram da doğuştan fıtridir. Özellikleri zamanla kişinin bilgisi ve gayreti derecesinde tekâmül eder. İç varlığımızın bütünü benliktir. İç varlığımızın bütününde bilinç sahibi olmak da benlik bilincidir diyebiliriz.

Ben kimim?.. Ben neyim?. Ben neyin nesiyim? Gibi soruların cevabı “Beni”i ve “Benlik”i ifade eder. Benlik bilinci de, olumlu olarak verilen bütün cevapları kapsayabilir. Ben neler yapabilirim? Yeteneklerim nedir? Değer yargılarım nelerdir? Neleri yapmalı ve neleri yapmamalıyım? Bütün bunlara verilecek cevaplar ideal manada olumlu ise kişi benlik bilincindedir.

Benlik salt anlamda kişinin inancı davranışı ve algılarıdır. Benlik bilinci ise, kişinin kimlik ve kişilik değerlerinin proaktif hale gelmesidir. Şuurlanması ve varlığını yüceltme gayretidir. Benlik bilinci kişinin etrafıyla olan iletişimin önemi büyüktür. İletişimin doğru ve güçlü olabilmesi kişinin bilgisi, tecrübesi ve özgüveniyle mümkündür.

Ben, benlik kavramını hiçlik ile karıştırmak

Benlikten geçmek veya hiç olmak gibi kavramlar günümüzde bazı sufi akımlar tarafından ezbere kullanılıyor. Benlik tek başına havada asılı duran bir olgu değildir. Ruhundan ruh üfleyerek Adem’i var eden Allah kuluna kendini bilen biri olmasını öğütlemiştir. “Kendini bilen Rabbini” bilir derken de, aslında tam da buna işaret etmiştir. Benliğini öldürmek, hiçliğe yükselmek gibi terimler maalesef Hind düşüncesinden geçmiş terimlerdir. İnsanoğlu soru sormayı bıraktığı an benliğini kaybeder. Soru soracak ve öğrenecek ki bu hayat yolculuğunda öğrendiği, keşfettiği şeylerden hayrete düşecek. Hayreti artıkça öğrenme ve keşfetme isteği ile birlikte yüce yaratıcıyı, hak ve hakikatin rahminden geldiğini anlayacak. Benliğini inşaa ederken referanslarını bulacak. Bu referanslarla kendini tanımlama süreci yaşayacak ve böylelikle hayatını düşünce ve davranış yapısı olarak sağlıklı bir şekilde devam ettirecektir.

Özellikle gençlik döneminde gençlerimiz çeşitli moda fikri akımların etkisi altında kalabiliyor. Ben, benlik, bencillik mefhumlarını karıştırmadan gençlerimize öğretilmeli. Ben kimim, neyim, nelerden sorumluuymun cevabını verebilecek şekilde her türlü argüman kullanılmalıdır.

