Türkiye'de devletin kurduğu ilk şirket olduğu için, bayrak taşıyıcı unvanı da THY'ye verilmiştir.
Devlet olmanın olmasa olmazları vardır. Bazı kurumların varlığı devlet olmanın gerekleri arasında gösterilir. Örneğin, Merkez Bankası, Resmi Gazete, radyo televizyon veya havayolu şirketi gibi. Havacılıkta devletlerin öncülüğünde kurulan şirketler, ayrıcalıklı ve imtiyazlı olduğu için bu şirketlere uluslararası hak ve kolaylıklar sağlanması adına “Bayrak taşıyıcı” (Flag carrier) şirket unvanı verilir. Bir ülke tescilindeki özel uçakların da üstünde kendi devletinin bayrağı vardır, ama ayrıcalığı yoktur.
Türkiye’de devletin kurduğu ilk şirket olduğu için, bayrak taşıyıcı unvanı da THY’ye verilmiştir. Yani resmi veya milli havayolu da diyebiliriz. Devletlerin milli uçak şirketlerini satıp satmayacağını veya nasıl sattığını irdelemek istiyoruz.
İlk anda, bir devlet milli havayolunu satmaz dediğinizi duyar gibi oldum. Fakat, şimdi ekonominin ağır kuralları, dönemin getirdiği zorluklar bu konuda kalıpları yıkacak, ezber bozacak güçte.
Şimdi çok yeni bir örnek var önümüzde. 1948’de kurulan ve İsrail devletiyle aynı yaşta olan resmî havayolu şirketi EL-AL (Anlamı ‘Cennete, demek) şirketi satışa çıktı diyebiliriz. Alıcılar birden çok gibi.
IATA tarafından en verimli üç havayolu şirketinden biri seçilen ve filosunda 45 adet Boeing uçak bulunan şirket, kriz öncesinde 77 ülkeye sefer yapıyordu.
Bir dönem Filistinli hava korsanlarının en büyük hedefi olan ve tüm dünyada sıkı bir şekilde korunan Davut Yıldızlı EL-AL
Amerikalı iş adamı Kenny Rosenberg’in oğlu Eli Rozenberg, (Yahudi olmalılar) tarafından satın alınmak isteniyor.
El Fetih gerillalarına teslim olmayan bu şirketin var olan ekonomik sıkıntıları koronavirüs salgınındaki durgunluktan sonra daha üst boyutlara çıktı. Bu, kısmi satış şirketin yaşamasını sağlayacak.
Rozenberg ailesi, EL-AL’in belli bir oranda hissesini satın almadan önce İsrail Hükümeti’nden 5 bin kişinin çalıştığı şirkete finansal yardım yapılmasını ve tasarruf tedbirleri alınmasını da istiyor.
Şayet, EL-AL çoğu tasarruf tedbirleri kapsamında olan bu şartları yerine getirmeyi başarırsa, devletten 250 milyon dolarlık yardım almaya hak kazanacak. İsrail maliyesi de bu kredi karşılığında şirketin 150 milyon dolarlık ana hissesine sahip olacak.
Bu örnek ve başka muhtemel örnekler bize şunu göstermektedir ki, devletler şirketlerini yaşatabilmek için özel ve de yabancı sermayeye kapı açabiliyor.
Şimdi asıl konumuza gelirsek, son birkaç yıldır Türk Hava Yolları’nın Katarlı devletine satılacağı söylentisi birileri tarafından dillendiriliyor. Katar’ın Qatar Airways gibi güçlü bir havayolu şirketi varken bir yenisine ihtiyaç duyar mı?
Bunun olup olamayacağını bilmiyoruz. Şimdilik bu iddialar dedikodudan öteye gitmiyor. Olur mu tabii ki olur, fakat bu sadece kısmi bir satıştan öteye gitmez.
İlk olarak şunu söylemek gerekir ki THY şu anda yüzde yüz Türk devletinin ve de Türk hissedarların elinde de değildir. THY’nin ilk yabancı ortaklık öyküsünü havacılık yazarı Abdullah Nergis’in Havayolu 101 sitesinden öğreniyoruz.
1950’li yıllarda iktidardaki Demokrat Parti, THY’ye bir yabancı havayolunu ortak etmek için girişimlerde bulunur.
Bu çerçevede Amerikalı Pan Am ve İngiliz British Overseas Airways Corporation (BOAC) firmaları ön plana çıkar. Yapılan müzakerelerin ardından, BOAC, 500 bin sterlin karşılığında THY’nin yüzde 6,5 oranında hissesini satın alır ve 1,5 milyon sterlin de kredi açar.
15 Temmuz 1957’deki genel kurulda BOAC Genel Müdürü Sir George Cribbett THY Yönetim Kurulu Üyesi olarak atanır.
Bu ortaklıkla, THY’nin oldukça eski olan uçak filosu yenilenmeye başlanmıştır.
Aynı yıl, İngiliz üretimi Vickers Viscount 794 tipi uçaklarından beş adet sipariş verilmiş ve 1958’de hizmete girmiştir.
1960 askerî darbesinde THY’nin başına gelen asker kökenli yöneticiler (Agasi Şen) İngiliz ortaklığına temkinli biçimde yaklaşırlar. 1961 Haziran’da George Cribbet’ın yerine, BOAC’nin Türkiye’deki danışmanı, İngiltere’de eğitim almış olan Selahattin Beyazıt, (Galatasaray’ın eski Başkanı) THY Yönetim Kurulu Üyesi olur.
