​BATI MEDENİYETİNİN DOĞU'DAKİ KAYNAKLARI

Hasan KÖNİ 20 Haz 2017

Hasan KÖNİ
Tüm Yazıları
Arap yarımadası Batı'nın Anglosakson kesiminin etkisi altında birbiriyle savaşıyor, korkudan silah satın alıyor, Batı'nın mallarına yatırım yapıyor, Batı politikaları sayesinde mezheplere ayırılıp birbirini öldürüyor.

        Arap yarımadası Batı’nın Anglosakson kesiminin etkisi altında birbiriyle savaşıyor, korkudan silah satın alıyor, Batı’nın mallarına yatırım yapıyor, Batı politikaları sayesinde mezheplere ayırılıp birbirini öldürüyor. Arada sırada seçim yaparak  demokratikleştiğini zannediyor, Batılılar gibi olursa modernleştiğini zannediyor. Batılılaşma modernleşme ile eşit anlamda kullanılıyor.

Doğu’daki gelişmeler olmadan Batı’daki büyük adımların atılamayacağı tarih kitaplarında pek yer almıyor. Bu durumu eleştiren Batılı yazarlarda var. Bu araştırıcılar Batı öncesi dünya düzenini ele alarak Batı’ya yansımalarını gösteriyorlar. İslam’ın gelişerek İberik yarımadasını ele geçirmesi Batının yükselişinde önemli bir rol oynaması bu yazarların araştırmaları içinde. Edward Gibbon, “Roma İmparatorluğunun Çöküşü ve Düşüşü” adlı dev eserinde 732 yılında AbdalRahman komutasındaki Arab-Berber ordularının Poitier(732) savaşında Batılıları yendiğini açıklıyor. Batı’nın diğer  tarihçileri ise yenildikleri bu savaşı  Batı’nın İslam’a karşı kesin direnişi olarak anlatıyorlar. Müslümanların zaferi ile Latin Batı dünyasına astronomi, cebir, trigonometri, onlu sayı sistemi, İspanya’da bulunan Müslüman bilim adamları tarafından Avrupa öğretilmiştir. Levering Lewis adlı bir İngiliz araştırmacı, Müslümanların, ekonomik olarak geri, Balkanlaşmış ve kardeşlerin birbirini öldürdüğü Avrupa’yı bütünleştirmiştir, ortaya çıkarmıştır, diyor. Bugünkü İspanya’nın Endülüs kısmında yaşayan Müslüman yöneticiler sivil çoğulculuk politikası izlemişler, yaşam tarzlarının, inançların ve kurumların çeşitliliğine dokunmamışlardır. Arapça hukuk ve ticaret dili olarak gelişirken Endülüs’teki Katolik çoğunluğu  dinlerinde serbest bırakmışlardır. 711 yılında işgal edilen Cordoba/İspanya’daki meşhur kilise Hristiyan ve Müslümanların ibadetine açık tutulmuştur.

 Sosyal tarihçi Peter Katzenstein’e bir medeniyetin diğerine üstün gelip kendi görüşlerini ona kabul ettirmesi yerine süreç ver-al şeklinde işlemekte İspanya’daki Müslümanlar İberik yaramadasında mahalli halkın adetlerini sahiplenmişlerdir. Asya, Afrika ve Ortadoğu’yu yönetimlerine alan Avrupalılarda bu bölgelerin kültürlerinden yoğun olarak etkilenmişlerdir.

Batılılar güçlenip  etkilerini artırınca  aynı şekilde gelişmeyen, örneğin Asya toplumunda direnişi artırmışlar, endüstrileşme yerine Avrupa’da üretilmiş ucuz malların bu ülkelerin pazarlarını kaplamalarına neden olmuşlardır. Avrupa tıbbının Asya’ya gelmesi halkın sağlığı öğrenmesine yardım etmiş, ancak öte yandan artan nüfus ekonomik kalkınma olmadığı için fakirliği getirmiştir. Ünlü Hintli şair ve düşünür Rabindranath Tagore, Asya uluslararası modernleşmiş Japonya’yı model alıp almamaları konusunda tereddüde düşmüştür. Tokya’da verilen bir yemekte Japon Başbakanına: “siz  yalnızca Batı’nın bir taklidisiniz”, demiştir.