Kanadı kırık bir kelebek

Ne zordur Anadolu; evlenmek bile başlık parasına bağlıdır. Çöllünün oğlu Ehmet askerden gelmiştir ve sevdiğiyle evlenmek isteyecektir. Ne yazık ki elde avuçta paraları yoktur ve fakirdir. “Taşı toprağı altın deyip” İstanbul’a çalışmaya gidecektir. Gün gelir yatağı yorganı sırtına alır, tahta bavuluyla çıkmıştır yola. Tren son durak olan Haydarpaşa garına varmıştır. İstanbul deniziyle, vapurlarıyla, uçan martılarıyla, sarayları, camileri, kubbeleri, kuleleri, köprüleriyle kendini karşılıyordu. Birden yalnızlaştı, korktu ve içi ürperdi. Bu kooskoca şehirde ne yapardı, nasıl yaşardı. Bereket bu şehirde bir emmioğlusu vardı. Başlık parası için evinden köyünden, anne babasından, daah önemlisi sevdiğinden ayrı düşmüş kavruk bir genç adam kendini toparlamak için bir banka ilişir. Kendiliğinden "Kader bu ya; yazılmış bir kere, bu çile çekilecek." der. Bir de ne görsün; onu karşılar bir kelebek. Oraya buraya çarparak uçmaya çalışan bir kelebek... Sanki kucağına düştü düşecek. Şuurunu kaybetmiş gibiydi zavallı kelebek. Genç adam birden hislendi ve kalbi pırpır etti. "Zavallı... Bir kanadı kırılmış." dedi. Neydi bu küçük kelebeğin derdi ki; buralara kadar gelmişti. Onun yeri bu koca kentin betonlaşmış evleri ve meydanları değildi. Aslında onun yeri kırlar, bahçeler ve çiçeklerdi. Evet bu zavallı kelebek; kanadı kırık bir kelebek! Ahhh... Ah !.. Kelebeklerin ömrü uzun olmaz ki!.. Bir mevsimlik yaşamda kırık bütün duygular; açlıklar, susuzluklar, kıtlıklar, hastalıklar, savaşlar, kavgalar ve hüzünlü ayrılıklar. Bu kelebek sanki benim gibi!.. Benim bu koca şehirde yalnızlığım gibi. Genç adam hüzünle kelebeğe bakarak avucuna aldı. Kanadı kırık haliyle ona sevgi, şefkat besledi. Merhamet etti. Sonra “bu kelebek de benim gibi can taşıyor." dedi. Sanki dua ediyor gibiydi. Ahhh!.. Bir kanat çırpıp canlansa da, uçsa. Uçsa da sevdiğine kavuşsa. İşte o zaman ölmeye değerdir bu yalnızlıkta ve bu sonsuzlukta. Sesini yükseltti ve titrek sesiyle yalvarıyordu. "Uç!..” dedi. “Haydi uç!.. Kanadı kırık kelebeğim uç!.. Uç ki; senden güç alayım ve mutlu olayım der gibydi. Ama nafile. Kelebek artık hareketsiz ve canlılığını yitirmişti. Genç adam ağlamaklı oldu; sevdiğinden ayrı düştüğü kadar kırık kanatlı kelebeğinden de ayrı düşmüştü. Ne yapabilirdi ki. Bu koca koca şehir kabus gibi üzerine çöküvermişti. Bu kırık kanatlı kelebeğin kendini karşılayışı da hüzünlü gidişi de hüzünlü oldu. Çünkü ayrılık ölümden beterdi. Derinden bir “Ahhhhh!..” daha çekti ve "Onun da kanadı kırık, benim de kanadım kırık" deyiverdi.

Çocuklara tasarruf konusu nasıl anlatılmalı

Öncelikle anlatmaktan çok örnek olunması gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz. Çocuklar ilk önce doğal olarak anne ve babalarını örnek alırlar. Ebeveynler anlatmaktan çok uygulamaları ile dikkat çekerler rol alınırlar. İleriki yaşlarda gençlik çağlarına yakın zamanlarda okul arkadaşları başta olmak üzere çevrenin etkisine de girebilirler. Karakter ve mizaca göre değişiklik gösterse de çevrenin etkisi bir yaştan sonra çocuklarda kendini gösterebiliyor. İşte böyle zamanlar okul, öğretmen ve anne baba konuşarak tasarrufun ne olduğunu çocuklara anlatmalı. Gereğinden fazla harcamanın bütçemize yapacağı tahribatın dışında da kullandığımız her fazla şeyde başkalarının da hakkı olduğu öğretilmeli. Dünyanın ortak bir kullanım alanı olduğunu ve bizler kadar şanslı olmayan topluluklara karşı da sorumluluğumuz olduğunu dile getirmeliyiz. Bunları videolar, filmler ve eğitici faaliyetlerle desteklemeliyiz. Birlikte atık toplamak, ağaç dikmek ve bakımını üstlenmek, eski eşya ve giysilerin nasıl değerlendirilebileceği konusunda birlikte konuşmak faydalı olacaktır. Bu konularda çalışan Sivil toplum örgütlerini ziyaret edip bilgi almak da anlamlı olacaktır. Şu da unutulmamalıdır ki sadece kendini değil başkalarını düşünerek yaşamayı düstur edinmiş bir insan tüketmeyi hayatından çıkaracaktır bunun yerine ihtiyacı kadar harcamaya dikkat edecektir.