7 Temmuz 1967 tarihindeki THY Genel Kurulu’nda Beyazıt, yönetim kurulundan çıkarılıp, yerine BOAC şirketini temsilen, genel müdürü Gilbert Lee seçilmiştir.
1974 yılında Türkiye’de içte ve dışta bir numaralı gündem Kıbrıs meselesidir.
Kıbrıs’taki garantör devletlerden olan İngiltere ile ilişkiler son derece gergindir. Kıbrıs harekâtı öncesinde THY gibi stratejik bir kurumda bir İngilizin bulunması uygun görülmemiş olacak ki, 2 Mayıs 1974 tarihinde Gilbert Lee, THY yönetiminden çıkarılır. Daha sonra da, 1957 yılında 500 bin sterlin karşılığında satılan yüzde 6,5 oranındaki THY hissesi, 1976 yılında 135 bin sterline geri alınır. 1990’lı yıllara kadar kamu kurumu olan THY’de yüzde 1.35 oranında hisse halka açıktı. Aynı yıl kurum özelleştirilerek Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na veya diğer adıyla Kamu Ortaklığı’na bağlandı.
2004 yılında (AK Parti iktidarında) THY özelleştirilmesi halka arz şekilde devam eder ve yüzde 23 oranında hisse satılır. Kamu payı 75’e düşerken, halka açılan oran yüzde 25’lere çıkar. Bu satışlardan 200 milyon dolar elde edilirken 2006’da da yüzde 29’luk bir hisse daha satılır ve bundan da 200 milyon dolardan fazla para toplanır. Bu son satışla halka arzın oranı yüzde 53.75’e çıkar. Şu anda kısa adı TVF olan Türkiye Varlık Fonu’na ait A gurubu nama yazılı THY hisselerinin oranı yüzde 49.12 iken, yine A gurubu halka açık hisselerin oranı da 50.88’dır.
Taahhüt edilen ve ödenen sermayesi 1 milyar 380 milyon TL olan ve 36 bin 670 kişinin çalıştığı THY’nin hissedarlarının arasında birçok yabancının olduğunu biliyoruz. Bu işler günümüzde normal ve birçoklarının heves ettiği bir durumdur. Yeter ki bir şirketin hisseleri alıcı bulsun.
Kısmı hisse satışını, sanki koca THY tüm varlık ve hisseleriyle satılacakmış gibi yaymak kimseye bir fayda sağlamaz. Borsadaki spekülatörler bu konuyu kendi menfaatleri için kullanırlar.
Dünyanın herhangi bir ülkesine gidip de orada bir THY uçağı görmek hepimizin gurur duyduğu tablodur. Koronavirüsün öncesinde 4 kıtada, 125 ülkede, 325 noktaya giderek “Dünyada en fazla yere uçan havayolu” unvanını emeğinin hakkı ile alan THY’nin binlerce çalışanına vefa borcumuz olduğunu da asla unutmayın.
Dünya devleri arasına giren, Avrupa’da üçüncü, dünyada ilk on arasında yerini gururla alan THY’mizin aynı başarıları sağlayıp, aynı yerlere yükseleceğinden hiç şüphem yok. SHGM verilerine göre THY, 15 Temmuz 2020 tarihinde yaptığı 568 uçuşla Avrupa’nın ikinci havayolu şirketi oldu. Bu geleceğin bir işaretidir.
İster muhalif, isterse de müttefik, kim olursanız olun THY hala hepimizin malı ve değeridir. İnanıyorum ki, tüm kurum çalışanları da benim gibi düşünüyor, üst yöneticileri de ellerinden gelen gayreti gösteriyorlardır. THY ortak değerimiz, milli varlığımızdır. Asla tümden ve kısmı olarak yeni bir blok satışı bence gündem konusu olmayacaktır. Anadolu Jet’in alt markadan, bir şirkete dönüştürülüp bir kısmının satışı belki söz konusu olabilir. Bunu da başarı olarak görmek gerekir.
Dünyada en çok tanınan markamız ve Türkiye’de en büyüklerden biri olan THY için, satıldı, satılıyor gibi çok da doğru olmayan söylemler çalışanların moral ve motivasyonunu bozar, kurumun parasal değerinin olumsuz etkilenmesine neden olur. Ülkenin ulusal çıkarlarına ve milli ekonomiye zarar vermeyecek her ticari faaliyet, bu ülke insanının refah düzeyini artıracak olumlu hareketler olacaktır.
Borsada THY’nin hisselerini alıp satan bir yurttaşımızın dediği gibi “THY, Türkiye’nin onuru ve gururu olmaya devam edecektir. Payın bir bölümü yabancılar da olsa bile geleceğin güçlü Türkiye’sinde parlayan yıldız olacaktır.”
Dört bir yandan ülkemiz ekonomisini yıkmak için yapılan saldırılar karşısında temel hedefimiz, Türkiye’nin en büyük değeri olan, yegane bayrak taşıyıcı milli havayolumuzu her koşulda desteklemek ve arkasında durmak olacaktır.
İyi ve emniyetli uçuşlar olsun.