Batının gücünün artışı, ekonomik yükselişi Batılı düşünür ve yazarlarda, dünyanın diğer kesimi için sapmış düşüncelere sahip olmaya başlamışlardır. Üstünlük hissinin gelişmesiyle Bentham, ekonomist John Stuart Mill, Macaulay gibi ilerici ve liberal İngiliz düşünürler kendi sömürgelerindeki antidemokratik ve temsili olmayan rejimleri savunmaya başlamışlardır. Bugün Amerika’nın dünya hegemonyasında olduğu gibi, İngiliz İmparatorluğunda da Liberalizm ve imparatorluk birbirinin karşıtı olarak görülmemiştir. Birbirleriyle bağlantılı olarak ele alınmıştır. JohnStuart Mill için Hindistan yönetilmeye gereksinmesi olan ‘gerikalmış bir toplum’ olarak görülmüştür. Liberal düşünce Avrupa ile dünyanın geri kalan kısmı arasında eşit olmayan bir ilişkinin doğruluğuna doğru yönelmiştir. Özgürlüğün evrenselliğini kabul eden liberalizm bazı  gruplar için istisnai bir durum olarak kabul edilmiştir. Batı dışındaki ülkeler için Avrupa merkezli düşünce tarzının liberallerden sosyalistlere kadar bütün Batılı düşünürleri etkilediği görülmektedir.

Örneğin, Karl Marx’ın görüşleri Avrupa merkezciliğinin bütün kesimleri kapsamasının en önemli örneğini oluşturmaktadır. Marx’a göre, Hindistan toplumunun bilinen bir tarihi yoktur. Tarihi bu alanı işgal edenlerin yaptıklarından ibarettir. Hindistan geri kalmış Türkler, İranlılar ve Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Hindistan değişmeyen bir toplum olarak kalmaya devam etmiştir. İngilizler, Hindistan’ı işgal ettiklerinde iki görevleri olmuştur. Bir tanesi yıkıcı, diğeri ise yeniden canlandırıcı. Eski Asya toplumu yıkılarak yerine Batılılaşmış Asya toplumunun temelleri atılmıştır. Hegel’de  Çin ve Hindistan’ı, ‘çürümüş yâri medeniyetler’ olarak görmüştür. Batı onlara medeniyet getirinceye kadar  ‘doğal nebati varlıklarını sürdürmeye’ devam edeceklerdir, demiştir. Rosa Luxemburg’da  aynı fikirlere sahip olmuştur.

 Daha önceki yüzyılllardaki  Avrupalı düşünürlerin ileri sürdüğü medeniyetler arasında yapıcı diyalog, karşılıklı öğrenme arzusu sonraki Avrupalıların kibri yüzünden yol olmuştur. Gerçekte, Müslüman Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmamasında bu kibir yatmaktadır. Türkiye, Avrupa normlarında olmayan askeri müttefik bir müttefik olarak algılanmakta. Ne Avrupa’nın içinde ne de dışında tutulmaktadır.

İmmanuel Wallerstein, dünya –sistemi teorisinin babası, tariçi ve siyaset bilimci, Batı karşıtı görünmesine rağmen Avrupa merkezli görüşlere sahip olmuştur. Wallerstein, Avrupa’nın yükselişini yalnızca iç faktörlere bağlı olarak ele almıştır. Halbuki, Avrupa’nın kalkınması başka yerlerde oluşmuş fikirlerin karmaşık bir süreçle Avrupa’ya yansıması sonucu bu kalkınmanın olduğu anlaşılmaktadır.

Batı merkezli Avrupa tarihine göre, Asya, Ortadoğu, Afrika tarihine bakıldığında bölgelere demokrasinin nasıl getirildiği, demokratikleşme süreçleri ileri çıkmaktadır. Batılı olup da Batı’nın emperyalizmine karşı olan yazarlar ise Batılıların bu bölgeleri nasıl sakatladıklarını anlatmaktadırlar. Aslında, Asya tarihine bakıldığında, İngiliz bilim adamı Darwin’in yazdığına göre, önemli olan Asya’nın yenilgisi değil, Asya’nın direnişidir. Mazlum uluslar Batı’nın yüzyıl süren işgaline, dışarıdan demokrasi getirme bahanesiyle içişlerine karışmasına, gerilemelerine, içlerindeki kaosa rağmen var olmaya devam etmişlerdir. Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Mısır, Japonya içinde aynı şeyler söylenebilir. Büyük ve derin geçmişleri olan bu uluslar Batı baskısına rağmen varlıklarını korumuşlardır. Bu direnişin nedenleri Batı merkezli tarih tarafından yanlış anlaşılmış ve izah edilememiştir. 

Günümüzde  yükselen ülkeleri anlamak için çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Henry Kissinger, ‘Dünya Düzeni’ adlı kitabında dünya barışının sağlanması için Müslümanlarının, Çin’in Afrika’nın kültürlerinin yansıdığı bir sistem önermektedir. Herkesin kendinden bir parça gördüğü sistemde  uzlaşmalar daha kolay olacak, çatışmalar azalacaktır. Bu gelişmelerin önündeki tek engel çatışmaların kendileri için yararlı olduğunu düşünen hegemon devletlerdir.