Bu arada 31 Ekim Dünya Tasarruf günüymüş. Bir yatırım bankasının bu konuyla ilgili reklamı aslında yukarıda bahsettiğim konuya da dikkat çekmeye çalışmış. Ama maalesef içinde ironi barındıran bir reklam; çocuk, alışveriş tutkunu anne, mevduat ve biriktirmek anahtar kelimeleriyle yola çıkılınca tasarruf konusunu bir banka üzerinden yürüttüğünüzde kapitalizme yenik düşerek kavramın içini boşaltıyorsunuz. İşte ironi burada.

Kadın istihdamı ve sonucu

Bu konuyu çok fazla abarttık. Kadının istihdamı bir devlet politikası haline getirildi ve freni olmayan kamyon gibi yoldan çıktı. Mutlaka kadının meslek sahibi olması çalışmak istemesi kendi vereceği bir karardır. İster çalışır ister çalışmaz. Erkek çalışmak zorundadır. Bizim kültürümüzde evi geçindiren erkektir. Bu istihdam meselesi yüzünden kadınlar iştahla girdikleri iş hayatının yansımasını maalesef rahat etmeye meyilli eşlere yaradı. Kadının kazandığı para evin çarkına girmek zorunda bile değildir. Erkek gereğini yapar kadın isterse parasıyla bir yetim bakar. İsterse o gün bir ihtiyaç olur katkıda bulunur ama erkeğin kadının kazandığı paranın hesabını yapması bile ahlaki değildir. Sonuç belli zaten artı gibi görünen bir durum sürtüşmelere, boşanmalara kadar varıyor. Kadının istihdamı ile birlikte boşanmalarda ciddi artışlar var. Kadın tavrını baştan koyacak ve erkek de hanımın kazandığı paradan medet ummayacak. Kadın evi geçindiren değil topluma emeği ile fayda sunan bir insandır; öğretmendir, hemşiredir, doktordur, akademisyendir, işçidir, simitçidir, bakıcıdır…

Urfalı Leyla

Urfa’da akıl sağlığı yerinde olmadığı söylenen Leyla isimli kadın sokaklarda halay çekiyor. Videoları sosyal medya mecralarında paylaşılıyor. Paylaşanların sesleri, kahkahaları Leyla’nın ifadesiz yüzüne çarpıyor. Bu kadını videoya çekenler bir taraftan gülüp eğleniyorlar. Urfa’daki bir arkadaşımızdan aldığımız bilgiye göre, o da bu bilgiyi başkalarından almış, bu kadın sokaklarda yatıp kalkıyor. Kim bilir başına neler geliyordur diye düşünmeden edemiyor insan. Muhtemelen kadını görüntüye alanlar bu istismarı yapanları biliyorlar. Ya da kendileri de bu işin içinde bilemiyoruz. Ama bir anda durup dururken halay çekmeye başlayan ve etrafa bilinçsizce gülen bu kadının durumundan kimsenin haberi yok mu? Söylendiğine göre bu istismarlardan hamile de kalmış ve akıl sağlığı yerinde olmadığı için doğum da yapmış. Ancak bu görüntülerde olanlar ve anlatılanlar gerçekse Urfa belediyesi, valisi, milletvekilleri, Aile ve Sosyal Politikalar ve Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere acilen bu duruma el atmalılar. Bu sosyal bir yaradır; “Her yerde var bunlardan ne yapalım yani!” diyemeyiz. Duyarlılığımızı mı kaybedelim o halde?