​BATI'NIN PSİKOLOJİSİNİ DOĞRU TAHLİL ETMEK

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Cuma günkü yazımda sizi kendi ütopyamla tanıştırdım: rekabet yerine dayanışmacı, servet ve güç iştihası yerine paylaşımcı, kavgacı ve çatışmacı yerine barışçı bir toplum…

Cuma günkü yazımda sizi kendi ütopyamla tanıştırdım: rekabet yerine dayanışmacı, servet ve güç iştihası yerine paylaşımcı, kavgacı ve çatışmacı yerine barışçı bir toplum… Bu benim hayalimdeki “idealize Doğu’dur.” Ancak bir de nesnel gözlem var ki, bu hiç de iç açıcı değildir. İslâm Dünyası diye tabir ettiğimiz toplumlar, İslam’ın ahlâki değerlerinden büyük oranda uzaklaşmışlardır: irtikap, rüşvet, yolsuzluk, despotizm, gelir dağılımında ciddi adaletsizlik ve yaygın fakirlik. Bu dünyada iyi kötü medeni vasfını haiz olabilecek birkaç tane ülke vardır: Başta Türkiye olmak üzere, biraz İran, biraz Malezya ve belki Tunus. Bunun üstüne, tevhid (birlik) dini olan İslâm’da, sadece Allah’ın birliği anlamında değil aynı zamanda toplumun da birliği anlamında da tevhid akidesine inanmak ve uygulamak zorunludur. Bu açıdan baktığımızda, Müslüman ülkelerde ne yazık ki, birlik değil tefrika, katliam ve iç savaş manzaraları oluşmuştur. Nesnel verilerle bakıldığında ise, ilim ve hikmeti baş tacı eden bir Peygamber’in ümmeti, ilim ve hikmetten hiç nasibini almamış görünmektedir. Bunun üstüne Batı’lıların (özellikle ABD ve İngiltere’nin) Kapitalizm’in yaklaşan büyük ve yıkıcı krizini ertelemek için başlattıkları işgal savaşları, Hülâgü Han’ın ve Haçlıların ordularından çok daha büyük bir yıkıma yol açmıştır: Libya, Afganistan, Suriye ve Irak’a bir bakmanız yetecektir. Bu ülkelerde, gerçek anlamıyla ne devlet, ne millet, ne de ortak bir ülkü kalmıştır. 1990’lardan itibaren ABD liderliğinde Orta Doğu’da planlanan değişim ve Kapitalizm’in krizini neo-kolonyalist bir strateji ile Orta Doğu’da savaş çıkararak erteleme hedefi, Küreselleşme’nin sağladığı teknik ve finansal imkânlarla birleşince ortaya ciddi bir sorun çıkarmıştır: Terörizm. Bunu fakir kitlelerin zengin Batı’ya (özellikle AB’ye) gayrı kanuni göçü takip edince Batı paniğe kapılmıştır.

Son zamanlarda, başta AK Parti’yi destekleyen basın organlarında ve sosyal medyada, “Batı’nın yükselen Türkiye’den korktuğu, Osmanlı’nın dirilmek üzere olduğu, Türkiye’nin bir cihan devletine dönüşeceği” gibi fikirler dolaşmaktadır. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu tartışmak bile abestir. Bir memleket 800 milyar dolar civarında milli gelire buna karşın 400 küsûr milyar doları aşan dış borca sahipse, temel üretim için gerekli olan enerji hammaddesinin tamamını ve yatırım mallarının %80’ini ithal etmek zorundaysa, o memleketin cihan devleti potansiyeli taşıdığı düşünülmez bile. Öte yandan, Batılıların derdi “Türkiye’de kim iktidara gelecek?”, değildir. Onlar Türkiye’yi Soğuk Savaş döneminde Sovyetler’e, şimdiyse bir katliam ve terör yuvası olarak gördükleri Orta Doğu’ya karşı bir tampon bölge olarak kullanmak istemektedirler. Dertleri başkanlık veya parlamenter sistem de değildir. Önemli olan, Türkiye devletinin kendi canı ve malı pahasına Batı’nın çıkarlarını koruyup korumayacağıdır. Mevcut politikasıyla Türkiye hiç de öyle bir izlenim vermemektedir ve bir emir kulu olmaktan da uzaktır. Aksine, Batılıların ikiyüzlülüğünü ve yol açtıkları felâketleri yüzlerine vurmaktadır. 

Batı’nın iktisadi krizi ve toplumsal problemlerindeki çözümsüzlüğü arttıkça, Orta Doğu kökenli terör ve göç olgusu Batı toplumlarında daha göze batar hale gelmektedir. Yükselen ırkçı ve milliyetçi dalga, ABD tarafından 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan Karagöz Hacivat oyunu benzeri liberal demokrasiyi sarsmakta ve bütün olarak da AB’nin parçalanmasına giden yolu hazırlamaktadır. Batı toplumları, dünyanın diğer bölgelerinde, kendilerinin de büyük payı bulunan fakirlik ve azgelişmişliğin neticesinde ortaya çıkan milyonlarca mülteci ve yüzlerce psikopat katilin varlığından bir panik psikolojisine girmişlerdir. Yoksa, “Eyvah, Türkler geliyor!” veya popüler bir reklam repliğiyle “Bu Türkler de çok oluyor canım!”, dedikleri filan yoktur. Özellikle, AB kendi derdine düşmüş durumdadır. Bu yüzden, AB’nin Almanya güdümündeki kaşarlanmış politikacı kadrosu, Avrupa Birliği’nin dağılmaması için uğraşırken, yükselen milliyetçi ve ırkçı dalga üstünde sörf yapmaya çalışmaktadırlar. 

Türkiye, Batı ile ilgili argümanlarında haklıdır: Teröre yardım ve yataklık yapmak, Türkiye’ye AB sürecinde hak etmediği bir muamelede bulunmak, Kıbrıs’ta bir oldu-bittiyle adayı ilhak etmek istemek, casus şebekesi FETÖ ve eşkıya şebekesi PKK-PYD-KCK’yı beslemek ve barındırmak, darbeyi desteklemiyor görünse de “istemem, yan cebime koy!” demek, bütün bunlar affedilecek hatalar değildir. Yalnız, bizim elimiz de tam olarak güçlü değildir: iktisadi açıdan dışa bağımlılığımız, birçok nokta da elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Bu yüzden, Batı’ya karşı hakkımızı korurken, diplomasi sanatının gereklerini uygulamak, uluslararası hukukun çizdiği kurallar çerçevesinde hakkımızı aramak zorundayız. Yoksa haklı iken, adamlara “bizi dünyaya haksız gösterme” bahanesi veririz. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin.